Hoşgeldin, Ziyaretçi |
Sitemizden yararlanabilmek için Kayıt olmalısınız.
|
Forum İstatistikleri |
» Toplam Üyeler: 16,693
» Son Üye: mar7w7
» Toplam Konular: 98,525
» Toplam Yorumlar: 1,065,504
Detaylı İstatistikler
|
Kimler Çevrimiçi |
Toplam: 373 kullanıcı aktif » 0 Kayıtlı » 368 Ziyaretçi Applebot, Ask.fm, Bing, GoogleBot, Yandex
|
Son Aktiviteler |
Atatürk'ü Sevmek Zorundas...
Forum: Mustafa Kemal Atatürk
Son Yorum: Serdar102
09-09-2025, Saat: 08:31 PM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 22
|
ÖYLESİ'NE...
Forum: Güzel Sözler
Son Yorum: SunSet
08-28-2025, Saat: 10:17 AM
» Yorumlar: 12
» Okunma: 1,209
|
Tozlu Raflarda Kalmalı H ...
Forum: Kişisel Aşk Yazıları
Son Yorum: SunSet
08-27-2025, Saat: 11:31 AM
» Yorumlar: 3
» Okunma: 828
|
Gidene Mi Zor Kalana Mı ?
Forum: Kişisel Aşk Yazıları
Son Yorum: SunSet
08-27-2025, Saat: 11:05 AM
» Yorumlar: 2
» Okunma: 568
|
Diş Hekiminin Aşkı - Serd...
Forum: Aşk Hikayeleri
Son Yorum: Serdar102
08-26-2025, Saat: 07:21 PM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 59
|
Serdar - Genç Bir Yazar H...
Forum: Hikaye Uydurma Bölümü
Son Yorum: Serdar102
08-26-2025, Saat: 02:02 PM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 78
|
Sevimli Sürüngen Gabon'un...
Forum: Hikaye Uydurma Bölümü
Son Yorum: Serdar102
08-26-2025, Saat: 01:48 PM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 42
|
Gölgesiyle Yarışan Tay - ...
Forum: Hikaye Uydurma Bölümü
Son Yorum: Serdar102
08-26-2025, Saat: 01:45 PM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 41
|
Ot Yiyen Kaplan - Serdar ...
Forum: Hikaye Uydurma Bölümü
Son Yorum: Serdar102
08-26-2025, Saat: 01:39 PM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 40
|
Atatürk'ün Çocukluk Anıla...
Forum: Hayatı ve Anıları
Son Yorum: Serdar102
07-25-2025, Saat: 12:21 AM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 111
|
|
|
Sen |
Yazar: Xesar - 01-13-2014, Saat: 11:47 AM - Forum: Kişisel Makaleler
- Yorumlar (4)
|
 |
Tanıdığım tuhaf duyguların arasına bugünler de sen diye garip bir duygu ekledim.Nedendir bilinmez bir isim vermek istemiyorum.Sadece sen demek yeterli oluyor.Biliyorum ki sen de adlandırmak,herhangi bir sıfat eklemek istemiyorsun.Çünkü büyüsü bozulsun istemiyoruz.
Dolu dolu hayallere kapılıp gitmek yerine güzel rüyalar görmek her zaman daha mutlu eder insanı. Zira hayal kırıklıkları kalıcıdır,acısı kuvvetli ve bıraktığı yaralar her daim kanamak için fırsat bekler ruhumuzda.Oysa kötü rüyalar bir bardak su içince unutuluverir ve güzel rüyalar; uyandığımızda tatlı bir tebessüm bırakır dudaklarımızda.Ben hep rüyalarında kalmak,bazen rüyalarına gelen ak sakallı dede,bazen bir dost,bazen sokaktan geçerken gözlerine daldığın acaba o senmisin dediğin herhangi biri olmak isterim.
Geçmişte bıraktığım hayal kırıklıkları çocukken sapanımla kırdığım camlardan çok daha fazla.Listeye bir yada birkaç tane daha eklemek hiçte iç açıcı bir fikir gibi durmuyor.İnsanların hayata dair kalan birkaç parça umudunu çalmak,elinde kalan son misketiyle daha çok misket kazanabilmek umuduyla oyuna girip,son misketini de kaybeden çocuğun acısından ne kadar fazladır? bu sorunun cevabını hiçbir zaman öğrenemeyeceğim.Sorduğumuz tuhaf soruların her birinin cevabı aslında kendi yaşadığımız hayatta vardır çünkü insan soruları hep yaşadıklarından sonra öğrenir.Neden ben ? Neden böyle oldu ? Şu niye ? O neydi ? vs...Bu hayatı hep yeni sorular sorabilme umuduyla yaşamak bütün sorulara cevap bulabilmekten daha güzeldir.
Başlamakla bitmek,gitmekle kalmak gibi enteresan ikilemler arasında kalmamanın en güzel yolu duyguları sıfatlandırmamaktır. Başkaları için nasıldır bilemem ama en azından beni böylesi daha mutlu ediyor.Yarın daha mutlu uyanabilmek için güne, bu duygunun adını sen koydum ben bu günlerde...
|
|
|
Esimle Hic Tanismamisim... |
Yazar: acemhe - 01-11-2014, Saat: 10:32 AM - Forum: Kitap
- Yorum Yok
|
 |
Oğlum bir hafta sonra evleniyor. Sorumluluk sahibi bir baba olarak ona öğüt vermem gerekiyor.Fakat bunu evde yapamam çünkü annesi ağız tadıyla öğüt vermeme izin vermez, sözü ağzımdan kapıp kendi devam eder. İş yerimden oğluma telefon açtım, “Akşam yemeğini dışarıda birlikte yiyelim.†dedim. Deniz kenarındaki bu şirin lokantada şimdi onu bekliyorum. Geliyor aslan parçası, yakışıklılığı da aynı ben. Yan masadaki kızlar gözleriyle oğlumu süzüyorlar. Bakmayın kızlar, onu kapan çoktan kaptı. Hoş beşten sonra konuya giriyorum.
-Oğlum haftaya düğünün var, bir baba olarak sana bazı konularda yol yordam göstermem gerekiyor. Çocukluğunda suç işlediği zamanlardaki gibi birden bire kızardı. Kerata ne anlatacağımı zannettiyse!
-Baba ben yirmi altı yaşındayım, bazı şeyleri biliyorum artık.
-Ah senin o biliyorum zannettiğin konularda da çok bilmediğin çıkacak ama ben o konulardan bahsetmeyeceğim. Keşke konuşabilseydik ama henüz o kadar modern olamadım.  Rahat bir nefes aldı. Bu arada yemeklerimiz de geldi. Oğlumla şöyle keyif yaparak muhabbet edelim bakalım.
-Kaç dil biliyorsun oğlum sen?
-İngilizce, Fransızca, bir de Türkçe’mle üç dil oluyor.-Bugün ben sana dördüncü dili öğreteceğim. Dilin adı Bükçe. Kadınlar tarafından kullanılır. Sen buna “kadın dili†de diyebilirsin. Güldü. Güldüğü zaman benim yanağımdaki gibi küçük bir gamzesi var, o ortaya çıkıyor.
-Kadınların ayrı bir dili mi var?
-Tabii ki. Eğer kadın dilini bilirsen bir kadınla yaşamak dünyanın en büyük zevkidir, ama bu dili bilmezsen hayatın kararabilir. O yüzden bir kadınla mutlu olmak isteyen her erkek Bükçe’yi öğrenmeli.
- İyi de niye Bükçe?
-Çünkü kadınlar konuşurken, genellikle söyleyecekleri sözü net söylemezler. Eğip bükerler; onun için dilin adını “Bükçe†koydum.
-“Bükçe zor bir dil mi baba?†diye sordu gülerek.
-Bana bak, çok önemli bir konu ama eğleniyor gibisin, biraz ciddiye al. Bir kadınla mutlu olmak istiyorsan bu dili bilmen çok önemli. Çünkü kadınlar sözü bükerek bükçe konuşurlar sonra da senin sözün doğrusunu anlamanı beklerler. Felsefesini anlarsan kolay, anlamazsan zor. Mesela Çinli bir karın var, sen karına sürekli Fransızca “seni seviyorum†diyorsun ama karın hiç Fransızca anlamıyor. Fransızca “seni seviyorum†un onun için bir anlamı yoktur. Ona Çince seni seviyorum dediğinde seni anlayabilir.-Tamam baba, haklısın ciddiyetle dinliyorum. Peki, sence kadınlar neden bizimle aynı dili konuşmuyorlar, söyleyeceklerini direkt söylemiyorlar?
-Bence bir kaç sebebi var. Birincisi, duygusal oldukları için, hayır cevabı alıp kırılmaktan korktuklarından sözlerini de dolaylı söylüyorlar. İkincisi, kadınlar dünyaya annelikle donanımlı olarak gönderildikleri için onların iletişim yetenekleri çok güçlü.-Bu konuda biz erkeklerden bir sıfır öndeler yani?
-Ne bir sıfırı oğlum, en az on sıfır öndeler. Düşünsene, henüz konuşmayan, küçük bir çocuğun bile yüz ifadesinden ne demek istediğini hemen anlıyorlar. İşin kötüsü kendileri leb demeden leblebiyi anladıkları için biz erkekleri de kendileri gibi zannediyorlar. Onun için leb deyip bekliyorlar. Hatta bazen, leb demek zorunda kaldıkları için bile kızarlar. “Niye leb demek zorunda kalıyorum da o düşünmüyor?†diye canları sıkılır.
-Biz de bazen Canan’la böyle sorunlar yaşıyoruz. “Niye düşünmedin?†diye kızıyor bana.
