:: Duygusuz.com - Dostluk ve Arkadaşlık Sitesi

Orjinalini görmek için tıklayınız: Saadet Bayri Yazıları
Şu anda (Arşiv) modunu görüntülemektesiniz. Orjinal Sürümü Görüntüle internal link
Sayfalar: 1 2 3 4 5 6
4e4db9545913e4403b38813f8472dbd9.jpg

Küçükken hayatı çok eğlenceli sanırdım.
Koşarak, atlayıp, zıplayarak geçen o yıllarımda sanırdım ki; boyum uzarsa topa daha iyi vuracağım. Topun peşinden koşarken ve “gol” diye bağırdığımda sevinçten havalara uçacağım. Babamı köşede görünce kaçıp saklanmak zorunda kalmayacağım. Akşama kadar, hatta sabaha kadar oynayabilecektim.
Annemle gittiğimiz zoraki misafirliklerde, çocuklar için özel hazırlanmış kocaman sofra yerine, bana da özel bir tabak gelince çayın tadı bambaşka olacaktı. Elimde ince belli çay bardağı, evin en güzel koltuğunda oturmuşum. Evin sahibi, ya da gelen diğerleri beni de öpüp, halimi-hatırımı soracak. Ben de bilmiş bilmiş, büyümüşlüğün keyfini çıkarta çıkarta cevap verecektim. Düşünürdüm ki; bu kendimi görmek istediğim tek sahneydi.
Sanırdım ki; televizyonda izlediğim çizgi film kahramanlarının yaşına gelince, onlar gibi hep maceralara atılıp, sonra da izlerken “Ben de şunları yaptım” diyerek meraklanacaktım. Çizgi film izlemek o zaman daha güzel olacaktı. Özendiğim ve küçük olduğum için yapamadığımı sandığım, her şeyi yapma imkânım olacaktı. Ya da annem, ne yapıyorum diye ikide bir gelip, kontrol etmeyecekti.
Küçükken hep elimden tutulmuştu. Oysa tek başına yürümenin zevkini çok merak etmiştim. Sanırdım ki hiç kimseye ne yaptığımı söylemeden çıkıp gidince, herkese ve her şeye bir başka bakacaktım. Hayat çok daha farklı görünecek, baktığım her şeyin duruşu değişecekti. Ellerim tutulmadan yürüyünce, daha bir güzel atacaktım adımlarımı. “Yürümek hiç bu kadar keyifli olmamıştı” diyecektim.
Sevdiğim kızın adını rahatlıkla söylediğimde mutlu olmuştu annem ve babam. Sanırdım ki; büyüyünce hemen evlenmeme müsaade edecekler, onunla bu evde yaşayacak ve hep oyun oynayacaktım. Ne güzeldi küçükken sevmek, o da beni seviyordu işte. Annesi Jale teyze, haftada bir kaç kez bize geliyordu. O da biliyordu kızını sevdiğimi, yoksa izin verir miydi evcilik oynarken benim baba, Buse’nin anne olmasına?
Sanırdım ki; biz büyüyünce yine böyle ele ele olacaktık. O zaman sevdiğim kızı rahatlıkla parka götürebilirdim. Bunun için kimseden izin almak ve yanımızda birinin gelmesine gerek kalmazdı.
Salıncakta sallanmaya bayılan ben, mutlaka yanımda biri olmadan gidemediğim park. Karşıdan karşıya geçemediğim caddeler. Sanırdım ki büyüyünce parka tek başına gideceğim ve salıncakta istediğim hızlılıkta uçuracağım kendimi. Karşıdan karşıya geçmek için, birinin eline ihtiyacım olmayacak. Her an istediğim yerde, önce sağa, sonra sola, sonra tekrar sağa bakıp kendimi karşı kaldırımda bulacağım.
Küçükken ne kadar çok benim olmasını istediğim ve başkalarıyla paylaştığım şeyler vardı. Büyüyünce her şey benim olacaktı. Benim odam, benim yatağım, benim dolabım, benim sabunum, benim havlum… Ve her sabah uyandığımda kimbilir ne kadar mutlu olacaktım. Benim olan şeylerin içinde.
Sonra bir gün baktım ki büyümüşüm. Tek başıma sokağa çıkabiliyordum ancak parklara gitmiyor, sadece önünden geçiyordum. Artık salıncaklara binmek o kadar eğlenceli gelmiyor, hatta ayıp sayılıyordu. Yürümeyi bile unutmuş, geç kalmayayım diye ya araçlarda, ya da koşturmaca içindeydim.
Artık tek başıma yürüyordum ve tek başıma yürümek hiç zevkli değildi. Yanımda biri olsun diye uğraşıyordum. Elini tuttuğum güvendiğim birine ne kadar da çok ihtiyacım vardı. Misafirliklerde elime gelen tabaklara bakamıyordum, fazla kilolarla başım dertteydi. Sevdiğim kızdan başka birçok kişiyi sevmiştim. Sevdiklerim değişmişti ama o heyecanı, mutluluğu bir daha kimsede ve hiçbir yerde bulamamıştım. Çizgi filmleri izlemiyor, bize göre olan filmler de hep ağlatıyordu. Benim yaşadıklarımla, kurma hayatlar birbirine hiç benzemiyordu.
Velhâsıl küçükken yaşadıklarımın hiçbiri büyünce olmayacağını, hiçbir tadın o anki kadar lezzet vermeyeceğini söylemediler. Söyleselerdi büyümezdim zaten.
gidenekaldenmezkifb4tv76he.jpg

