:: Duygusuz.com - Dostluk ve Arkadaşlık Sitesi

Orjinalini görmek için tıklayınız: Saadet Bayri Yazıları
Şu anda (Arşiv) modunu görüntülemektesiniz. Orjinal Sürümü Görüntüle internal link
Sayfalar: 1 2 3 4 5 6
yalnzlkkl8.jpg

İki delilik arasında sıkışıp kaldım. Yüreğimin başı dumanlı. Unutmuş kendini olmayacak bir yerde. Yalvardım, ayaklarına kapandım dönmüyor geri, zincirlemiş kendini açılmayan bir kapıya. İsyan çıkarmış benden habersiz. Şimdi tüm sözler faydasız, dönülmez geriye. Akıl ordularımı gönderdim, bastırsın diye. Sonuç: İçimde kilitli bir mahzende yüreğim duruyor, cezası baya uzun. İki de bir gelip gitme buralara, akıl ayrı sevda peşinde, yürek ayrı. İflah olmam ben bilesin bu diyarda. Her an firar çıkar korkusuyla duruyorum şimdilerde, yorgun ve sessizim bir şey sorma.
www_antoloji_com_779457_149.gif
Caddelerde kaybettiğim anılarımı topla ve bana geri getir. Kim olduğun, ne yaptığın yada yapacağın umurumda değil. Sen sadece dünlerimi topla tekrar bana.
Anıları olmadan bir insan ne işe yararsa, şimdilerde o kadar kıymetliyim.

Ya eski beni bul bana, yada hiç gitme kal. İstediğim çok şey değil aslında.
Anla !
Senden önce ve senden sonra diye başlatamam ömrümü.
Gideceksen, ya gelmeyecektin hiç, yada...
Yok yok yadası yok, gelmeyecektin işte.

Eylülde bütün arkadaşlarını kaybedip, tek başına bir ağaç dalında bekleyen yaprağım. Her gece yalvarıyorum rüzgara: "Lütfen rüzgar! Sert es ve düşür beni de diğerleri gibi. Yalnızlık yetti canıma"
Figüran olarak kaldım hayatımın eylülünde.

Oysa ne güzel düşlerim vardı senin de içinde olduğun.
Bir akşam çayı içmekti mesela, güneş batarken bir çaybahçesinde. Sessiz ve tebessümle.
O anda bütün zaman duracaktı ve...
Öyle işte...

Olmadı.

Binlerce kitap okudum.
Binlerce aşk şiiri.
Ama hiç birinden tad alamadım.
Senin dilinden dökülmedikten sonra, senin yüreğinden gelen cümleler olmadıktan sonra başkasının aşkından, satırlarından banane.
Şimdi aşkın bile ne albenisi var... Adı "sen" olmadıktan sonra.

İçinde kelebeklerin oluğu masa saatim tiktaklarıyla beynimi dövüyor. İçindeki kelebek ölüsüne her saniye mersiye düzüyor.
Tiktakların sebebi bu.

Üçüncü sayfada geçmiş adım, acınacak bir bakış çalmış bir gazeteci benden. Şimdi ne kadar denesem de, o bakışı yakalayamıyorum. Bütün gerçek filimler hayatımın içinden çekiliyor, sadece ben izleyemiyorum...
Ne kadar acı...

Eğer gerçekten anlamak isteseydin, anlatmak istediklerimi; içine yalan bulaşmadan farkedebilirdin günahlarını.

Ellerimi cebimden çıkarmadığımdan şikayet edip duruyorlar, oysa cebimde kimsenin görmediği bir öfke var.
Her dokunduğumda rahatlıyorum.
Daha bir kinleniyor; içime yerleşmek için izin isteyen af çocuklarını kovalıyorum.

Mevsim geçtiği halde sürüsünü kaybeden göçmen bir kuşum. Konacak bir yer arıyorum, artık kimse açmıyor penceresini.
Eceli bekliyorum, oda uğramıyor buralara...

"Konuş" diye zorlama beni. Konuşursam dağlar erir kahrından, sen nasıl dayanırsın bu kadar şikayete.
Gelme ne olur... Döve döve susmayı öğrettiğim yüreğimi, çapkın bir bakışınla yoldan çıkarma.

Ben artık kimliksizliğin, adressizliğin nedametini çekiyorum

Dokunma...
Pul pul dökülür adın dilimden satırlarına.

