:: Duygusuz.com - Dostluk ve Arkadaşlık Sitesi
Hoşgeldin, Ziyaretçi
Sitemizden yararlanabilmek için Kayıt olmalısınız.

Kullanıcı Adınız:
  

Şifreniz:
  





Forumda Ara

(Gelişmiş Arama)

Forum İstatistikleri
» Toplam Üyeler: 16,695
» Son Üye: trendblooms
» Toplam Konular: 98,530
» Toplam Yorumlar: 1,065,509

Detaylı İstatistikler

Kimler Çevrimiçi
Toplam: 300 kullanıcı aktif
» 0 Kayıtlı
» 296 Ziyaretçi
Baidu, Bing, GoogleBot, Yandex

Son Aktiviteler
Nisa Suresi 34. Ayet Ve K...
Forum: İslam
Son Yorum: halukgta
5 saat önce
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1
Allah Biz Kullarını Resul...
Forum: İslam
Son Yorum: halukgta
11 saat önce
» Yorumlar: 0
» Okunma: 4
Kamer Suresi 17-22. Maide...
Forum: İslam
Son Yorum: halukgta
11-01-2025, Saat: 01:12 PM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 17
Allah Neden Bazı Ayetlerd...
Forum: İslam
Son Yorum: halukgta
10-31-2025, Saat: 10:58 AM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 26
Nisa Suresi 153. Ayet Üze...
Forum: İslam
Son Yorum: halukgta
10-27-2025, Saat: 04:08 PM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 32
Atatürk'ü Sevmek Zorundas...
Forum: Mustafa Kemal Atatürk
Son Yorum: Serdar102
09-09-2025, Saat: 08:31 PM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 197
ÖYLESİ'NE...
Forum: Güzel Sözler
Son Yorum: SunSet
08-28-2025, Saat: 10:17 AM
» Yorumlar: 12
» Okunma: 1,449
Tozlu Raflarda Kalmalı H ...
Forum: Kişisel Aşk Yazıları
Son Yorum: SunSet
08-27-2025, Saat: 11:31 AM
» Yorumlar: 3
» Okunma: 1,013
Gidene Mi Zor Kalana Mı ?
Forum: Kişisel Aşk Yazıları
Son Yorum: SunSet
08-27-2025, Saat: 11:05 AM
» Yorumlar: 2
» Okunma: 691
Diş Hekiminin Aşkı - Serd...
Forum: Aşk Hikayeleri
Son Yorum: Serdar102
08-26-2025, Saat: 07:21 PM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 211

 
  Fertilite Kliniklerinin Söyleyemeyeceği 10 Şey!
Yazar: saglikyasam - 07-04-2014, Saat: 01:11 PM - Forum: Sağlık - Yorum Yok