Sen 18 yaşısın gençliğimin
Anneme ilk söylediğim yalansın
Yüzümün pembeliği, yüreğimin en hızlı çarpışı
Sen benim ilk heyecanımsın

Sen benim gençliğimsin
Hayallerim, kırmızı panjurlu evim, bahçesinde çalışan bahçıvanımsın.
Sen benim yıldızımsın uzanamasamda, her bakışımda orada olduğunu bildiğimsin.
Sen benim gülüşüm, mutluluğum ve yaşama nedenlerimdensin.

Sen benim yarınımsın

Yere düşüp-düşüp kalktığım, kanatıp dizlerimi sonra sardığım
Sen benim kanayan yanımsın.

Gülerken gözlerimden dökülen tanelersin
Sen benim sol yanımda inceden sızlayansın.
Sen benim dinlenmemiş masalım, yazılmamış şiirimsin
Hiç gitmediğim şehir, çizilmemiş resmimsin
Yani sen sevdikçe var olanımsın.

Sen benim suskunluğumsun.

Garip bir şarkı çalarken hüznüm,
Yollara bakıp bakıp boyun büktüğümsün

Sen benim hep beklediğim, ama hiç gelmeyenimsin...
[/url]
[url=http://www.duygusuz.com/cikis.php?url=http://img.blogcu.com/uploads/princessnasa_bbb11.jpg]princessnasa_bbb11.jpg

Güneş çoktan doğmuştu uyandığımda, yine erkencisin değil mi? Seni düşündüm, bu saatte ne yapıyorsun acaba…
Dur! tahmin edeyim…
Şimdi sen, güneş doğmadan uyanmışsındır.
Şöyle bir gerinerek bütün yorgunluğunu atmış, mutluluktan gülümsemişsindir…
Bu sabah bir kez daha uyandığın için bu tebessüm.
Sonra buz gibi suyla abdest alıp, her zaman serili seccadenin başına koşarak gitmişsindir.
Ellerini dua için açınca önce bana, sonra tüm insanlığa adamışsındır en güzel dileklerini…

Şimdi sen, eline bir kitap alıp çıkmışsındır bahçeye.
Hem okumuş, hem seyretmişsindir gökyüzünü.
Kim bilir yine neler anlatmıştır bulutlar sana.
“Benim adımı yazdılar mı bugün?
Seni ne kadar özlediğimi anlattılar mı?”
Şimdi yanımda olsan, kaşlarını çatar, “Bulutlar sana mı hizmet ediyor.” Der kızardın.