Sorma beni artık hiç kimseye.
Terk edilmiş bir şehrin en sessiz yerindeyim. Yıllardır konuşmayanların yattığı yerde, bir kürek elimde kendime yer kazıyorum.
Sakın gelme buralara, tüm şehir uyanır günahlarının sesinden.
Geri dön, gülüşlerinle kararttığın sabahlara.

Şimdi hoyrat bir yürek var bende, onuda saldım gitti. Karşılaşırsan tanımaz artık seni, sen de bırak kendi halinde tanıma onu.

Giderken ardıma bakmamayı öğrendiğim de, saçlarımda bir tane siyah yoktu.
Dün yanımdan geçtin tanımadın beni.
Bin kez eskittiğim zamanın içinden ben gidiyordum. Sen daha gencecik, geri dönüşlerin izini sürüyordun.

Ben seni bir okul sırasında, kalemle kazınmış bir kalpten çıkan okun ucunda unuttum. Yaşım on yedi...

Sen ise beni, o okun ucuna asıp gittin.

Arama!

Bende bulamıyorum artık kendimi...

Sela veriliyor buralarda, gözlerim kapanırken adımı duydum "maktul" diye sanki...
78a4775845be18d1b1e207498473d935.jpg

Gidecek yerim yok, şehir terminalinde bekliyorum.

Hangi yere gitsem, terkedişlerim bekliyor son durakta.


Cellat edasında ayrılıklarım, elinde bir urgan bakıp bakıp süzer bakışlarımı.


Korkularım yanıbaşımda, hiç bir yere gitmiyor.


Bu kaçıncı terk ettiğim şehir...
Bu kaçıncı kaçak gidişim...
Bu kaçıncı habersiz çekişim kapıları...
Şimdi gidecek bir yerim yok, her aşkla bir şehir terketmişim.
Kaldım kuytuda...
Ve nicedir arıyorum ihanetimin olmadığı son şehri.

Sevmenin en acı tadındayım. "Sevmek için, acıtmak lazım." demiştin.
Acı çektirmeden sevmek yok!
Öğrendim...
Gecesine ihanetimi astığım bir şehri daha terkediyorum şimdi.
Aşka beş kala, gidiyorum.
20080519131111_6%5B1%5D.jpg

Sensizlik nedir bilir misin?
Astımlı bir hastanın nefessiz kalıp, havasını bulamaması gibi birşey.
O anda ölmek ve yaşamak arasında gidip gelir.
Öyle bir hisseder ki ölümü, yaşama başladığı her anı milattan bilir.
Şimdiler de yaşamak ve ölmek arasındayım, artık sen bilirsin.
y1pkud06elafpnngwrexe0gyp3.gif

Vedalar soğuk olur sevgili....

Giderken titredi tüm zerrelerim, oysa ağustosun ortasında mevsim.
Ellerim buz kesti, zemherirde sokakta kalmış gibi hissettim kendimi.
O kadar üşüdüm ki koşmaya başladım şimdi. "Vedalar soğuk olur." demişlerdi. İnanmamış, dudaklarımda alaycı bir tebessümle gülüp geçmiştim.
Ama haklı çıktılar sevgili, buz kestim.
Sende sıkı giyin, üşüme şimdi.
f7d1fcfc8e2b82e05ab91b6efc0f94a5.jpg

Nefretin kıyısında oturuyorum, arada ayaklarımı değirip çıkarıyorum sularına. Buz kesmiştim sessizlikten. Seni severken saniyeleri bile hesaba katmışım. O kadar çok zamanım var sanma. Özlerken bitirdiğim zamanlara ancak yetiyor saydıklarım.

Deli dolu geçen zamanların içinde sadece korkularımı biriktirdim. Sevgi yoktu yanında sakladığım, yada gölgesinde üşüttüğüm. Hepsini seni beklerken kaybetmişim. Şimdi yalnızlığım karşımda, yokluğundan demlenmiş bir çay aramızda. İçsek mi? Beklesek mi? diye bakıyoruz birbirimize hala.
6742_1207648671.jpg