-Kızarlar oğlum, kızarlar. Kadınlar ince düşüncelidirler, detaycıdırlar, küçük şeyler gözlerinden hiç kaçmaz. Bizim de kendileri gibi düşünceli olmamızı beklerler, fakat erkekler onlar gibi değil. Biz bütüne odaklıyız, onlar detaya. Beyinlerimiz böyle çalışıyor.
-Ne olacak baba o zaman, yok mu bu işin çaresi?
-Var dedik ya oğlum, Bükçe’yi öğreneceksin, bunun için buradayız. Hazır mısın?
-Hazırım baba.
-Bükçe bol kelime kullanılan bir dildir. Biz erkeklerin on kelime ile anlattığı bir konu, Bükçe’de en az yüz kelime ile anlatılır. Dinlerken sabırlı olacaksın. Mesela karın o gün kendine elbise aldı, diyelim. Bunu sana “Bugün bir elbise aldım.†diye söylemez. Elbise almak için dışarı çıktığından başlar, kaç mağazaya gittiğinden, almak için kaç elbise denediğinden, indirimlerden, yolda gördüğü tanıdıklarından, alırken yaptığı pazarlıktan devam eder ve sana kocaman bir hikaye anlatır.
-Hikaye dili yani?
-Aynen öyle. Sen akıllı bir erkek olarak ona asla, “Hikaye anlatma, ana fikre gel, kısa kes.†demeyeceksin. Böyle bir şey dediğinde bittin demektir. İster öyle de, istersen “seni sevmiyorum.†de. İki durumda da “seni sevmiyorum†demiş olacaksın.
-Ne alakası var baba “seni sevmiyorum†demekle “kısa anlat†demenin?
-Çok alakası var. Kadınlar dinlenmedikleri zaman sevilmediklerini düşünürler.
-Bu önemli. Bükçe’de dinlemek sevmektir diyorsun.
-Aynen öyle. Devam edelim. Bükçe ima dolu bir dildir. Kadınlar konuşurken bir şeyler ima etmeyi severler. Biz erkekler de imalı konuşuyoruz diye düşünürler ve gözlerimizle onlara ne demek istediğimizi çözmeye çalışırlar. Oysa erkeklerin ima yeteneği pek gelişmemiştir. Bizim kastımız söylediğimiz şeydir.
-Geçen hafta Canan bana “Bir kaç kilo daha versem gelinliğin içinde daha iyi duracağım.†dedi. Ben de “Böyle de iyisin.†dedim. Canı sıkıldı, bir kaç saat surat astı. “ -Neyin var?†diye sordum. “Hiçbir şeyim yok.†dedi. Sence nerede hata yaptım?
-“Böyle de iyisin†derken o “de†ekini orda kullanmamalıydın. Canan bunu şöyle anlamıştır. “Böyle de fena sayılmazsın, eh işte, idare edersin ama tabi daha da iyi, daha da güzel olabilirsin.â€
-Peki, ne demem gerekiyordu?
-Şunu hiç unutma. Kadınlar kendileri ile ilgili, giysileri ile ilgili ya da aileleri ile ilgili bir soru soruyorlarsa, kesinlikle iltifat bekliyorlardır. Es kaza eleştirmeye kalkarsan yandın. Bunu hiç unutmazlar. O gün “Hayatım sen zaten Çok güzelsin, kilo vermeye falan bence ihtiyacın yok.†deseydin, günün zehir olmazdı.
-Yani diyorsun ki bir kadın her daim güzeldir, her giydiği yakışır ve her kadının annesi bir hanımefendi, babası da beyefendidir. Bana ne yaparlarsa yapsınlar.
-Aferin oğlum, çok hızlı anlıyorsun bana çekmişsin. Kadının, kendi anne babasıyla sorunu olsa, kendi eleştirir ama asla senin eleştirmeni kabul etmez. Bunu kendine hakaret olarak alır.-Ve asla unutmazlar, değil mi?
-Aynen öyle. Yıllar önce annene, annesi için “Biraz cimri.†demiştim. Hala “Sen benim annemi sevmezsin.†der ve annesi bize bir şey aldığında gözüme sokar, en çok göreceğim yere koyar.
-Hadi o konularda dilimi tutarım da, şu ima işini çözmek zor geldi.
-Zor gibi ama biraz gayret edersen çözersin. En önemlisi imaları anlayacaksın ama “Sen şunu mu demek istiyorsun?†diye asla yüzüne vurmayacaksın.
-Anladım. Anlayacaksın ama anladığını belli etmeyeceksin. Buna şöyle de diyebiliriz. O beni iğnelediğinde “Niye bana iğne batırıyorsun?†Diye sormayacağım, o iğneyi ben kendi kendime batırmışım gibi yapacağım.
-Güzel ifade ettin oğlum. Mesela dün öğlen annen beni aradı. “Akşama tok mu geleceksin?†diye sordu. Beni biliyorsun akşam yemeklerinde hep evdeyimdir. Kırk yılda bir dışarıda yerim onu da haber veririm. Tabi ben hemen anladım annenin ne demek istediğini. “Tok gel, yemekle uğraşmak istemiyorum†demek istiyor. Anladım ama tabi “Ne demek istiyorsun?†demedim.
-Dün çok yorulmuştu baba, düğün alışverişine çıkmıştık.
-Bunun pek çok sebebi olabilir. Yorulmuş olabilir, bir kabul gününden tok gelmiş olabilir, bin beş yüzüncü diyetine başlamış ve o gün yemekle uğraşmak istemiyor olabilir. Ama bunu biz erkekler gibi kısa yoldan “Canım benim karnım tok, sen de dışarıda bir şeyler ye, ya da yorgunum, gelirken bir şeyler getir yiyelim.†demez. Sanki böyle derse, iyi ev kadını rütbesi tozlanacak, mevki kaybedecek. İlla Bükçe anlatacak, asık bir yüzle karşılaşmamak için senin de anlaman gerekiyor. “Hayır, evde yiyeceğim ama istersen hazır bir şeyler alıp geleyim, ne dersin? Dedim. “Tamam.†dedi. Döneri sever biliyorsun, dün eve giderken, ekmek arası döner yaptırdım. Onun dönerini de porsiyon yaptırdım. Bunu düşündüğüm için ayrıca sevindi. O da diyette, düğünde daha zayıf görünme derdinde bu sıralar.
-Bu Bükçe’de kısa konuşma yok mu baba?-Var ama yerinde olsam hiç tercih etmezdim. Kadın konuşmuyorsa ya da kısa konuşuyorsa kesin ciddi bir sorun var demektir. Mesela baktın canı sıkkın, soruyorsun, “Neyin var?†diye. “Hiçbir şeyim yok.†diyorsa, aman bir şeyi yokmuş diye bırakma. Yoksa az sonra, çok ilgisiz olduğundan yakınarak, ağlamaya başlar.
-Bükçe’de “Hiçbir şey yok.†demek “;Çok şey var, benimle ilgilen.†demek oluyor, o zaman.
-Evet. Biz erkekler “Bir şey yok.†diyorsak ya gerçekten bir şey yoktur, sadece başımızı dinlemek istiyoruzdur ya da bir şey vardır ama; “Şu anda konuşacak bir şey yok.†diyoruzdur. Her ikisinde de konuşmak istemiyoruzdur. Ama kadınlar ilgiyi sevgi olarak gördükleri için “Bana değer veriyorsan, ilgilen ki anlatayım.†demek istiyordur. Çok nadiren gerçekten anlatmak istemiyor olabilir, o zaman da fazla üstüne varıp bunaltmayacaksın tabi.
-Bir arkadaşım da “Kadınların ‘Peki.’ demesi tehlikelidir†demişti.
-Doğru. Bir kadının ağzından çıkan kuru bir ‘peki’, ‘olur’, ‘tamam’ her zaman tehlikelidir. Bu Bükçe’de “Şimdi tamam diyorum ama acısını daha sonra çıkaracağım.†demektir. Sana en kısa zamanda kesin bir ceza keser. Fakat pekinin yanında “Peki canım, olur hayatım†gibi bir hoşluk ekliyorsa korkmaya gerek yok.
-Zor bir dil baba.
-Yok yok gözün korkmasın, her yabancı dil gibi. İlk başlarda biraz çalışacaksın, pratik yapacaksın, bazen hatalar yapacaksın, dikkat edeceksin sonra otomatiğe bağlanırsın. Kolay yanı şu; senin bükçe konuşman gerekmiyor. Dili anlaman yeterli.
-Anlamak da pek kolay değil ama.
-Korkma, o kadar zor değil. En önemli kuralları ben sana öğretiyorum zaten. Devam edelim. Kadınlar istediklerini söylemek zorunda kalınca, düşünemediğimiz için biz erkeklere kızarlar ve konuşurken suçlayarak konuşurlar; fakat suçladıklarının farkında olmazlar. Sitem ediyoruz zannederler.
-Nasıl yani?
-Mesela, karın sana “Ne zamandır dışarı çıkmadık.†derse bunu suçlama olarak üstüne alma, canı seninle gezmek istiyordur, bunu sen düşünüp teklif etmediğin için kalbi kırılmıştır. Maksadı seni suçlamak değildir. “Daha geçenlerde gezmeye gittik.†gibi bir savunmaya girme. “Tamam canım haklısın, ben de istiyorum, en kısa zamanda gideriz.†de, konu kapanır.Tabi ilk fırsatta da sözünü yerine getirirsen iyi olur.
-Küçük ama önemli detaylar.
-Aynen öyle. Mesela karın â€œÜşüdüm.†diyorsa, “Üstünü kalın giy.†demeni ya da kombiyi açmanı değil, ona sarılmanı istiyordur.
-Keşke okullarda öğretselerdi biz erkeklere Bükçe’yi. Ne kadar erken başlasak o kadar çabuk kavrayabilirdik belki.
-Haklısın, aslında ben de sana öğretmek için geç kaldım. Neyse zararın neresinden dönülse kardır.-Not mu alsaydım… Epeyce detayı varmış dilin.