Şimdi sen, elinde ince belli çay bardağın, bir dudak paylık mesafesiyle, kan kırmızı çayını içiyorsundur.
Ne kadar yavaş içersin o çayı, en iyi ben bilirim.
Dakikalarca beklerdim ne zaman bitecek ve yeniden çay dökeceğim sana.
Söylenirdim arada, o zaman bile susmazdım yani.
Bir gün sormuştum; önce gülmüş, sonra böyle içmenin sana ne kadar tad verdiğini anlatmıştın.
Çay içmeyi de kendine özel kılmıştın ya…
“İnsan hayatı bile tadarak yaşamalı. Bak biz göremeden, geçip gidiyoruz.” Demiştin.
Şimdi çayı her içişinde yüzünde bir tebessüm beliriyormuş.
Aklına geliyormuş, o günkü şaşkınlığım.
Öyle demiştin son görüşmemizde. Hep farklı olduğuna inanmıştım.
Şimdi hem farklı, hem biraz kaçık olduğunu biliyorum.
Yoksa bu kadar imkânsızlığın içinde hala alışkanlıkların devam eder miydi?

Şimdi sen, o en vakur halinle yürüyorsundur yolları, bir aşağı bir yukarı…
Sahi uzun mu oranın yoları da, sokağımız gibi dik mi yokuşları?
Biliyor musun? Bugün fark ettim: yürürken de sana benzemişim.
Eğer acelem yoksa yavaş yavaş, adımlarımı saya saya ilerliyorum.
Yaşamın içinden koşarak değil, yürüyerek geçiyorum tıpkı senin gibi.
Hani köşe başındaki iğde ağacı varya.
Çiçek açtı ve o kadar güzel kokuyor ki...
Geçen yıl, ilk sen duymuştun kokusunu…
Sonra, bahar mevsimi boyunca her gün bu yoldan geçer olmuştun.
Bu sebeple her akşam geç kalırdın, kaşlarımı çatar: “Yine mi ıhlamurlar?” derdim.
Keşke burada olsaydın ve görseydin nazlı nazlı salınışlarını.
Zikir ediyorlar demiştin ya. Arada duyuyorum, seslerini.
Gittin ya ne çok şey kalmış, bak senden bana yadigâr.

Şimdi sen yine bir türkü tutturmuş, bütün yalnızlığına inat, yine mütebessimdir çehren.
Seni bu halde gördüğümde hep şaşırırdım.
Dünya düşse üstüne “oh” diyeceksin gibi gelirdi.
Biliyorum dünyanın her haline şükretmekti bu.

Şimdi sen uzun uzun bakmışsındır güneş batarken…
Ne çok seversin gün batımını.
Böyle batıp gideceğiz bir gün der hüzünlenirdin.
Ama güneşle aramızda bir fark var: güneşin bir zamanı varken, insan aniden çekip gidiyordu. Karşı komşunun oğlu vefat etti aniden.
Hani Zeynep teyzenin büyük oğlu Ali vardı ya, işte o..
Bütün mahalle şok oldu ”Daha çok gençti.” diye ağlaştılar.
Ben senden öğrenmiştim; ölümün genç yaşlı ayırt etmediğini.
Bu sebeple bakıp, kendime ağladım.

Şimdi sen rüzgâra dönmüş yüzünü, kır çiçeklerinin kokusunu duymuşsundur.
İçine çekip, bütün güzellikleri üstüne birde yaylaları hayal etmişsindir.
Yine gözlerin dolmuş, yutkunmuşsundur.
En büyük mutluluğun; yaşadığımızı bilmek olduğunu hatırladın değil mi?
Biz çok uzağız şimdi, sen dört duvar arasında, ben kalbime en yakın yerde..
İkimizin yerine seviyorum papatyaları, sarıçiçekleri…
Öğrendim: ayrılık diye bir şey yok.
Ben dışarıda, sen içerde öylede yaşanıyor bak aşkımız.
nureysa5cf40254f07f63fdf201d32cc0.jpg