fertilite-kliniklerinin-soylemeyecegi-10-sey.jpg
ABD’de tıbbi destekle meydana gelen hamileliklerin sayısı son yirmi yılda dört kat arttı. Yaygın söylenti, yanıltıcı haber ve yanlış yönlendiren istatistikler anne baba adayları için bir engel haline geldi. Bunu önlemek için ABD’de değişik kurum ve kuruluşların yaptığı araştırmalarda fertilite kliniklerinin anne-baba adaylarına söyleyemeyeceği 10 konu yayınlandı.
Op. Dr. Halit Fırat Erden
Tüp Bebek, Üreme İmmünolojisi ve Cerrahisi Uzmanı
Modern kadın hayatını planlarken eğitim ve kariyere öncelik verdiği için geç anne olmaya başladı. Amerika’da ilk çocuğunu 40-44 yaşları arasında doğuran kadın sayısı, 1985 yılından 2012 yılına kadar dört kattan fazla artarak 109 bin 579 gibi bir sayıya ulaştı. Uzmanlar 40’lı yaşlarda hamile kalan şöhretlerin,doğurganlığın ellili yaşlara kadar devam ettiği konusunda genel bir yanılgıya yol açtığını belirtiyor. Oysa kadınların en doğurgan oldukları dönem 20’li yaşlardır. Söylenti, yanıltıcı haber ve yanlış yönlendiren istatistiklerin anne baba adaylarına engel olmasını önlemek için Amerika’da değişik kurum ve kuruluşların yaptığı fertilite konulu araştırmaların sonuçları bir araya getirildi. Kliniklerinin anne-baba adaylarına söyleyemeyeceği 10 konu belirlendi.
1. Biyolojik yapınızı değiştiremeyiz.
Birçok kadın için kariyer basamaklarını tırmandığı 30’lu yaşlarda doğurganlıkta hafif bir düşüş başlar, bu düşüş 37 yaş civarında hızlanır ve 40 yaş sonrasında doğurganlık keskin bir şekilde azalır. Bu değiştirilemez bir gerçektir. Tabii ki tüm fertilite sorunları yaşa bağlı değildir. Genç yaştaki kadınlarda, hamile kalmalarını zorlaştıran polikistik over sendromu veya hormonal bozukluk gibi tıbbi sorunlar görülebilir. Ayrıca, infertilite genellikle kadınlara ait bir sorun olarak düşünülmesine rağmen yüzde 40 kadar vakada sorun erkekten kaynaklanır.
2. Doğru ilacı kullanmıyor, doğru doktora gitmiyor olabilirsiniz.
ABD’li çiftlerin yaklaşık yüzde 10’u hamile kalma sorunu yaşıyor. 35 ile 40 yaş arasındaki kadınların 6 ay denedikten sonra bir uzmana başvurması gerekirken, 40 yaş üzerindekiler bir uzmana gitmek için 3 aydan fazla beklememelidir. Yapılan araştırmalarda çoğu kadının uzmana başvurmak için uzun süre beklediği saptandı. Bazen jinekologlar tedavi kapsamında fertilite ilaçları ile zamanı daha da geciktirir. Reprodüktif endokrinoloji uzmanları tüp bebek gibi doğrudan amaca yönelik işlemler uygularken, jinekologlar yumurtlamanın uyarılmasına ve yumurtaların olgunlaşmasına yardımcı olan fertilite ilaçları kullanır. Oysa kadınların 6 aydan fazla fertilite ilaçları kullanmamaları gerekir. Araştırmalar kadınların ilaç tedavisine çok daha uzun süreler devam ettiğini gösteriyor. Fertilite tedavileri söz konusu olduğunda, zaman en önemli faktördür. Aylar geçtikçe hamile kalma şansı azalır. Açıklanamayan infertilite sorunu olan 38 ile 42 yaş arasındaki kadınlarda diğer tedavileri denemek yerine zaman kaybetmeden IVF tedavisine başlamak en kısa zamanda bebek sahibi olma şansı sunulmalıdır.
3. Çok para harcayacaksınız.
ABD’de bir tüp bebek tedavisinin ortalama maliyeti 12 bin 400 dolardır. Ancak bu toplam maliyet değildir. IVF deneme aşamasına gelene kadar yapılan diğer tedavilerdeki harcamalar 2.500 dolar arasındadır. Amerika’da bazı eyaletlerin infertilite tedavilerini belirli bir seviyede sigorta kapsamında olmasını şart koşmasına rağmen en iyi koşullarda dahi sigorta yeterli olmaz. Sağlıklı bir bebek paha biçilemez bir armağan olmasına rağmen doktorlar maliyet konusunda açık ve dürüst olmalıdır.
4. Geri ödeme garantimiz büyük bir avantaj değil.