-Sen bilirsin oğlum, unutacaksan al. Keşke ben de not alıp gelseydim. Umarım sana eksik öğretmem. Şimdi aklıma geldi. Kadınların en nefret ettiği sözcük “Fark etmez.â€dir. “Fark etmezâ€i kadınlar “Hiç umurumda değil, ne yaparsan yap.†diye anlarlar.
-En değerli sözcük nedir?
-Sen bil bakalım.
-“Seni seviyorum.†herhalde.
-Evet, kadınlar “Seni seviyorum.†sözünü sık sık duymak isterler. Biz erkekler “;Söylemiştim, zaten biliyor.†diye bu konuda gaflete düşmemeliyiz.
-Bükçe sadece konuşma dili midir baba? Bunun bir de davranış dili var gibi geliyor bana.
-Zekan kesinlikle bana çekmiş. Ben de tam ona geliyordum. Davranışlar da çok önemli tabii. Kadınlar küçük şeylere önem verirler. Akşam ona sarıl, televizyon izliyorsan sarılarak izle. Gündüz onu düşündüğünü ifade etmek için kısacık da olsa bir mesaj gönder, küçük sürprizler yap. O yemek hazırlarken ona yardım et, salata yap, çay demle.
-Akşam gelip sırt üstü yatmak yok yani.-Gözünde büyütme. Sayınca çok şey gibi görünüyor ama aslında bunlar zaman alacak, zor ve masraflı şeyler değil. Sen bu küçük şeylere dikkat et, zaten karın sana paşa gibi davranır, seni yormaz. Bir erkek bu küçük şeylere dikkat etmezse zamanını karısıyla büyük kavgalar yaparak geçirir. Sevgiyle geçirmek varken niye kavgayla geçiresin ki? Kadınlar çok vericidir ama, eğer sen hep alıp hiç vermezsen, bir gün birden patlarlar. Küçük küçük alırlarsa, büyük büyük verirler.
-Tamam baba, bunlara dikkat edeceğim.
- Garson yemek tabaklarını kaldırırken oğlumun telefonu çalmaya başladı. Belli ki nişanlısı arıyor, konuşmak için deniz kenarına doğru adımlamaya başladı. Az sonra geldi.
-Baba çok teşekkür ederim. Bükçe’yi anlamaya başladım. Canan aradı. “Salonun perdeleri ne renk olsun karar veremedim, yarın birlikte mi baksak?†dedi. Tam “Fark etmez, sen seç.†diyecektim ki bunu senin söylediğin gibi “Ev de perde de umurumda değil.†gibi anlayacağı aklıma geldi. “Tabii canım, istersen birlikte bakabiliriz ama ben senin zevkine güveniyorum, sen seç istersen.†dedim, çok mutlu oldu. Kendi seçecek.
-O zaten perdeyi çoktan seçmiştir de kadınlar illa yaptıklarını onaylatmak isterler. Birlikte de gitsen o seçtiği perdeyi almak isteyecektir. Biz erkekler onların ne demek istediklerini anlarsak, işlerden kolay sıyırırız.
-Baba tekrar teşekkür ederim. Bu iyiliğini hiç unutmayacağım. Bana Bükçe’yi öğretmeseydin halimi düşünmek bile istemiyorum.
-Şanslısın oğlum. Benim seninki gibi bir babam yoktu. Bunları deneye yanıla öğrenmem yıllarımı aldı. Sen yine iyisin, hazıra kondun. Güle güle kullan, isteyene de öğret, herkes de güle güle kullansın. Kullansınlar ki yüzleri gülsün.
|
|
|
İki Yaramaz Çocuk |
Yazar: Xesar - 01-10-2014, Saat: 08:12 PM - Forum: Kendi Şiirleriniz
- Yorumlar (6)
|
 |
Yaramazlık yapmayı özlemiş
İki küçük çocuğun öyküsü bu aslında
Sen bir parça hüzün katıyorsun,
Ben süslüyorum kahkahalarla
Sen kafama vurup kaçıyorsun
Ben saçını çekip yakalanıyorum…
Sen hayati labirent gibi görüyorsun
Ben yönünü bulmana yardimci oluyorum.
Biz hayati istop gibi yasiyoruz aslinda
Sen topu atip renk soyluyorsun
Ben o topu tutup o rengi bulman icin cabaliyorum.
Sen renk oluyorsun
Ben ise senin fırçan...
Daracik sokaklarda saklambac oynayan
Ebe olan ve yakalanma korkusu tasiyan
Iki küçük cocugun öyküsü bu...
Ben hala kaybolan misketlerimi arıyorum
Sen kaybettiğin tokalarına ağlıyorsun
Birkaç parça gülümsemeyle mutlu olan
Bakkaldan küçük çikolatalar aşıran
Mahalledeki zillere basıp kaçan
İki küçük çocuğun öyküsü bu...
Sen barbie bebeklerine elbise dikiyorsun
Ben uzaktan kumandali arabamla oynuyorum
Cocuguz ya ikimiz de
Buyuyecegimiz gunu hayal ediyorum
Utangac bakislarlarla baslayan
Sonunda gozlerinden kalbine akacagim,
O gunun hayali ile yasiyorum...
Oyuna ve hayallere dalıp arka mahalleye kadar kaçıyoruz
Öyle kapılmışız ki farkına bile varamıyoruz
Kargaşa sesleri arasında annenin sana seslendiğini duyuyorum
Sonra alıp götürüyorlar seni,dönüp hüzünlü bir bakış atıyorsun
Misketlerimi fırlatıp sokağa arkandan bakıyorum gözlerim dolu dolu
Oyunu bölünmüş iki yaramaz çocuğun öyküsü bu...
|
|
|
Sensizlik Şehri * Candan Ünal |
Yazar: acemhe - 01-09-2014, Saat: 01:41 PM - Forum: Makale
- Yorumlar (9)
|
 |
Bilmediğim duygularla tanıştım. Yan komşularım acı, keder ve anılar. Akşamları balkonda kahve içiyoruz hasretinle, bir sen yoksun, bir de boşuna kurulmuş hayaller. Yeni evimin duvarları hüzün rengi, mutfağımda kavanozlara dizili duruyor gözyaşlarım.
Yine de her şey o kadar gamlı değil. En azından oturduğum sokağın adı umut! Bu sokakta ümitsizce oturmak benim bahtsızlığım olsa da, kaderle kavga etmiyorum. İki bayram arası aşk olmaz diye, iki yağmur arasını bekliyorum. Gerçi bu takvim yapraklarının sakinliği ömrümü yiyor ama olsun, sabrediyorum.
İçimden bir ses diyor ki, şu yeni mahallede apansız karşılaşacağız bir gün. Sen de yakınlarda bir yere taşınacaksın elbette! Bu eski şehrin evleri hep kiralık. Korkarım ben de sokak olacağım buralarda bir yere. Adım hayal kırıklığı olacak. Tesadüf bu ya, senin camın hep bana bakacak.
Sesli sevişmelerden, mırıldanılan kavgalara dönüştüğümde gitmeliydim aslında. Geç kalınmış bir okul gününe gider gibi hazırlanıp, yeniden sevecek gücüm varken taşınmalıydım sevdadan. Geç kaldım! Olsun, buna da alışıyor insan. Zaten kim destan yazabildi ki, Leyle ile Mecnun’dan sonra?
Bu evin şaşırtıcı manzaraları var. Cinnetle cinayet arasında gelip giderken aklım, pencereden bakıp, Cezayir menekşeleri gördüm bir akşamüstü. Vazgeçtiklerimi hatırladım. Sana vuruldum yeniden, bir daha aşka karşı boynum bükük, sustum.
Sabah kahvesinden sonra, fal kapattım. Kim bakacaksa? Yalnızlığım açtı fincanı. İçim kabarmış ama yakında geçecekmiş. Sonra telvenin ortasında bir göz varmış, gözü çıksın her kimse diye geçirdim içimden. Bir de üç vakte kadar kapımı uzun boylu bir aşk çalacakmış ama gel gör ki, o sırada ben evde olmayacakmışım. Falım bile kısmetsiz yani!
Yüzümü değiştirsem diyorum. Burnumu küçültüp, dudaklarımı büyütsem, ruhum da güzelleşir mi? Hayallere yasak yok nasılsa, koluma da bir hınzır sevda bulutu takarım. Sonra benden keyiflisi olmaz dünyada.
Aklımın kıvrımlarına girmişsin, kalbimin tamamında resmin var. Ne yapsam olmuyor. Kaçtığım, saklandığım kadar sana düşüyorum. Sensizlik şehrinde ben, hangi semte taşınsam mutlu olamıyorum. Bu ayrılık ne acı bir duygu, insan kendini ne kadar yoksul hissediyor? Yine de bir ışık var çünkü ben aşk manzaralı umut sokağında oturuyorum…..
Candan Ünal
|
|
|
Yasin Suresi 6. Ayeti Nasıl Anlamalıyız |
Yazar: halukgta - 01-09-2014, Saat: 12:03 PM - Forum: İslam
- Yorum Yok
|
 |
Allah Yasin suresinde, hikmet dolu Kur’an ın Allah tarafından, elçisi yoluyla bizlere tebliğ edildiğinden bahseder. Ayrıca 6. ayetinde de çok dikkat çekici bir söz söyler. Önce ayeti yazalım, daha sonra üzerinde birlikte düşünelim.
Yasin 6: Babaları/ataları uyarılmamış, bu yüzden kendileri de gaflet içinde kalmış bir toplumu uyarman için (seni gönderdik).