Unuttum sanmıştım seni.
Bir akşam rüzgârlar sesini getirdi taa buralara. Kulaklarıma çarpıp geri döndü pişmanlığın.
"Hiç hatırlamam" diyordum seni.
Oysa insan en çok "unuttum" dediğini hatırlarmış.
Yürek küçücük ama içinde ne kadar büyük bir şey saklıyor. Düşündükçe aklım almıyor, ama kalbim bu kadar çok şeyi alıyor işte. Bazen merak ediyorum, akıl mı büyük yoksa kalb mi? Bence ikisi de çok ama çok büyük.
Buralara uzun zamandır kar yağmadı, yağmurdan da eser yok. Anlaşılan göklerde ağlamıyor halimize. Ananem "yağmuru ve karı melekler indiririr" derdi, her yağmurda dua ederdim.
Artık melekler yeryüzüne düşmüyor tane tane. Bulutlar ağlamayınca bende unuttum ağlamayı ve çok uzun zamandır yanaklarıma rahmet değmedi.
Her ne kadar dostlarımız olsada en gizli yanımızı paylaştığımız, bence en büyük sır yüreklerimizde. Baksana neleri saklıyoruz mahzenlerinde. Gizli şatolar inşa edip, içine peri kızını kitliyoruz. Olur ya; belki bir gün bir prens gelip bulur diye bekliyoruz.
Yani yinede umutsuz yaşayamıyoruz.
Bir gün bir damla yaş bir yerlerden sızıp, kirpiklerinin arasına geliyor.
Ve sana iki seçenek kalıyor: Ya akacak damla damla, ya geri dönecek geldiği yere. Akarsa hala seviyorsundur. Akmazsa unutmamışsındır.
Yani kaçamıyor insan kendinden bir yere
38_geceyolcularinerdesin_1.jpg

Bırakıp bırakıp gittin.
Bazen yıllar, haftalar, bazen günler, bazen saatlerce... "Geçmişim" derken, şimdilerde neredesin hiç bilmiyorum. Sahi, hatırlıyorum da senin için " söz geçmez" demişlerdi. "laftan anlamaz. Kafasına buyruktur, canı ne siterse onu yapar. " inanmamıştım. "olur mu canım ! o kadar da değil." diye diklenmiştim tüm söylenenlere inat.
Yine de seni oturtmaya, izinsiz, sorgusuz birşey yapmayasın diye kollamaya başlamıştım. Ancak sen inatçıydın, taktın mı yapıyordun, gördün mü kanıyordun.
Bir bakış , bir gülüş yerinde durdurmuyor ha bire dikleniyordun.
Senin ardına düşüp şehirlerinden, yollarından, diyarlarından olanları görünce, kızardım "bu kadar basit mi yaşam" diye. "irade, akıl ve hiç bir yaratılmışta olmayan bu kadar cihaz varken, nasıl olur da tek başına hareket eder, nasıl olur da takılıp götürür peşinden sizi. O efendi, biz köle olursunuz. "
Şimdilerde seninle beraber halimi gördükçe hak veriyorum.
Peşinden geldiğim şu şehre, yüzlere, tanımadığım bu kadar çok insana, hele hiç yaşayamam dediğim küçücük şu eve bakınca...
Gerçekten de, tatmayan anlamazmış biliyorum.
Şimdilerde bir türkü dilimde hem seni arıyorum hem söylüyorum.
"lale devri çocuklarıyız biz. zamanımız geçmiş aşk şarabından kimbilir en son hangi şanslı içmiş."
Söylesene neredesin? Kimin kapısında kimin dilindesin? Kime söz anlatıyor, işve yapıyorsun? Yada bir çıkmaz sokakağa düştün de ağlıyor musun?
Yoksa yine mi incindin?
Eğer öyleyse lütfen ses ver.
Sana hiç birşey demeyeceğim inan. Seni bulunca ilk işim sarılmak olacak. Yada yok yok sen en iyisi koy başını dizlerime, ben ağlayayım sen ağla. Zaten en iyi yapabildiğim şey ağlamak.
Biz seninle çok eski iki dostuz. Kim bizi bizden daha iyi tanır ki. Gel saralım yaralarını beraber.
"kaçıncı bu" deme! Olsun, bak artık ellerim titremiyor akan kanları temizlerken, demekki alıştık. Hafife alıp, gülme "alışılır mı hiç? " diye..
Unuttun mu? Alışmakta güzel bir yaşanmışlıktı. Hemde en iyisinden bir teselli "ee ben biliyordum." demek de rahatlıyor bazen insanı.
Tamam tamam konuşmayacağım, ağlamayacağımda öylece dikip gözlerimi saatlerce sana bakıp dinleyeceğim . Gözlerim dolarsa yutkunurum hemen, birşeyler söylemek isterse dilim merak etme hemen ısırırım.
Oldumu şimdi gelecek misin?
Lütfen ses ver nerelerdesin ?
Ey kalbim neredesin?
gozyasikosedekigolgeuo3ar5.jpg