Amerika’da çok sayıda fertilite kliniği 20 bin 000 dolar sabit bir ücret karşılığında hastalarına IVF siklusundan oluşan “risk paylaşımlı” programlar sunmaktadır. Tüm sikluslar başarısız olursa, hastalar ödedikleri paranın tamamını geri alır. Burada asıl hedef; IVF tedavisinin tamamen sigorta kapsamına girmesi ve risk paylaşımının geçmişte kalmasıdır.
5. Tüm sağlık risklerini en iyi şekilde idare edemeyebiliriz.
Fertilite tedavilerindeki bazı sağlık riskleri doktorlar tarafından iyi bilinir. 2010 yılında IVF ile doğan bebeklerin neredeyse yarısında çoğul gebelik riski bulunmaktadır. İkizlerde erken doğum ve serebral palsi, düşük doğum ağırlığı ve hatta ölü doğum gibi ilişkili durumlar dahil olmak üzere daha fazla komplikasyon riski vardır. Anne için ise çoğul gebeliğin getirdiği riskler arasında yüksek tansiyon, postpartum kanama, uzun süreli yatak istirahati ve diyabet bulunmaktadır.
6. Yaşadığınız yer tedavinizde belirleyici rol oynar.
Amerika’da bazı eyaletlerde birtakım infertilite tedavilerinin belirli sağlık planlarının kapsamında olması zorunludur. Eyaletler arasındaki farklar yalnızca sigorta kapsamı ile bitmiyor.
7. Destek alın.
Hamile kalmak için yapay yöntemler denerken yaşanan stres korkunçtur. Birçok çift için bu gerçek bir krizdir ve uzman desteğinin alınması gerekebilir.
8. ‘Başarı oranlarımızı’ anlamada iyi şanslar.
Amerika’da Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezleri’nin asiste reprodüktif teknoloji sunan fertilite kliniklerinin başarı oranları ile ilgili bir yıllık rapor yayınlamasını zorunlu kılmaktadır. Ancak bu raporda yer alan bilgiler genellikle klinik dildedir ve sunulan çok sayıdaki veri birçok kadının cevabını duymak istediği şu basit soruların cevaplarını içermez: Hamile kalma olasılığım nedir ve kaç siklus gerekecek? Birçok kadın IVF tedavisinin çoğunlukla başarılı olacağı izlenimine sahiptir—sonuçta bu son derece gelişmiş bir teknolojidir. Ancak, 35 yaşın altındaki kadınlarda bile yüzde 50’den az tedavi başarılı olur.
9. Belki de tedaviyi sonlandırmanın zamanı geldi.
Fiziksel, duygusal ve maddi açıdan külfetli olan fertilite tedavisini sonlandırmak çoğu zaman hastanın kararıdır. Bazı klinikler de çiftlere devam etmenin potansiyel risklerini anlatarak yardımcı olmak yerine, onlara farklı hizmetler sunarak tedaviyi sürdürmek ister. Bir hastaya yaşayabileceği olumsuzlukları gerçekçi bir şekilde anlatmak doktorun “en büyük becerisi ve sorumluluğudur.” Güvene dayalı bir doktor-hasta ilişkisi, her deneme sonrasında hastanın duygusal gücünün değerlendirilmesi gerekir. Tedaviye devam etme konusundaki ısrar, doktorların hastalarının çocuk sahibi olma hayallerini gerçekleştirmek için duyduğu gerçek ve samimi bir arzudan kaynaklanır. Bazen, tüm olumsuzluklara rağmen son deneme başarılı olur.
10. Doğurganlığınızı korumak mı istiyorsunuz?
Kanser tedavileri gibi doğurganlıklarını etkileyebilen sağlık sorunları yaşayan kadınlar uzun süredir yumurtalarını dondurma çözümüne güvenmektedir. Yumurta dondurma teknolojisi yumurtanın dondurulup daha sonra IVF tedavisinde kullanılmak üzere çözdürüldüğünde canlı kalma şansını artıran flaş bir yöntem ile son birkaç yılda büyük ölçüde gelişti. Bu iyi haber. Kötü haber yumurtaları gençleştiremezsiniz. Yaşa bağlı olarak yumurta kalitesindeki azalma nedeniyle, 30’lu yaşların sonlarında veya 40’lı yaşların başlarında yumurtalarını donduran kadınlar daha genç yaşlarda yumurtalarını donduran kadınlara göre daha az sayıda yaşayabilir embriyo sahibi olacaktır. Yumurta ve sperm kalitesi yaş ilerledikçe düşerek anomali riskini artırır. Örneğin, annenin ilerleyen yaşı Down sendromu riski ve babanın ilerleyen yaşı otizm riski ile doğrudan bağlantılı olduğu bilinmektedir. Daha ileri yaşlardaki kadınlarda düşük yapma olasılığı daha fazladır.