Önce babaları ya da ataları uyarılmamış cümlesini, Kur’an bütünlüğünde doğru anlamaya çalışalım. Bu ayetin indirildiği zamanı düşünelim önce. Allah o günkü toplumu uyarmak için, Kur’an ı gönderdiğini söylüyor. Peki, o günkü toplum ya da onların babaları, ataları Allah tarafından uyarılmamış mıydı?
Elbette bunu düşünmemiz mümkün değil. Çünkü o günkü toplumun genel çoğunluğu ya Yahudi ya da Hıristiyan’dı. Yani ellerinde hem Tevrat, hem de İncil vardı. Bu durumda o günkü toplumun atalarının Allah tarafından uyarılmadığını söylememiz mümkün değil. Peki, ayette anlatılmak istenen ne?
Bu düşüncemizi yine Kur’an bütünlüğünde anlamaya çalışalım. Bakın Allah ne söylüyor.
Saffat 69. Çünkü onlar, babalarını sapıtmış kişiler halinde bulmalarına rağmen,
70. Kendileri de hâlâ onların eserleri ardınca koşturuyorlar.
71. Yemin olsun, daha önce ilk nesillerin çoğu da sapmıştı.
72. Yemin olsun, onların içlerinde uyarıcılar görevlendirmiştik.
Sanırım bahse konu Yasin suresi 6. ayet çok daha açık anlaşıldı. Yaradan Kur’an ı yine kendi içinde o kadar güzel açıklıyor ki, anlayan hemen anlıyor, anlamak istemeyen kendi nefsinde kelimeleri evirip çevirip, Allah ın hiç bahsetmediği anlamları veriyor, tabi o zamanda yanlış anlıyor.
Demek ki peygamberimizin, Kur’an ı tebliğ ettiği toplumun ataları, uyarılmış Allah tarafından. Ama uyarı dikkate alınmamış. Uyarıya gereği gibi inanmamış, yaşamına geçirmemiş bir neslin torunları var, Kur’an a ilk muhatap olan.
Allah O günkü toplumun atalarını uyardığı halde, onlar bu uyarıdan sapmış ve onların torunları da gerçeklerin arayışında olmayıp, atalarının yanlış inançlarını takip etmişler.
Ataları/babaları uyarılmamış sözünden, demek ki anlamamız gereken, ataları uyarıldıkları halde uyarıları dikkate almamış, böylece uyarılmamışlar arasında yer almışlar şeklinde anlamamız gerekir ayeti.
Kur’an dan bu düşüncemize, örnekler vermeye devam edelim.
Fatır 24: Şu bir gerçek ki, biz seni hak ile bir müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik. HİÇBİR ÜMMET YOKTUR Kİ, İÇİNDEN BİR UYARICI GELİP GEÇMEMİŞ OLSUN.
Nahl 36: Andolsun BİZ, HER ÜMMETE, “ALLAH’A KULLUK EDİN, TÂĞÛTTAN KAÇININ†DİYE PEYGAMBER GÖNDERDİK. Allah, onlardan kimini doğru yola iletti; onlardan kimine de (kendi iradeleri sebebiyle) sapıklık hak oldu. Şimdi yeryüzünde dolaşın da peygamberleri yalanlayanların sonunun ne olduğunu görün
İsra 15: Kim doğru yolu bulmuşsa, ancak kendisi için bulmuştur; kim de sapıtmışsa kendi aleyhine sapıtmıştır. Hiçbir günahkâr, başka bir günahkârın günah yükünü yüklenmez. BİZ, BİR PEYGAMBER GÖNDERMEDİKÇE AZAP EDİCİ DEÄžİLİZ.
Değerli din kardeşlerim, bu ayetleri okuduğumuzda, Yasin suresi 6. ayet ne kadar güzel Anlaşılıyor değil mi? İşte bizlerin her konuda yapmamız ve takip etmemiz gereken yöntem böyle olmalıdır. Ayetleri doğru anlamak istiyorsak, mutlaka yine yardımı Kur’an dan almalıyız. Çünkü Allah, biz her şeyden nice örnekleri, değişik ifadelerle verdik ki anlayasınız diyordu.
Bugün yapılanlar gibi, ayette geçen bir kelimeye, sırf atalarımızdan gelen hurafe itikatlara delil olsun diye, Kur’an ın hiç bahsetmediği, açıklık getirmediği çok farklı anlamlar vererek, Kur’an ı anlama yolunu lütfen seçmeyelim. Kendimizi aldatırız.
Kur’an ı rivayetlerden, emin olmadığımız bilgilerden öğrenmek anlamak yerine, Kur’an dan öğrenmeye çalışmalıyız. Bu yolu izlemezsek, atalarımızın yaptığı yanlışa düşeriz. Çünkü geçmiş kavimlerde, atalarının üzerinde buldukları yanlış inançları takip ettikleri için saptılar, yoldan çıktılar.
Televizyonda dini bir sohbette, aynen şu ifadeler kullanıldı.
(Kur’an ı doğru anlayabilmek, öğrenebilmek için, ehlisünnet âlimlerin kitaplarına bakmamız gerekir.)
Değerli din kardeşlerim, Yüce Rabbimiz Kur’an da bizlerin sorumlu olduğumuz muhkem ayetleri, açıklayıp anlatamıyor mu sizce? Allah katından bizlere rehber olsun diye gönderilen bu NUR, IŞIK, FURKAN acaba beşeri bir açıklamaya muhtaç olabilir mi? Dini öyle böldük ve parçaladık ki, sizin mezhebinizin âlimleri kâfirdir, katli vaciptir diyecek kadar, birbirimize düşman olduk. Allah ıslah etsin cümlemizi.
Allah sizlere apaçık bir NUR indirdik, güvenilecek yardım istenecek veliniz yalnız benim, sakın velilerin ardına düşmeyin diye uyarıyor da, sizleri Kur’an dan sorumlu tutuyorum, hesaba çekeceğim diye hüküm veriyorsa, sizce Allah katından bizlere rehber olsun diye indirilen kitabın MUHKEM AYETLERİNİN, beşeri bir açıklamaya mutlaka ihtiyacı var dememiz, yüce Rabbimize saygısızlık değil midir?
Allah sakın dinde bölünmeyin diye özellikle uyarıyorsa, lütfen Allah a kulak verelim. Çünkü peygamberimizde yalnız Kur’an a uymuş ve yalnız Kur’an ile topluma hükmetmiştir.
Kur’an ı anlamaya çalışırken, önce kendimiz bizzat elde Kur’an anlayarak, düşünerek okumalı ve çaba harcamalıyız, daha sonra araştırmalıyız, sormalıyız. Çünkü hepimiz birbirimize muhtaç yaratılmışızdır. Rabbimiz bizleri Kur’an dan imtihan ettiğini söylüyor. Kur’an ı doğru anlamak isteyen, önce Kur’an dan yardım alır. Çünkü Allah ayetlerini açıkladığını, nice örneklerle izah ettiğini, daha açıkçası yemin ederek Kur’an ı kolaylaştırdığını söylüyor. Şunu lütfen unutmayalım, Allah açıklamadığı, örnek vermediği, izah etmediği hiçbir konudan hesap sormaz, sorumlu tutmaz.
Dilerim Yüce Rabbimden, Kur’an ı anlamak ve yaşamak için, yanlış kaynaklardan değil, bizzat Kur’an ın kendisinden öğrenme çabasını gösteren ve Kur’an ın sınırlarını aşmayan, Aklını kullanarak iman eden, Rabbin halis kullarından oluruz.
Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
|
|
|
Peygamberimizin ÜMMİ Oluşundan Alınacak Dersler |
Yazar: halukgta - 01-09-2014, Saat: 12:01 PM - Forum: İslam
- Yorum Yok
|
 |
Kur’an öyle rehber ve yol gösterici bir kitap ki, onu anlayarak, bilerek ve düşünerek okuduğumuzda, gönül gözümüzü açacağını ve o Kur’an ın NURU ile gönlümüzü aydınlatacağını anlatır bizlere.
Yazıma başlamadan önce, sizleri peygamberimizin yaşadığı dönemi düşünmeye davet ediyorum. Acaba peygamberimiz, Allah tan elçilik görevini almadan önce ne konumdaydı. Yani peygamberimiz yoldan sapmış, sanı ve rivayetlerle yaşanan Yahudi ya da Hıristiyanlık inancına tabi miydi?
Bu sorunun cevabını vermeden önce, Yahudilerin ve Hıristiyanların o devirde itikat ve inançlarının durumu nasıldı? Yine Kur’an dan öğrendiğimize göre, Allah ın kitapları devre dışı bırakılmış, rivayetler, atalarından gelen hurafeler ve sanı dine hükmeder olmuş bir durumda olduğunu anlıyoruz. Allah tan yardım isteneceğine, edindikleri şefaatçilerden/velilerden medet umar olmuşlar.
Peygamberimizde yaşanan dinin yanlışlığının farkında olarak, her zaman büyük bir arayış içinde olmuş ve Allah a sürekli yalvararak, doğruyu arama çabasında olduğunu, Kur’an dan bakın nasıl anlıyoruz.
Bakara 144: Biz senin, yüzünün habire göğe doğru çevrildiğini elbette görüyoruz. Hoşlanacağın bir kıbleye seni elbette döndüreceğiz. Artık yüzünü Mescid-i haram yönüne çevir. Nerede olsanız yüzünüzü Mescid-i haram yönüne döndürün. Kendilerine kitap verilenler, onun, Rablerinden bir gerçek olduğunu çok iyi bilirler. Allah onların yapıp ettiklerinden habersiz değildir.
Yukarıdaki ayeti Kur’an bütünlüğünde, dikkatlice incelediğimizde, peygamberimizin o günkü yoldan çıkmış itikada, inanca, dini fırkalara tabi olmayarak, habire yüzünü gökyüzüne çevirip Allah a dua ettiğini, Allah ın bu duayı gördüğünü söylüyor. Peygamberimizin duası, Allah ın doğru yolunu bulmak adına olduğunu anlıyoruz.