İnsan bazen ağlamak ister ama gözyaşlarının altında kalırırm diye korkar. Nedendir bilmem en gizli yanımız en ortada olan yanımızdır. Hayatımızın sırrı yok ki. Bir çift göz her şeyi ele verir. Kimse bunu fark etmez. Birbirinizi sevdiğinizi sanırsınız oysa hiç haberiniz yoktur karşınızdakinden. Diyorum ya gözlerimizde bir ışıltı var: o en acı anımızda matlaşırken en iyi anımızda parlar.
Oysa her seven dudaklarımızdaki , yüzümüzdeki çizgilere göre mutlu ve üzgün der. Kimse çözmeyi bilmez gözlerimzin sırrını.
İnsan bazen Yunus olur, dağlarda bayırlarda gezer. Bazen Mevlana gibi bir dergahta tespih çeker "hu - hu ". Bunların hepsi kalbimizin götürdüğü yollardır. İnsan ya heşeydir ya hiç bir şey.
Ortası yoktur duygularının. Ya sevmiştir ya sevmemiş. Sever gibi yapamaz. Hem sevip hem nefret edemez. Velhasıl-ı insan bir ummandır.
Damla damla yaşayan, sicim sicim damlayan.
20060221092011-lamp-post-ir-small.jpg

“Ah bu ben, kendimi nerelere koşsam!Saklansam bir yerlerde gizlice ağlasam!Ah bu ben, kendimi nerelerde bulsam!” (Mazhar Alanson)
Dağılıp gidiyoruz bir oraya bir buraya. Bir parçamız geçmişin tozlu yollarında kalıyor, bir parçamızı emanet veriyoruz bir yüreğe. Her parçamız bir köşe başında kaybolmuş sanki, yitirmişiz kendimizi. Yaşam üstümüze geldikçe, kaçacak yer arıyoruz; ama nafile... Kayıp bir şehrin kayıp yolcusuyuz. Yol bilmez, iz bilmez, darmadağınığız. Elimizde ne bir telefon, ne bir adres var. Kim olduğumuzu bile unutmuşuz. Etrafımıza bakıyoruz, herkes bizim gibi perişan. “Hancı sarhoş, yolcu sarhoş” deyip ilerliyoruz.
Birileri “kendini bulduğun yeri haber ver” diyor: Nerede kaybettiğimi bilmiyorum ki, nerede bulunacağımı bileyim. İnsan nelerde ve nerelerde yitip gitmiyor ki… Bazen bir bakış, bir ses, bir nefes, bir kelimede takılıp kalıyor. Kim bilir, hangi mevsimin hangi rüzgârıyla savurmuş bizi rüzgâr, hiç bilmediğimiz bir kasabanın kıyısına. ŞÃ¢ir diyor: “Âşık dediğin Mecnun misali kör, ne bilsin âlemde ne mevsimidir”. Ay şaşkın, gün şaşkın, mevsim hepten şaşmış bugünlerde. Bir kimsesizliğin ardına gizlenmiş, benim dediğimiz tüm yaşanmışlıklar.
"Bulmak istediklerinizi, kaybettiğiniz yerlerde arayın" der bir sufi... Bu sebeple, haberdar olmalıyız kendimizden. Duygularımız alıp başını gitmemeli, her bir şeyin ardından. Hislerimiz, hayallerimiz, düşüncelerimiz ve benim dediğimiz her şey olduğu yerde kalmalı ya da bıraktığımız yerden haberdar olmalıyız. Zira her şey bütünün bir parçası. Biri kaybolsa, eksik kalır diğerleri. Mesela kalp; bütün duyguların kumandanı iken, onu başıboş bırakmak ne kadar acı! Hayal yorgun, sevinç ezik, his yaralı. Aklı şehit düşmüş darmadağınık bir ordu. Öyleyse aradığımızda bulmak, arandığımızda bulunmak olmalı sancımız.