Bu konuyu yazdır

  Yaşlı Çiftler Önce Tüp Bebek Tedavisi Denemeli
Yazar: saglikyasam - 05-30-2014, Saat: 11:55 AM - Forum: Sağlık - Yorum Yok

yasli-ciftler-once-tup-bebek-tedavisi-denemeli.jpg
Amerikan Ulusal Sağlık Enstitüsü tarafından yapılan araştırma sonuçları; 38 yaşın üzerindeki kadınların tüp bebek tedavisiyle çocuk sahibi olma şanslarının daha yüksek olduğunu ortaya koydu. Yapılan araştırmalar orta yaştaki çiftlerin diğer tedavi yöntemlerini atlayarak doğrudan tüp bebek denemeleri yapılması gerektiğini gösterdi.


Op. Dr. Halit Fırat Erden
Tüp Bebek, Üreme İmmünolojisi ve Cerrahisi Uzmanı
Amerika’da yapılan araştırmalar, 38 yaş ve üzeri kadınların IVF yoluyla ilk iki deneme sonrası hamile kalma olasılıklarının oral ya da enjekte edilebilir fertilite ilaçları kullanılarak yapılan tedaviye göre iki katı daha yüksek olduğunu gösterdi.
Amerikan Ulusal Sağlık Enstitüsü tarafından yapılan yeni klinik deneme çalışmaları, bebek sahibi olmak isteyen ama hamile kalamayan orta yaştaki çiftlerin diğer tedavi yöntemlerini atlayarak doğrudan in vitro fertilizasyon (IVF) denemeleri gerektiğini kanıtladı. Aynı zamanda bu hamilelik sonrasında başarılı bir doğum yapma olasılıkları da iki kat daha fazladır. Bu yaş grubunda zaman gerçekten kritik önem taşımaktadır. En kısa sürede en etkili tedaviye geçmek izlenecek en doğru yoldur. Araştırmada deneme tamamlandığında başarılı bir doğum sonrasında dünyaya gelen bebeklerin beşte dördünden fazlasının IVF tedavisi ile elde edilen hamilelik ile doğduğu görüldü.
İleri yaş çiftler zaman kaybetmemelidir…
Oysa şu an işleyen sistemde fertilite yöntemleri başarılı olmadığı takdirde doktor IVF tedavisine geçer. Yani önce oral ya da enjekte edilebilir fertilite ilaçları kullanılarak yapılan tedavi denenir. Anneden alınan yumurta ve babanın spermi bir laboratuvar kabında birleştirilir ve oluşturulan embriyo annenin rahmine transfer edilir. Fertilite ilaç tedavisi denemelerinde çift hem zaman hem de maddi olarak yıpranır. Burada dikkat edilmesi gereken en önemli nokta; ileri yaş çiftler için zaman çok önemlidir. Oysa tüp bebek tedavisinde çiftin hem bebek sahibi olma şansı yüksektir hem de maddi anlamda diğer tedaviler için harcadığı parayı harcar.
New York Manhasset’teki North Shore Üniversite Hastanesi Üreme Merkezi’nde IVF tedavisini seçerek yumurtalıkların daha az sayıda yumurta üretmesi ve yumurtaların yaşlarından dolayı genetik olarak anormal olması gibi “çifte sorun” yaşayan orta yaştaki kadınların bu duruma rağmen hamile kalmalarına yardımcı olabildikleri saptandı. Fertilite doktorlarının bebek isteyen ileri yaş çiftlerin yaşlanmamasına izin vermemesi gerekir.
Sigorta şirketleri tüp bebek tedavisi için çalışmalara başladı…
ABD’de sigorta şirketlerinin bu önemli ve başarılı çalışmanın ardından sigorta kapsamlarında değişiklik yapmaları konusunda teşvik edilmesi için ciddi adımlar atıldı. Bu konuyla ilgili ABD Ulusal Sağlık Enstitüsü tarafından finanse edilen çalışma 29 Nisan tarihinde Fertility and Sterility web sitesinde yayınlanmıştır. Bu çalışmada Boston’daki iki fertilite merkezinde tedavi gören ve açıklanamayan infertilite sorunu olan orta yaştaki 154 çift rastgele üç gruba ayrıldı. İlk gruba oral fertilite tedavisi uygulandı, ikinci grup enjekte edilebilir ilaç tedavisi gördü, üçüncü grup için ise doğrudan IVF tedavisine geçildi. Çalışmaya katılan çiftler en az altı aydır hamile kalmayı deneyen ve daha önce çalışmadaki tedavilerden herhangi birini kullanmamıştı. Kadınlar 38 ile 42 yaşları arasında ve her iki partnerin de üreme sağlığı açısından herhangi bir sorunu yoktu.
İki deneme içinde:

  • IVF tedavisi alanların yüzde 49’u hamile kaldı ve yüzde 31’i doğum yaptı.
  • Oral yolla ilaç alanların yüzde 22’si hamile kaldı ve yüzde 16’sı doğum yaptı.
  • Enjekte edilebilir ilaç tedavisi uygulananların yüzde 17’si hamile kaldı ve yüzde 14’ü doğum yaptı.
İlk iki denemede bu üç tedaviden birini alıp başarılı olamayan tüm çiftler, takip eden tedavi denemesinde IVF tedavisi aldı. İlk başta çalışmanın IVF grubunda olan çiftlerin, oral yolla ilaç veya enjekte edilebilir ilaç tedavisi ile başlayan çiftlere göre toplamda yüzde 36 daha az denemeye gereksinim duyulduğu görüldü. Tedavi tamamlandığında, çiftlerin yüzde 71’i için klinik hamilelik ve yüzde 46’sı için sağlıklı doğan en az bir bebek ile sonuçlanmıştı. Çalışma kapsamındaki tüm doğumların yaklaşık yüzde 84’ü IVF tedavisi sonucunda gerçekleşmişti. Bulgular sigorta şirketlerini hamileliğin IVF tedavisi ile daha hızlı gerçekleştiği ve komplikasyonların daha az olduğu gerçeğini dikkate alarak IVF tedavisini sigorta kapsamına alma konusundaki tereddütlerini yeniden gözden geçirmeleri konusunda ikna etmesi gerektiğini dile getirdi. Oral yolla alınan ve enjekte edilebilir ilaçların yumurtalıkları aşırı stimüle ettiği hamileliklerin genellikle ikiz veya üçüz bebek ile sonuçlandığına dikkat çekmektedir. Bu hamilelikler daha komplike ve daha maliyetli olabilir.
Eğer sigorta şirketleri bu tedavi yolunu destekleyerek tasarruf edebileceklerini görürse, bu yöntemi sigorta kapsamlarına almayı tercih edecektir. Şu anda standart döllenmeyi karşılar ve bu nedenle hastalar ikiz bebek riskini alır. Bu bir çiftin tek embriyo ile sağlıklı bir hamilelik elde etmesine yardımcı olmaktan daha maliyetlidir. Bı nedenle sigorta şirketleri tüp bebek tedavisi ile ilgili değişiklik yapma konusunda çalışmalar başladı ki bu Türkiye’de de dikkate alınması gereken bir çalışmadır.
Araştırmacılar bu bulgulara dayanarak IVF tedavisi alma konusunda istekli olmayan orta yaştaki çiftlerin ikna edilerek, fertilite ilaçları kullanmaktansa vakit kaybetmeden oral yolla alınan fertilite ilaçları ile tedaviye başlamasını önerir.