Ayetin devamında, seni hoşlanacağın bir kıbleye elbette döndüreceğiz diyor. İşte tam burada hatırlatmak istediğim bir konu olacak. Burada belirtilen kıble ne anlama geliyor? Bugün ne yazık ki bu ayette geçen şu sözlerden yola çıkılarak, bakın nasıl bir anlam veriliyor.
(Artık yüzünü Mescid-i haram yönüne çevir.)
Bu cümleden yola çıkarak, namazlarınızı kılarken Mescid-i Harama dönün anlamı çıkartılıyor. Hâlbuki Allah bu konudan tek kelime dahi bahsetmiyor, yani namazlarınızı kılarken bu yöne dönün demiyor. Eğer öyle söylemiş olsaydı, bunu açıkça söylerdi. Çünkü Allah biz her şeyden nice örnekleri, değişik ifadelerle verdik ki anlayasınız diyor.
Yaradan daha önce Ehli kitaba namazlarını kılarken, Mescidi Aksaya dönerek kılın demiş olsaydı ki böyle bir bilgi Kur’an da asla geçmez, bunun açıklaması da mutlaka yapılırdı. Çünkü namaz yalnız peygamberimize değil, tüm Ehli kitaba farz kılınmıştır. Ne yazık ki bu ve buna benzer yanlış anlaşılmalar, ayetleri Kur’an a göre değil, rivayetlere göre anlamaya çalıştığımız için olmaktadır.
Peki, yüzünü Mescid-i haram yönüne çevir demekle neyi kast ediyor. Önce bu ayette kıble kelimesinden ne anlamalıyız ona bakalım.
Kıble: Sıkıntılı bir durumda yardım umarak başvurulan, takip edilecek doğru yön.
Bakın ayette kıble kelimesi nasıl yerini buldu. Takip edilecek doğru yön. Zaten ayetin devamında da;
(Kendilerine kitap verilenler, onun, Rablerinden bir gerçek olduğunu çok iyi bilirler. Allah onların yapıp ettiklerinden habersiz değildir.)
Buradan da anlaşılıyor ki, takip edilecek yok Allah ın gönderdiği rehber Kur’an ın yolu. Peygamberimizin devrinde din ve iman o kadar yanlış yollara saptırılmış ki, Allah ın doğru yolundan, yani KIBLESİNDEN sapmıştı. Bakın aşağıdaki ayette bu konu ne kadar güzel açıklanıyor.
Bakara 145: Yemin olsun, Ehlikitap'a sen her türlü mucizeyi getirsen de onlar senin kıblene uymazlar; sen de onların kıblesine uymayacaksın. Onlar birbirlerinin kıblesine de uymazlar. Eğer sen, ilimden nasibin sana geldikten sonra onların boş ve iğreti arzularına uyarsan, işte o zaman kesinlikle zalimlerden olursun
Allah peygamberimize, sen ehlikitaba istediğin mucizeyi getir sende, senin kıblene yani senin doğru yoluna uymazlar, çünkü Allah ın yolundan KIBLESİNDEN sapmışlardır diye açıklama yapıyor. Elbette sende onların kıblesine yani takip ettikleri inanca, imana uymayacaksın diyerek uyarıyor. Bir başka örnek daha verip, onlar kendi aralarında da bölünmüşler ve farklı yollar izledikleri için, birbirlerinin kıblelerini yani yöneldikleri yolu kabul etmezler, diyerek dikkatimizi çekiyor.
Yukarıdaki ayette geçen KIBLE kelimesini dikkatle inceleyelim. Eğer Allah bu kelimeyle namazlarınızı kılarken bu yöne dönün anlamında söyleseydi, bunu açıkça söylerdi. Fakat dikkat ediniz, namaz yani salât kelimesi asla geçmiyor.
Şimdide size, peygamberimizin elçilik görevi tebliğ edildiğindeki bir özelliğinden daha bahsetmek istiyorum. Önce ayeti yazalım.
Araf 158: De ki: 'Ey insanlar, ben Allah'ın hepinize gönderdiği bir elçisi (peygamberi)yim. Göklerin ve yerin mülkü yalnız O'nundur. O'ndan başka ilah yoktur, O diriltir ve öldürür. Öyleyse Allah'a ve ümmi peygamber olan elçisine iman edin. O da Allah'a ve O'nun sözlerine inanmaktadır. Ona iman edin ki hidayete ermiş olursunuz.
Ayette geçen ÜMMİ peygamber sözü ile Allah ne anlatmak istiyor bizlere? Burası çok önemli. Hatırlarsanız ümmi kelimesini günümüzde, okuma yazma bilmeyen olarak açıklanır. Acaba Allah bu ayetiyle elçisinden bahsederek, okuma yazma bilmeyen bir elçiye uyun demiş olabilir mi? Ya da Allah okuma yazma bilmeyen bir elçi görevlendirir mi? Gelin ÜMMİ kelimesinin ne anlama geldiğini, yine Kur’an dan anlamaya çalışalım ki, peygamberimizin o dönemdeki konumu, çok daha iyi anlaşılabilsin.
Ali İmran 20: Eğer seninle tartışmaya girerlerse de ki: "Bana uyanlarla birlikte ben kendimi Allah'a teslim ettim." Ehl-i kitaba ve ümmilere de: "Siz de Allah'a teslim oldunuz mu?" de. Eğer teslim oldularsa doğru yolu buldular demektir. Yok, eğer yüz çevirdilerse sana düşen, yalnızca duyurmaktır. Allah kullarını çok iyi görmektedir.
Yukarıdaki ayette, Allah elçisinin Ehli kitaba ve ümmilere seslenerek, Allah a teslim oldunuz mu demesini istiyor. Dikkat ettiyseniz Ehli kitap ve ümmiler. Yani iki farklı toplum var. Eğer ümmilere okuma yazma bilmeyenler dersek yanlış olur. Çünkü Ehli kitap içinde, zaten okuma yazma bilmeyen çok insan vardı o devirde. Okuma yazma bilmemek, Ehli kitap tan olmadığı anlamına asla gelmez. Demek ki ümmi sözcüğünün anlamı çok farklı. Devam edelim, ümmi kelimesiyle Rabbimiz ne anlatmak istiyor.
Ali İmran 75: Ehlikitap'tan öylesi vardır ki, ona yüklerle emanet teslim etsen onu sana iade eder. Onlardan öylesi de vardır ki, ona bir dinar emanet etsen, tepesine çökmedikçe onu sana geri vermez. Bunun sebebi şudur: Onlar: "Ümmîlerin, bizim aleyhimize yol bulmaları mümkün değildir." demişlerdir. Onlar, bilip durdukları halde, Allah hakkında yalan söylerler.
Yukarıdaki ayette aslında ümmilerin, Ehli kitap olmayan toplumlar olduğu anlaşılıyor. Çünkü Ehli kitap tan olanlar, ümmilere karşı çok sert davranıp, onların haklarını gasp ettiklerinde, buna kendilerinin haklarının olduğunu düşünmelerinden kaynaklanıyor. Çünkü ümmiler Ehli kitabın inançlarını kabul etmiyorlardı. Tabi yoldan sapmış Allah ın kitabından uzaklaşmış bir Ehli kitaptan bahsediyoruz, bunu da unutmayalım. Ümmilere haksızca davranan ve kendilerinin buna hakları olduğunu düşünenlere, Rahmanın cevabı aslında çok düşündürücüdür.
Aslında aşağıdaki ayet, tüm söylediklerimizin bir özeti konumunda. Bakın Allah elçisinin ÜMMİ oluşu konusunda ki açıklamayı nasıl yapıyor.
Şura 52: İşte biz böylece sana da emrimizden Kur'ân'ı vahyettik. YOKSA SEN KİTAP NEDİR? İMAN NEDİR BİLMİYORDUN. Fakat biz onu bir nur kıldık. Onunla kullarımızdan dilediğimizi doğru yola iletiyoruz. Şüphesiz ki sen de insanları doğru bir yola götürüyorsun.
Bu ayetten de anlaşılıyor ki, peygamberimiz o gün yaşanan ehli kitabın hiç birisine tabi olmamış. Peki, neden tabi olmamış? Çünkü yukarıda da belirttiğimiz gibi, Allah ın emrettiği din yolundan sapmış da ondan. Tüm bu bilgiler ışığında düşündüğümüzde, yoldan sapmış bir inanca tabi olmaktansa, doğrunun arayışında olmak, Allah katında en doğru olan olduğunu çok daha iyi anlıyoruz. Allah ın değişmeyen ve korunan rehberi, bugün elimizde sapasağlam duruyorsa, bizlerin yapacağı da çok açıktır.
Bakara suresi 78. ayette, ümmi konusuna açıklama yapıyor ve bakın ne diyor.
(Onlardan bir kısmı ümmidir. Kitabı bilmezler; (bildikleri) bir sürü asılsız şeylerden başkası değildir ve yalnızca zannederler.)
Demek ki ÜMMİLER kitabı bilmeyenler, yani o günün ehli kitabın inançlarına tabi olmayanlar. Aşağıdaki ayet ise peygamberimizin o dönemdeki konumunu daha da net açıklıyor.
Cum’a suresi 2: O, ümmîler içinde, kendilerinden olan ve onlara ayetlerini okuyan, onları arındırıp-temizleyen ve onlara kitap ve hikmeti öğreten bir elçi gönderendir. Oysa onlar, bundan önce gerçekten açıkça bir sapıklık içinde idiler.
Allah ayetlerini o kadar güzel açıklıyor ki, yeter ki onu anlamaya çalışmak için çaba harcayalım. Ayetleri birilerinin nefsine, inancına feda etmeyelim. Ayette Allah, görev verdiğim elçiyi ÜMMİLERİN içinden seçtim diyor. Ayete dikkat ediniz, kendilerinden olan ve onlara ayetleri okuyan, onları arındırmaya çalışan, kitabı öğreten peygamberimizden bahsediyor.