Sen benim kavgamdın. Boyum henüz kapının kolunu açacak kadar büyümemişti. Hâlâ annem açıyordu, dışarı çıkmak isteyince dış kapıyı.
Ne kadar zor ve uzun gelirdi o zaman kapılar. Bazen korkunç canavarlara bile benzettiğim olurdu.
Çocukluk bu ya ayakkabımı tek başıma giyme hayalleri kurardım. Büyüyecek ve tek başına çıkacaktım dışarıya, bu kadar kolay ve bu kadar basit olacaktı her şey işte.
İlk öğrendiğim şeydi ayakkabımın bağcıklarını bağlamak. Bilsen ne çok sevinmiştim o gün. Hayatdaki her şeyi öğrendiğimi sanmıştım.
Çocukluk bu ya, öyleydi de. Sen kavgayı hiç sevmezdin bilirdim. En nefret ettiğin şey birinin dövülmesiydi. Bu sana hiç adil gelmezdi. Her kavgaya tutuştuklarında mahallenin çocukları, ağlardın sen. Neden ağladığını hiç anlamazdım. Sırf sen üzülme diye, kimseyle arkadaşlık etmez, kimsenin oyununa katılmazdım.
Ancak bazen benim de üzerime gelirlerdi. Boyumdan büyük boylarına, benden çok daha güçlü pazılarına rağmen, onlarla kavgaya tutuşur ama hep yenilen taraf olurdum.
Senin beni cesur görmeni isterdim. Dayak yesem de, her yerim kanasa da sen cesur görmeliydin beni.
Her şeye rağmen seni koruduğumu bilmeliydin. Çocukluk işte, o anlarda seni her şeyden koruyacağımı düşünür; içten içe gururlanırdım. Adımlarımı farklı atar, ayaklarımı kaldırır daha uzun görünmeye çalışırdım. Büyüdüğümü görmek, beni çok mutlu ederdi.
Böyle günlerde eve gitmeyi hiç istemezdim. Saatlerce dışarıda kalır senin gidişini izlerdim. Çünkü her kavganın ardında annesinden azar işiten, babasından “Sen neden dövemedin?” diye dayak yiyendim.
Hiç ağlamazdım. Aslında yaşlarım akardı ve ben onları tutmaya çalışırdım. Babam dövse de her akşam beni, ben onu severdim. “Sevmem gerekliymiş” sen öyle söylemiştin.
Ama bu kadar acıya rağmen, hiç vazgeçmeyendim. Çünkü sen benim yüreğimdin.
Sabahları zor olurdu bizim evde. Hep “keşke hiç akşam olmasa da seni görsem” diye duâ ederdim. İsteğimin olmayacağını bilirdim ama seni ne kadar sevdiğimi tekrarlamış gibi hissederdim bu halimi.
***
Derken zaman geçti gitti. Hepimiz koca koca insanlar olduk. Ancak ben yüreğimi o çocukta bıraktım. Saf, temiz ve küçük şeylerden bile, dünya kadar umut çıkaran o çocukta. Hayatı kapı kolunda gören, sevmeyi öğrenmiş, nefreti hiç tanımayan bir çocuktu o.
Arasam belki bulurum biliyorum. Artık aramak değil hayal etmek istiyorum. Zira ne zamandır hayallerim kayıp, arada bu şekilde buluyorum.
kitabnkalbifz1.jpg

Sen bir efsanesin.
Tanıdıkça seni, Rabbimden neleri istemeyi unuttuğumu fark ediyorum; seveceğim insanın vasıflarını sayarken.
Sen bir masalsın.
Her seferinde masaldaki prens oluyorsun ve ben yıllardır seni bekleyen prenses. Masallarda ki gibi, biraz geciksen de, sen gelince beklediğim yılları unutturuyorsun
Sen bensin.
Hiç ummadağım bir şehirde, ummadığım bir anda bana bakıp aynı anda gülümsüyorsun.
Ve sen baharsın.
Gelişinle bütün çiçekleri meyveye döndüreceksin. Gelde gönlüm bir an önce yaza ersin.
krerbaseninkorkularnbenjc0.jpg