Bu konuyu yazdır

  Madenci
Yazar: Leader - 05-20-2014, Saat: 01:24 PM - Forum: Müzik - Yorum Yok

GRUP YORUM-Madenci - Dailymotion video

Bu konuyu yazdır

  Özlemedim...
Yazar: icimdekises - 05-15-2014, Saat: 11:14 PM - Forum: Kişisel Aşk Yazıları - Yorum Yok

Sen gittin…
Hiç aklıma gelmedin ilk başta, hiç özlemedim seni, başka kızlar girdi hayatıma başka bedenler…
Bir gün yalancı aşklar bitti; kalabalıklarda yalnız kaldım, yalnızlık tenimden kemiklerime geçti oradan iliklerime ama ben seni gene hiç özlemedim.
Günler geçti Facebook’a daha çok bakmaya başladım sayfana her baktıkça içimden bir şeyler koptu, canım acıdı haykırarak ağlamak istedim ama yine de özlemedim seni.
Senden sonra; ne ben ne de hayatıma girenler; aradığını buldu, gittikçe yalnızlık çöktü içime, evde geçirilen daha fazla vakitler…
Seni unutmak için kendime değişik uğraşlar buldum yemek yaptım; sen hastayken yaptığım o çorbayı ve tavuk şinitzel… Bir tane senin için yedim bir tane kendim için ama seninkini yerken boğazım düğümlendi ama ben seni hiç özlemedim.
Sen yokken duramadım evde, deniz kenarına gittim oradan senin evine çıktım sanki sen pencereye çıkacaksın o güzel pijamalarınla, gene el sallayacaksın ve ben geçtikten sonra arayıp bir daha geç diyeceksin gibime geldi… Geçtim evinin önünden, sen yoktun camda ama içim gene kıpır kıpır.. Güldüm hayaline, ama ben seni hiç özlemedim.
Hatırlar mısın bilmiyorum bir gün televizyon izliyorduk senle, her zamanki gibi müzik kanalları, birden o anlamsız şarkı çıktı; sende söylemeye başladın “Hadi kalk yoluna çekemem-Kendimi sana emdiremem-Bul bir kurban dişine gör-Hadi başka kapıya pis drakula…” Senden sonra sık sık dinledim o şarkıyı senin kadar kimse tatlı söylemedi hiç, ama ben yine de hiç özlemedim seni.
İlk kez evime geldiğin günü hatırlarsın sana pijamalarımı vermiştim, o günden sonra o pijamaları defalarca yıkadım ama garip bir şekilde hala sen kokuyor… Her gece ben onları giyiyorum sol tarafım hep boş, bir gün geleceksin beraber televizyon seyredeceğiz sonra senin kokunla uyuyacağım, uyanacağım gibime geliyor ama ben seni hiç özlemiyorum.
Seni özlemiyorum diye kendimi avuttukça daha bir özlüyorum seni; yüreğim daralıyor, içim acıyor, ölmek istiyorum ölemiyorum…

Bana hep masal anlattılar
Tüm aşkların mutlu bittiği
Peki neredeler şimdi
Bu nasıl bir çelişki

Hani göğsüme yaslanırdın
Huzur bulduğun tek yerindi
Peki nerdesin şimdi

Bu gece son kez kendimi
Bozacağım unutmak için
Yanacak elbet cayır cayır bu kalp
Seni unutmak için…
(Şarkı:Bahadır TATLIÖZ-Masal)

Bu konuyu yazdır

  Kireçlenme ve Ağrıdan 10 Günde Kurtulmak Mümkün mü?
Yazar: saglikyasam - 05-15-2014, Saat: 02:44 PM - Forum: Sağlık - Yorum Yok