Buradan da anlıyoruz ki, ümmiler okuma yazma bilmeyen değil, tam tersine Ehli kitaba tabi olmayanlar olduğu anlaşılıyor. Peygamberimizin de bunların içinden, hakkın/doğrunun arayışında, güvenilir ve saygın bir insan olduğunu Kur’an dan öğreniyoruz.
Zaten o devrin Ehli kitap toplumunun, peygamberimize en büyük karşı çıkışı, inanmak istemeyişindeki itirazları, kendi içlerinden bir peygamber çıkmayışınadır. Ehli kitap, Allah elçi göndermiş olsaydı, bizim aramızdan gönderirdi diyerek itiraz ediyorlardı.
Günümüzde ÜMMİ nin anlamını, okuma yazma bilmeyen anlamına delil gösterdikleri ayeti önce hatırlayalım, daha sonrada üzerinde birlikte düşünelim.
Ankebut 48: Sen bundan önce herhangi bir kitap okumuyordun; onu sağ elinle de yazmıyorsun. Eğer öyle olsaydı, batıla saplananlar mutlaka kuşku duyacaklardı.
Aynı ayeti başka bir mealden de yazalım ki, ayet daha iyi anlaşılsın.
Ankebut 48: Çünkü [ey Muhammed,] sen bu [vahyin gelmesi]nden önce herhangi bir ilahî kelâmı okumuş ya da onu kendi ellerinle yazmış değildin; öyle olsaydı, [sana vahyetmiş olduğumuz] hakikati çürütmeye çalışanlar, insanları [onun hakkında] kuşkuya sevk edebilirlerdi.
Şura suresi 52. ayetini hatırlayalım ne diyordu elçisine Yaradan?
(Yoksa sen kitap nedir? İman nedir bilmiyordun.)
Demek ki Allah, sen bundan önce din adına herhangi bir kitap okumuyordun ve yazmıyordun demekle, o günün ehli kitabına ait kitapları okumuyordun ve bu konuda hiç bir şeyde yazmamıştın yani hiçbir bilgin yoktu, dediği çok açık anlaşılıyor. Eğer Allah Ankebut 48. ayetinde, sen okuma yazma bilmiyordun demek isteseydi, bunu çok açıkça söylerdi. Kur’an ın hiçbir ayetinde, peygamberimizin okuma yazma bilmediğine dair tek bir açıklama yoktur. Ümmi kelimesinin anlamı da yukarıda verdiğim ayet örnekleri ile çok açık anlaşılmaktadır. Allah ilk ayetinde, Allah ın adıyla oku diyor da, elçisi okuma yazma bilmiyorsa, bu bilgi mutlaka Kur’an da açıkça verilir, izah edilirdi.
Ayetin sonunda Allah ın söylediği cümle, aslında dikkatle düşünüldüğünde her şeyi açıklıyor.
(Eğer öyle olsaydı, batıla saplananlar mutlaka kuşku duyacaklardı.)
Peki, kuşku duyulacak ne olabilir? Eğer ümmi kelimesine, okuma yazma bilmeyen anlamını verirsek, asıl o zaman kuşku duyulurdu. Çünkü okuma yazma bilmeyen bir insana uyulmanın, büyük hata olacağı toplumda tedirginlik yaratırdı. Asıl kuşku duyulmamasına neden, peygamberimizin bir ehli kitap olmadığı için, bu kitabı kendisinin yazmasının mümkün olamayacağı, o devrin inançlarından uzak olması nedeniyle, insanların Allah ın elçisine indirdiği kitaptan, şüphe edemeyecekleri anlatılıyor. Ama bizler ÜMMİ kelimesine, ne yazık ki Allah ın tek kelime bile söylemediği bir anlamı vererek, peygamberimizi okuma yazma bilmeyen bir insan ilan etmekten çekinmiyoruz bile.
Hâlbuki peygamberimiz çok tanınan, çevresinde saygın, güvenilir büyük bir ticaret adamıydı. Böyle bir insanın, okuma yazma bilmemesi mümkün mü sizce? O devirde, peygamberimizin kendi içlerinden görevlendirilmemesini kabullenemeyenler, ne yazık ki bugünde aynı hatayı yaparak, peygamberimize hakkı olmayan bir yakıştırmayı yapmaktadırlar. Allah ın elçisine yaptığımız bu saygısızlıktan dolayı, Rabbimiz bizleri affetsin.
Tüm bunlardan çıkaracağımız ders, bugün içinde yaşadığımız durumun acı gerçeklerinin, o devrin Allah ın kitabından uzaklaşmış toplumlarla, aynı konumda olduğu gerçeğidir. Çünkü bugünde, o günde Allah ın indirdiği kitap devre dışı bırakılmış, atalarından gelen rivayetler, itikatlar ve sanı ile din, iman yaşanır olmuş.
Yaradan göndermiş olduğu kitaptan uzaklaşmış, rivayet ve sanıya iman edenler arasından bir elçi seçmeyip, ümmilerden yani Ehli kitaptan olmayanlar ama gerçekleri arayan, doğrunun arayışı içinde olan kulları içinden elçi seçmesi, çok düşündürücü ve dikkat çekicidir. Bunun üzerinde dikkatle düşünmeliyiz. Bu konuda alacağımız çok derslerin olduğunu düşünüyorum.
Bizler Kur’an dan gerçekleri aramak yerine, rivayet ve hurafe inançlarımıza delil aramak adına, art niyetlerle Kur’an a bakmaya devam edersek, elbette Allah ın nurundan, güneşinden de, gereği gibi istifade etmemiz mümkün olmayacaktır.
Tekrar hatırlatmak isterim, Yüce Allah görev verdiği elçisini, yoldan çıkmış Ehli kitaptan seçmemiştir. Bununla bizlere Allah ın anlatmaya çalıştığı, çok önemli bir mesaj vardır. Lütfen bu mesajı çok iyi anlamaya çalışalım ve kendimizi temize çıkarmadan, hiç kimseyi din ve iman adına ötekileştirmeden, elde Kur’an onun ipine sarılarak imanımızı yaşayalım.
Allah cümlemizin yardımcısı olsun. Dilerim Rabbimden, Hurafe ve sanıya değil, Kur’an ın sınırlarını zorlamayan, FURKAN ın ipine sarılan, Allah ın halis kullarından oluruz.
Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
|
|
|
Şefaat Tümden Allah a Aittir |
Yazar: halukgta - 01-09-2014, Saat: 11:50 AM - Forum: İslam
- Yorumlar (1)
|
 |
İslam âleminde, birçok konuda yapılan yanlışların başında, peygamberlerin, velilerin, şeyhlerin, ulemaların şefaat edeceğine inanılır. Kur’a na göre Şefaat, bağışlanma affedilme isteğidir. Bakın Allah kesin bir dille bu konuda ne söylüyor?
Zümer 44: De ki: "ŞEFAAT TAMAMEN ALLAH'INDIR (yardım ve destek yalnız O'ndandır). Göklerin ve yerin mülkü O’nundur. Sonra O'na döndürüleceksiniz.
Eğer Allah affedilme, bağışlanma, yardım, destek yetkisinin yalnız kendisinde olduğunu söylüyorsa, bundan sonra aynı konuda başka ayetinde, tersini Rabbimiz asla söylemez. Yukarıdaki ayeti unutmadan, bu konuyla ilgili diğer ayetleri anlamaya çalışalım. Bakalım Allah bu konuda bizleri nasıl yönlendiriyor, bilgilendiriyor.
Fatiha 5: Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz.
Düşünebiliyor musunuz, biz bu sözleri her namazımızda okuyor, Allah a söz veriyoruz, YALNIZ SENDEN YARDIM DİLERİZ DİYORUZ. Sözümüzde duruyor muyuz peki? Söylediğimiz şu sözü hatırlayınız. ( Şefaat Ya resulallah) Peki bunun anlamı nedir farkında mıyız acaba, hiç sanmıyorum.
Bu sözümüzle Ey Allahın resulü bizlere şefaat et diyoruz. Hani her gün namazlarımızda Rahmana karşı, yalnız senden yardım dileriz diyorduk ne oldu. Hani şefaat tümden Allah a aitti? İşte yaptığımız yanlışın büyüklüğünü bir fark etsek, o zaman yaptığımız tüm yanlışları fark edebileceğiz. Şimdide aşağıdaki ayet üzerinde düşünelim.
Enam 51: Rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları, Kur'an'la uyar. Öyleki, kendileri için O'nun huzurunda ne bir dost ne de bir şefaatçi vardır. Gerekir ki Allah'tan korkarlar.
Ayet o kadar açık ve net olduğu halde, günümüzde Kur’an ayetlerine uymadığı halde, o kadar çok yanlış bilgilere, sözlere inanıp, ayetlerin çoğunu görmezden geliyor üstünü örtüyoruz. Şunu lütfen unutmayalım, atalarımızdan gelen hurafe itikatlarımızı temize çıkarmak, delil aramak adına, ayetleri görmezden gelip, üstünü örten, gerçek iman etmemiş demektir.
Açıkça Allah bizler için, O'nun huzurunda ne bir dost ne de bir şefaatçi vardır, dedikten sonra, bu sözlerin tam tersini, Kur’an ın başka bir ayetinde, peygamberlere, velilere, şeyh ve ulema dediğimiz kişilere, şefaat etme yetkisi veriyorum der mi? Velilerin ardına düşmeyin, güvenilecek yardım istenecek veliniz yalnız benim dediği halde Allah, böyle bir yetkiyi verir mi?