Yaşam kayıp olacak o kadar çok hüzün çıkarıyor ki karşımıza; takılıp kalmamak, yitip unutulmamak ne zor bir uğraş! Bu sebeple insanın hüzünlerini dağıtacak, onların içinde yol bulacak adresleri olmalı. Öylesine tutunmalı ki kendine: Hayatın sinesine başını yaslayıp saçlarından tutup okşamalı tüm güzellikleri. Bir kitabın sayfalarında, bir yürüyüşün adımlarında, denizin dalgalarında, yeşilin tonunda, bir kuzunun melemesinde, bir çiçeğin renginde bulmalı aradığı mutluluğu… Çünkü yaşam, bazen bir çocuğun ilk adımlarında gizlenir. Paytak paytak gezmesinde sevinç, düşüp kalkmasındadır cesaret. Bir martının şarkı söyleyen çığlığında coşku, bir karıncanın her zorluğa rağmen ilerleyen hayatındadır belki de umut… Ama en güzeli, insanın kendini yine kendisiyle bulması. Kayboldum dediği yerde sobelemedir, kendisiyle beraber her şeyini...
Nerede yakalarsanız kendinizi, orada tutun ki bir daha gitmesin. Hayattan başka bir el, başka bir göz, başka bir söz beklenmemeli. Yine odur, düştüğümüzde tutacak olan… Her düşeni tuttuğu gibi... Ve kalkınca, elbiselerimizi silkeleyecek elleri de vermiş zaten. Aradığımız sokakların adresi yüreğimizde yazılı. Bir okuyabilsek orada nelerin yazdığını…
İnsan kendinden bile sıkılır bazen… Yaşadığı şehirden, dostlarından, benim dediği her sabahtan. Ancak hayatının karmaşasından, dağınıklığından sığınacağı bir bahar köşesi olmalı mutlaka. Kendine ayırdığı özel bir zamanı. Yalnız kaldığı bir ânı. Nefeslendiği bir sığınağı… Bir şey olmalı yani. Sadece kendine ait. Herkesin bildiğini sandığı, oysa hiç kimsenin bilmediği.. O kadar basit ve sıradan; ama kendine özel olacak kadar bizden olmalı.
Bilmediği bir kasabada kendi şehrinden yollayıp isimler taktığı göçmen kuşları olmalı. Beyaz papatyaların içinde küçük bir evi olmalı. Çimenler halı, sular çayı olmalı. Pencereden baktığı tüm ağaçlar sırdaşı, çocuklar sineması olmalı. Dağdaki beyaz menekşelere özenmeli, özgürlüğü onların mağrur yapraklarında görmeli. Limon ağaçlarının ellerinde sallanmalı neşesi. Yer değiştiren bulutlarla selam söylemeli özlediği şehirlere. Velhasıl, yaratılmış her şeyin bir simgesi olmalı.
Ve ağlayınca, gözyaşları yosun kokmalı, denizi özler gibi…
3c468f1ea7ba124c7a5e8226e23be6a6.jpg