Sonları kim sever? Ya da “Aaa son günler, son anlar bunlar” derken, kim sevinir? Hiç kimse! Çünkü ayrılıklar vardır her sonun içinde. Gün geceye kavuştuğunda artık gözler uykuya yenik düşmek üzereyken, bir günün daha son bulduğu fark edilir. Uykudayken bile hüzünlenir insan. “Son”unda ömürden bir gün daha gitmiştir. Ve olsa olsa az verim almışızdır ya da keşkeler sırtımıza yüklenmiştir.
Son dakikalar bir daha geri gelmez. İstense de aynı duygular, aynı hisler yaşanmaz. Mesela bir terminalde yaşanır son dakikalar ve uzaklarda, çok uzaklarda bir şehre gidilir. Ve geride kalan her kişi bilir ki, giden elbet bir daha aynı kişi olarak dönmeyecektir. Bir son yaşanmış, hayatımızdan birileri eksilmiştir sonuçta. Her ne kadar giden biz veya başkası da olsa, geri dönme ihtimali vardır; ancak o âna bir daha dönülemeyeceği de muhakkaktır. Bel ki de bu yüzden gidene çok üzülürüz. Nitekim gidenin arkasından mendil sallayan herkes gözyaşlarıyla şunu anlatır: “Hangi duygularla geri gelecek acaba?” Gidenler de ağlar: “Kalan hangi yaşamın içine girecek, bu boşluğu kimle ve ne ile dolduracak ve neye alışacak?”
Yaşanan sonlar tarafların farklı algılamalarıyla boyut değiştirir. Mesela bir hastane odasında yaşanan sonlar… Ölmek üzere olan birisi ile ona ziyarete gelenleri düşünelim. Biri son nefesini tamamlamak üzeredir; diğeri onunla son anlarını geçirir. Son kez yüzümüze bakar. Son kez ellerimize dokunur, sıkar. Sarılır, ağlar; ama hiçbir şey yapamaz. “Keşke” denir defalarca ve bir “son”, somutlaşmış olarak karşımızda durur. Elimizden hiçbir şey gelmez. Kilitlenir bütün kapılar ve kapıların önünde çöküp ağlarız. Aslında sonlar ne kadar farklı da olsa, habersizce kapıyı çalıp yoluna devam etse de bir gerçek var ki, sonlar kişilerin içine yerleşir ve hayat bulur. Her kişiyi farklı anlamı içinde barındıran bir “son”a götürür.
“‘Son’lar bu kadar kötü de iyi tarafları yok mu?” diye soracak olursanız, elbette var ve her ne kadar sonlar sevilmese de birçok müjdeninde habercisidir. Düşünün bir kere, kış biter yaz gelir; gece biter, sabah olur ve kişi aydınlığa kavuşur. Hastalık gider, sağlık gelir. Acı biter, sevinç gelir. Ecel gelip de davetini sununca, her ne kadar kötü bir son olarak gözükse de yaşanılmışsa istenilen şekilde, en güzel hayatın başlangıcıdır. Çaresizlik içinde kıvranıp da, âcizlikten havaya kalkan bir çift el, yaşadığı tüm acıların sonunda mutlu bir başlangıca adım atabilir.
Öte yandan “son”lar gözyaşlarında saklanır. Kaybedilmiştir sevilenler, bir damla gözyaşı ile uğurlanmıştır. Ancak gidenin boşalttığı yeri dolduran, daha çok sevilir kimi zaman. Ve sonra mevsimler eklenir sonlara. Adına sonbahar denir. Ne gariptir ki, her ne kadar son olsa da ismi, okul panolarında ilk onun taşıdığı aylar sıralanır. Adı sonbahar olsa da en çok sevilen mevsimdir. Hem hüzünlendirir, hem sevindirir insanları. Zira hem başlangıçları hem bitişleri haber verir. Küçük bir kız için mavi önlüğünü giyip yakasını takarak saçlarını ördükten sonra okulun yolunu tutuşun başlangıcıdır. Yaşlı birisi için yazın biteceği son anlardır. Ve dara düşeceğinin işaretini veren ilk mevsimdir. Çünkü Sonbaharda artık üşüyecektir, soğuk havalarda yaşamanın zorluğu saracaktır kendisini.
Son kişiden, andan, konumdan konuma değişir. Tek bir kelimeyken hayatlar adedince anlam yükler sırtına. İster buna bakış açısı diyelim , ister yalın anlamı diyelim. Bu kelime çift duygu taşır içinde. Bazen sevinç yükler, bazen hüzün yüküne.
Bütün gidenler gibi, bende soruyorum “Ey son, hayatımın neresindesin? Ömrümün her yerinde misin? Anlarımın içinde hep suskun mu, yoksa bitmek bilmeyen bir çığlık mısın? Bazen öyle bir ses oluyorsun ki şehrimde, cam kırıkları kalıyor caddelerde sesinden geriye…
1219698378yagmur7nw8.jpg

Yüzümdeki damlalara bakma, dışarıdan geliyorum. Yağmur yağarken geçtim yüreğimden, bu yüzden ıslağım. Üzüldüğümü sanma sakın. Üzülmek için geç kaldım. Artık sadece gülüyorum. Gülüşüme bakıp, dünya umurumda değil sanıyorlar Yanıldıklarını bile söylemiyorum. İçimden akan yaşları, yine içimden siliyorum Sanma ki her gülen mutludur. Ben artık gülerken ağlıyorum.
Sayfalar: 1 2 3 4 5 6