Bakın peygamberimiz bizlere Kur’an ı tebliğ ettiğini ve bu kitabın bizler için gönül gözü olduğunu, bunu hala görmeyenler için ise, hiçbir şey yapamayacağını, körlük edenlere de bakın ne söylüyor ayette.
Enam sur. 104. ayet: Gerçek şu ki, size Rabbinizden gönül gözleri gelmiştir. Kim görürse kendisi yararına, kim körlük ederse kendisi zararına... Ben sizin üzerinize bekçi değilim.
Şimdi hatırlatacağım ayet, günümüzde yapılan yanlışlara güzel cevap veriyor, tabi anlayana anlamak isteyene.
Zümer 19: Üzerine azap sözü hak olanı, ateşe dalmış olanı sen mi kurtaracaksın.
Buradan anlaşılıyor ki, Allah ın karar verdiği bir hükmü kimse değiştiremez. Bunu da bizlerin anlaması için Allah, en sevdiği elçisi üzerinden bizlere örnek veriyor. Ama bizler ne yazık ki bunlardan, ders almadığımız çok açık. Şimdide buna benzer, elçisi kanalıyla verdiği bir başka örneği hatırlayalım.
Muhammet 19; Allah'tan başka tanrı olmadığını kuşkusuzca bil! HEM KENDİ GÜNAHIN İÇİN, HEM DE MÜMİN ERKEKLERLE MÜMİN KADINLAR İÇİN AF DİLE. Allah sizin, dönüp dolaşacağınız yeri de, varıp ulaşacağınız yeri de bilir.
Yukarıdaki ayet şefaat konusunda, bu gün yaptığımız yanlışlara çok güzel bir örnek. Tabi anlayana, anlamak isteyene. lütfen bunun üzerinde dikkatle düşünelim. Allah elçisine bakın ne diyor. Hem kendi günahların için, hem de iman edenlerin günahları için af dile diyor. Düşünebiliyor musunuz Allah elçisine, kendi günahın için bile bana dua et diyor.
Peki, bizler bu konuda neler söylüyoruz? Bir kısım din kardeşimiz, peygamberimiz bizler için Allah tan af dileyecek, şefaat etmeyecek diyor. Bu sözlerin üzerinde de düşünelim. Peygamberimiz kendi günahı için dahi, Alla ha dua ediyor yalvarıyorsa, bugün hiç tanımadığı, iman edip etmediğini dahi bilmediği bizlerin günahının bağışlamasını için, nasıl Allah a dua etsin.
Bugün bizler Kur’an ı anlaşılması zor ilan edip, ellerimizde beşerin kitapları ile iman ediyorsak, peygamberimiz bizler için dua eder mi dersiniz? Mahşer günü peygamberimiz, ÜMMETİM KUR’ANI DEVRE DIŞI BIRAKTILAR diyecekse, nasıl olurda Kur’an ı devre dışı bırakan ümmetinin günahlarının affı için, peygamberimiz Allah a dua eder.
Dikkat ediniz ayette, mümin yani inanmış erkek ve kadınların günahları için dua et diyor elçisine. Bu demektir ki iman ettiğinden emin oldukların için dua et anlamındadır. Hatırlayınız iman etmeyenler için dua ettiğinde, Allah peygamberimize ne diyordu?
Tevbe 80: Sen, onlar için ister bağışlanma dile, istersen dileme. Onlar için yetmiş kere bağışlanma dilesen de, Allah onları kesinlikle bağışlamaz. Bu, gerçekten onların Allah'a ve elçisine (karşı) nankörlük etmeleri dolayısıyladır. Allah fasıklar topluluğuna hidayet vermez.
Dua kapısını Yüce Rabbimiz, tüm iman edenler için açık bırakmıştır şükürler olsun. Size İbrahim peygamberimizden de bir örnek vermek istiyorum. İman etmeyen babası için, bakın Allah ın övgüyle bahsettiği, bizlerin atası diye zikredilen bir elçinin sözlerinden, sanırım çok ders almalıyız.
Mümtehine 4. : Senin için hep af dileyeceğim ama Allah'tan sana gelecek şeyi geri çevirme gücüm yoktur. Ey Rabbimiz! Yalnız sana güveniyoruz, yalnız sana yöneliyoruz! Dönüş yalnız sanadır.
Bakar mısınız lütfen, Kur’an da övgüyle bahsedilen Allah elçisi, İbrahim peygamberimiz, babası için hesap günü hiç bir şey yapamayacağını, ona yalnız dua edip af dileyebileceğini söylüyor. Birçok ayetinde de iman etmeyenleri asla affetmeyeceğini de belirtmişti Allah.
Aşağıdaki ayeti lütfen, çok ama çok iyi değerlendirelim. Çünkü Allah elçisine DEKİ ONLARA diye başlayarak, bakın bizlere ne söylemesini istiyor.
Araf 188: De ki: "Ben kendi nefsime, Allah'ın dilediğinden başka ne bir yarar sağlayabilirim ne de bir zarar verebilirim. Eğer gaybı biliyor olsaydım iyilik ve güzelliği elbette çoğaltırdım. Bana kötülük dokunmamıştır bile. Ben, inanan bir topluluk için bir uyarıcı ve müjdeciden başkası değilim.
Yukarıdaki ayette, her şey çok açık değil mi dostlar. Özellikle Allah, üzerine basa basa söylemesini istiyor bizlere, görev verdiğim elçinin benim dilediğim dışında sizlere ne faydası dokunur, nede zarar verebilir. Hala Allah ın bu sözlerini görmezden gelmeye devam edip, beşerin yanlış rivayetlerine mi iman etmeye devam edeceğiz?
Şefaat konusu ile ilgili bazı ayetleri de sizlere hatırlatmak istiyorum. Aklını kullanan ibret alacaktır.
Bakara 123: Ve öyle bir günden korkun ki, kimse başka birinin yerine bir şey ödeyemez, kimseden fidye kabul edilmez, ona şefaat fayda vermez ve hiç bir taraftan yardım da görmezler.
Bakara 48: Ve hiç kimsenin, hiç kimse adına bir şey ödemeyeceği, hiç kimsenin şefaatinin kabul edilmeyeceği, hiç kimseden bir fidye alınmayacağı ve yardım görülmeyeceği bir günden sakının.
Bakara 254: Ey iman edenler, alış verişin, dostluğun ve şefaatin olmayacağı gün gelmeden önce, size verdiğimiz mallardan nafaka verin. Kâfirler ise hep o zalimlerdir.
Yunus 18: Allah'ı bırakıp kendilerine zarar vermeyecek ve yararları dokunmayacak şeylere kulluk ederler ve: 'Bunlar Allah katında bizim şefaatçilerimizdir' derler. De ki: 'Siz, Allah'a, göklerde ve yerde bilmediği bir şey mi haber veriyorsunuz? O, sizin şirk koştuklarınızdan uzak ve yücedir.
Zümer 43: Yoksa Allah'tan başka şefaat ediciler mi edindiler? De ki: 'Ya onlar, hiç bir şeye malik değillerse ve akıl da erdiremiyorlarsa?
Yukarıdaki ayetlere, daha birçok örnekler verebiliriz, sanırım bu kadar açık ayetlerden sonra, bağışlayacak affedecek tek bir makamın, yani yüce Rabbimizin olduğu çok açık anlaşılmaktadır. Tüm bu ayetlerden sonra Yaradan, şefaat yetkisini başka kişilere de verdim der mi? Elçisine dahi bu yetkiyi vermeyen ve kendi günahların için dua et bana diyen Rabbimizin sözlerini, çekip çekiştirip kendi amaçlarına alet eden, aklını kullanmayanlara bakın Allah ne diyor?
Yunus 100: Allah'ın izni olmadıkça hiç bir kimsenin iman etmesi mümkün değildir. Akıllarını güzelce kullanmayanları Allah, pislik içinde bırakır.
Aklını kullanmayanların sonunu, yaşadığımız toplumda çok açık görüyoruz. Peki, bizler aklımızı kullanıp, Kur’an ı rehber alıp damı iman ediyoruz dersiniz? Yorum sizlerin, eğer aklımızı bir kenara bırakıp, biz Kur’an ı anlayamayız diyorsak, onu anlamaya çalışmıyor da, velilerin ardı sıra gidiyorsak, sanırım Rabbin pisliği üzerimizden asla kalkmayacaktır. Allah bizleri affetsin.
Yüce Yaradan, bakın elçilerin görev tanımını nasıl yapıyor, yani verdiği görevi nasıl özetliyor.
Kehf 56. ; Biz, elçileri sadece müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. Küfre sapanlar ise batıla yapışarak, onunla hakkı kaydırmak için uğraşıyorlar. Onlar, ayetlerimi ve uyarıldıkları şeyleri eğlence edindiler.
Enam 48: Biz o gönderilen elçileri, müjdeciler ve uyarıcılar olmaktan öte bir şey için göndermiyoruz. İman edip hayrı ve barışı yerleştirenlere korku yoktur. Tasalanmayacaklardır onlar.
Yukarıdaki ayetleri örnek gösterdiğimde çok ilginç cevaplar alıyorum, sanki bu sözleri ben söylemişim gibi. (Ne yani peygamberimiz postacımıydı.) Bu sözleri söyleyenler, Allah ın ayetlerine muhalif bir inanç yarattıklarını bilmelidir.
Bizler tüm bu yetkileri ve sorumlulukları açıkça gördüğümüz halde, peygamberimize Rabbin vermediği birçok yetkileri yükleyerek, ona saygımızı göstermeye çalışıyoruz, fakat şunu unutmuşuz, zaten Hz. Muhammet Allah ın elçisi olmakla, şereflerin en yücesine erişmiştir. Onun başka payelere, yetkilere ihtiyacı yoktur.