Küçük kız çocuğunun bayramı beklemesi gibi bekliyorum seni.
Hani bayram gelmeden önce bir çift kırmızı pabuç alınır ve ondan başka yeni bir şey alacak imkânı yoktur ailesinin. Ve küçük kız çocuğu bayram gününe kadar defalarca ayakkabısını giyer. Sonra her defasında aynanın karşısına geçer, heyecanla bakar ayaklarındaki kırmızı pabuçlarına.
Sonra bayram gecesi başının ucuna koyup uyur, belki defalarca uyanır o ayakkabıya bakar. Karanlıkta göremese de dokunur, orada mı? diye. Sonra sabah olunca giyer. Ve dünyada ondan daha mutlu biri olmadığını bilir.
Ve gerçekten yoktur ondan daha neşeli, daha sevinçli, daha mutlu bir kız çocuğu.
Çünkü onun kırmızı pabuçları vardır. O neşeyle defalarca ayakkabısına bakar, kirlenmesin diye dikkatli gezer sokaklarda.
İşte tıpkı o küçük kız çocuğu gibiyim bugünlerde.
Sen benim kırmızı pabucumsun.
Ben seni sevmeye kıyamıyorum arada ki fark bu.
Gittiğin günden beri elimde bir takvim her güne bir çizik atıyorum. Geleceğin gün kırmızıyla karalanmış, her gün bakıp bakıp duruyorum sevinçle ve yüreğim ağzıma gelerek. Takvimi başımın ucuna astım. Gece aniden uyanıyorum tekrar bakıyorum ve artık bir gün geçti deyip dünü işaretliyorum.
Geldiğin gün burada bayram olacak.
Ayakkabısını giyen o kız çocuğu olacağım. Dünyadaki en mutlu kız çocuğu hem de. Ve seni hiç ama hiç üzmeyeceğim. Ne istersen yapacağım. Kalbini kirletirsem arada bir, hemen cebimden bir mendil çıkarıp onu sileceğim. Seni hiç ama hiç eskitmeyeceğim. Her akşam ışıklar söndüğünde özenle yerleştireceğim aşkını, kalbimin ilk koyduğum yerine.
Merak etme!
Her şey eskir ama yürek hiç ama hiç eskimez, içindekilerde.
İnan bana.
5e7f114c02ebdd2b99e692e9346b0e00.jpg

Yanılabilmeliyiz...

Ve en çok kendi hakımızda olmalı bu yanılgı. Mükemmel olmak için uğraşmak yorar insanı. Yormakla kalmaz, birde hayal kırıklığına uğratır.
Çünkü mükemmel insan yok ki.
Hal böyle olunca bütün çabalar uğraşlar akıntıya kürek çekmekten başka bir işe yaramaz. Yani elde kalan kocaman bir "hiç".
Yıllardır kendimizle beraberiz. Kendimizden başka kim bu kadar yakın bize?
Öyleyse diyebilirimisin ki bütün ipler elimde.
Üzgünüm!
Kalbine söz geçiremeyen insan,
Yaşlarına söz geçiremeyen insan,
Duygularına söz geçiremeyen insan,
Düşüncelerine söz geçirmeyen insan,
Acaba neydi elinde olan?
40451775as1.jpg

Öyleyse ara ara savurur yaşam insanı,
Bilmediği kıyılara vurur denizler bazen.
Rüzgârın önünde ki yaprak misali,
Tanımadığı bir şehirde bulabilir, kişi bir gün kendini
"neden" diye sormaktan korkarız, duyacağımız cevap ağır gelir diye
Çünkü kendimizi dünde unutarak başlarız her sabah yaşama. Bu sebepten, kaybettiklerini daha çok özler insan,"Elimdekileri de kaybedebilirim." korkusunu taşımadan...
Sayfalar: 1 2 3 4 5 6