Şimdide aşağıdaki ayet üzerinde düşünelim. Çünkü bu ayete öyle anlam veriliyor ki, Kur’an ın neredeyse tamamına ters düşüyor.
Taha 109; O gün şefaat yarar sağlamaz. Ancak Rahman'ın izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimse müstesna.
Başka bir mealden de yazalım aynı ayeti, daha iyi anlaşılsın.
(O Gün, hakkında sınırsız rahmet Sahibi'nin izin verdiği, sözünden hoşnut olduğu kimseden başkasına kayırmanın, arka çıkmanın bir yararı olmayacaktır.)
Değerli dostlar, sizlere yukarıda birçok ayet örnekleri verdim. Bu ayetlerde Allah ın ŞEFAAT, bağışlama yetkisini, yalnız kendi yetkisinde olduğunu anlamıştık. Allah elçisine bile kendi günahların ve iman edenlerin günahlarının affı için dua et diyordu. İşte Taha 109. ayete baktığımızda hiçbir ayrım yapmadan, kendisinden hoşnut olduğu tüm kullarına bu kapıyı yani DUA KAPISINI AÇIK BIRAKIYOR.
Bakın ne diyor ayette? (sözünden hoşnut olduğu kimse müstesna.) Müstesna olan nedir? Şefaatin yarar sağlayacağı kişilerin, Allah ın kendisinden hoşnut olan kişiler için olacağı anlatılıyor ayette. Bir başka deyişle, duaları kabul edilen, bağışlanan, şefaat edilen kulların, Rabbin halis kulları olacağı müjdesi veriliyor.
İşte bu kısmı çok önemli. Eğer hayır şefaat yetkisi veriyor dersek, Kur’an da geçen onlarca, hatta yüzlerce ayete ters düşer ve Kur’an da çelişki yaratmış oluruz. Kur’an ı kendimize uydurmak yerine, Kur’an a uymayı öğrenmeliyiz.
Buna bir örnek daha vermek istiyorum. Aşağıdaki ayeti dikkatle düşünelim. Rahman kendi emrinde olan meleklere dahi, böyle bir yetkiyi vermediğini söylüyor ve bakın ne diyor?
Necm 26: Göklerde nice melekler var ki, şefaatler hiçbir işe yaramaz. Allah'ın, dilediği ve hoşnut olduğu kimseler için izin vermesinden sonraki durum müstesna.
Demek ki bizleri izleyen melekler, bu konuda Allah tan insanlar için şefaat etmesini, bağışlamasını istiyorlar ki, bakın bu konuda bile kesin bir tavırla Rabbimiz ne diyor?
( Allah'ın, dilediği ve hoşnut olduğu kimseler için izin vermesinden sonraki durum müstesna.)
Demek ki affedilmeye hakkı olmayan hiç kimseyi, bir başkasının isteğiyle asla affetmem diyor Rabbimiz. Bunlar benim sadık, günahsız meleklerim bile olsa.
Son olarak konumuzla ilgili ama çok önemli, rivayet edilen bir hadisi nakletmek istiyorum. Günahlardan sakınmasını öğrenmek ve çaba harcamak yerine, günahlardan zevk alan bir toplum olduk. Bunun nedeni Kur’an ı rehber almak yerine, rivayet ve sanı rehberimiz oldu. Böyle olunca da, nefsimizi büyük günahlardan koruyamaz olduk. Hâlbuki Allah bu konuda bizleri uyarıp, ne demişti hatırlayalım.
Nisa 31: Eğer yasaklandığınız BÜYÜK GÜNAHLARDAN KAÇINIRSANIZ, sizin küçük günahlarınızı örteriz ve sizi şerefli bir yere sokarız.
Peki bizler bunca açık ayeti tebliğ alıp, iman ettiğimizi de söylediğimiz halde, bakın neye inanıyoruz ve işlediğimiz ve Allah ın bile affetmeyeceğini söylediği büyük günahlarımızı da, kime affettirmenin yolunu bulmuşuz.
(Benim şefaatim, Ümmetimden büyük günah işleyenler içindir.)
(Tirmizî, Kıyame 11; İbn Mace, Zühd/37.)
Evet dostlar, büyük günahlarımızı Allah affetmeyeceğini ve bundan sakınmamız gerektiğini söylediği halde, bizler bu günahımızı da peygamberimize affettirmenin bir yolunu bulmuşuz. Böylece kendimizi aldatmanın inanılmaz bir örneğini, GÖZLERİ VAR GÖRMEZLER, KULAKLARI VAR DUYMAZLAR ayetindeki uyarı, böylece bizler için gerçekleşmiş oldu. Allah öyle güzel örnekler veriyor ki, her nedense o örnekleri kendi yaptığımız yanlışlarımıza değil, başkalarına örnek veriyoruz.
Beşerin ciltlerce dolusu kitapları, baş tacı yapıldı günümüzde. Rabbimiz senin nurun, güneşin, rehberin, anlaşılması zor ilan edildi. Bu kitapta her şey yoktur, sizler Kur’an ı anlayamazsınız, âlim insanlar, veli insanlar, şeyhler anlar diyenlere de büyük çoğunluğumuz inandı.
Yaptığımız bu yanlışın farkında olmamızı sağla ne olur. Furkan ın güneşi ile aydınlat ki bizleri, neyin eğri neyin doğru olduğunun farkına varalım. Yoksa bataklığın içinde debelenmekten, acı, kin ve nefret tohumlarının her gün artarak ekilmesinin önüne geçemeyeceğiz.
Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
|
|
|
Gel Bu Gece Sev Beni... * Candan Ünal |
Yazar: acemhe - 01-09-2014, Saat: 12:58 AM - Forum: Makale
- Yorumlar (4)
|
 |
Gel bu gece sev beni, her şeyi yeniden hatırlayayım.
Bütün bildiklerimi çaldılar, senin haberin yoktur tabii, nereden bileceksin? Ne varsa aşka dair öğrendiğim, ne varsa sevgiye ait bildiğim, hepsini çaldılar.Sen gel yeniden öğret bana, bir kadın nasıl hatırlar kendini bir adamın kollarında. En son ne zaman sevişmiştim, ne zaman sevmiştim?
Gel sen bu gece seviş benimle, her şey başka bir bahara kalsın. Beklesin çalan telefonlar, asılacak çamaşırlar, televizyondaki o çok sevdiğim dizi yarım kalsın.Çal kapıyı gir içeri, sar şöyle kavra belimden, sımsıkı sar beni. Titresin içim gücünden, orada bırakayım dudaklarına nefesimi, her şey olduğu gibi kalsın, bir tek aşk yürüsün bizimle.
Sen gel bu gece sev beni, çok hem de, tutkuyla, şehvetle ama asaletini hiç bırakma elinden. En terbiyesiz kelimeleri fısıldarken bile kulağıma, sahip oluşunu bedenime hep hissettir ruhuma.
Boş vereyim aklımın karanlık köşelerinde ne varsa, her şeyi bir yana koyup sadece senin olmayı yudumlayayım kan ter içinde.
Sen bu gece gel seviş benimle, nefesin nefesime karışsın, ter aksın alnımızdan o çılgınlıkta. Sonra yorgunluktan düşelim yatağa, sen kollarında sar beni, sabaha kadar hiç bırakma.
Sen gel bu gece sev beni, yoksa ben de gittikçe unutacağım seni…
Candan Ünal
|
|
|
Merhaba Çocuk |
Yazar: Xesar - 01-07-2014, Saat: 11:13 AM - Forum: Kendi Şiirleriniz
- Yorumlar (5)
|
 |
Merhaba çocuk,
sana bir hikaye anlatasım var bugün
neden bilmem aklıma geliverdi birden.
Bir zamanlar;
Sevgiliye methiyeler dizdiğim,
Şizofrenik sancılarla dolu aşk zamanlarım vardı.
Her kelimesini özenle seçer
tuhaf süslemeler katardım şiirlerime
Sanki dünya;sevgilin iki dudağı arasındaymış gibi gelir
Tuhaf kavgaların mutlu sonla bitebilmesi için bir takla atmadığım kalırdı.
Hayatın bana neler getirebileceğini hiç tahmin edememiştim
Ruhumun nasıl kirlendiğini hiç hesaba katmamıştım
Bütün kabahatleri başkalarında arayıp
hiç kendime iğne batırmamıştım.
Saydıkça bitmiyor ya aslında
O döneme dair anlatabilecek Çokta fazla şey bırakmadın içimde,
Kim olduğumu,neler yaptığımı unuttum, bir gülümsemen de.
Ah be çocuk,
Ben,daha ben olmayı öğrenme çabası içerisindeydim
Ayaklarımın üzerinde nasıl duracağımı bile bilmiyordum
Haytalık,hovardalık ne ararsan vardı işte
Anla yani yemediğimiz nane kalmamıştı aldığımız nefeste
Şu kavanoz dipli dünyaya neden geldik ki diye düşünürken
Daha güzel bir cevabı olamayacağını öğretmen için bu sorunun,
Sen geliverdin işte
Ben daha adam olabilir miyim? onu öğrenememişken
Baba olduğumu gördüm o sıcacık gülümsemen de.
Gülümse çocuk,
Sen gülümsediğinde kayboluyor dünyanın bütün kötülükleri
Duruyor öylece dünya,
sadece biz kalıyoruz bir sen,bir ben,birde içimizdeki sevgi
Akıyorsun,iliklerimden damarlarımdan geçip bedenimin en ücra köşelerine
Yerleşiyorsun teker teker her bir hücreme
Yeniden hayat buluyor,yeniden nefes alıyor,yeniden gülümsüyorum herşeye,
Ve ben her anımda biraz daha şükrediyorum seni bana bağışlayan Rabbime
Hiçbir şey olamasam da senden bir parça oldum be çocuk
Yeniden hayat buldum o sıcacık baba dolu gülümsemen de...
|
|
|
|