kireclenmeye-bagli-agridan-10-gunde-kurt...00x225.jpg

Osteoartrit ya da kireçlenme olarak bilinen hastalık 65 yaş üstü, hayatı aktif yaşamak isteyenlerin korkulu rüyasıdır. Oturup kalkarken dizlerden gelen çıtır çıtır ses, eğilip doğrulurken belin tutulması, sabah ağrılarla uyanmak yaşlılığın değil bu hastalığın işaretidir. Amerika, Kanada’da yapılan bilimsel araştırmalar doğal yumurta zarının proteinden zengin olup kireçlenme tedavisinde10 gün içinde ağrı ve tutukluğu gidermeye yardımcı olduğunu ortaya koydu.
Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Prof. Dr. Ayşegül Ketenci
Türkiye Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Derneği Başkanı
Namazımı oturup yerde kılamıyorum… Elimle çamaşır sıkarken ellerim daha güçsüz ve ağrıyor… Sabah uyandığımda her yerim ağrıyor, hareket edince biraz açılıyorum… Ayakkabımı bağlamak için ayağımı kaldıramıyorum… Bana neler oluyor yoksa yaşlanıyor muyum? Aslında dünyamız yaşlanıyor, toplum yaşlanıyor ve kireçlenme (tıp literatüründe osteoartrit) giderek daha fazla kişinin sorunu olmaya başladı. Amerika, Kanada’da yapılan bilimsel araştırmalar doğal yumurta zarının proteinden zengin olup kireçlenme tedavisinde10 gün içinde ağrı ve tutukluğu gidermeye yardımcı olduğunu ortaya koydu.
Yaşlılık mı Hastalık mı?
Kireçlenme özellikle diz eklemini, omurgayı ve elleri tutan bir hastalıktır. Yaş ilerledikçe daha sık ortaya çıkar ve 65 yaş üzerindeki kişilerin % 90’ında eklemlerde osteoartrit görülmektedir. 55 yaş altında kadın ve erkeklerde eşit oranda görülürken, 55 yaş üzerinde kadınlarda daha fazla rastlanır. 55 yaş üzerinde kadınlarda el ve dizler, erkeklerde ise kalçalar daha sık tutulmaktadır.
Kireçlenme nedeni kesin olarak bilinmemekle birlikte mevcut kanıtlar hastalığın gelişmesinde birçok faktörün birlikte çalıştığını göstermektedir. Hastalık için başlıca risk faktörleri yaşın ilerlemesi, kadın-cinsiyet, obezite, meslek, eklem travması, D vitamini eksikliği ve şeker hastalığı, romatoid artrit, hipotiroidi gibi bazı hastalıklardır. Özellikle el Kireçlenmesinin genetik eğiliminin yüksek olduğu ve annede varsa kızına da büyük ihtimalle geçeceği bilinmektedir. Kireçlenme en sık yakınım, eklemlerdeki ağrı, sertlik ve tam olarak hareket edememektir. Ülkemizde egzersiz yapmanın çok yaygın olmaması, giderek daha kilolu bir toplum olmak ve yaşam süresinin uzaması gibi nedenlerle şikayetlerde artış yaşanmaktadır.
Kireçlenme ve Ağrıdan 10 Günde Kurtulmak Mümkün mü?
Kireçlenmeye bağlı ağrı çekmek bir kader değildir. Çeşitli tedavi seçenekleri ile tedavi edilebilir, kontrol altına alınabilir, ağrısız hayat şansı sağlanabilir. Örneğin; 2006 yılından bu yana Amerika, Kanada başta olmak üzere bir çok Avrupa ülkesinde kullanılan Naturel Egshell Membrane-NEM olarak bilinen Doğal Yumurta Kabuğu Zarı Polimeri ile yapılan bilimsel araştırmalar kireçlenmeye bağlı ağrıları 7 ila 10 gün içinde hissedilir biçimde azalttığı yönünde olumlu sonuçlar vermiştir.
Günlük işlerde zorlanan hastalar ne yapmalıdır?
Öncelikle kas iskelet sistemi hastalıklarında ilk başvurulacak hekim fizik tedavi uzmanıdır. Uzmanınız size şikayetlerinizin gerçekten kireçlenmeye bağlı olup olmadığını söyler. Bu hastalıkta tedavinin ilk adımı eğitimdir. Hangi eklem etkilendi ise bu doğrultuda oturup kalkma, ev işi yapmak, yıkanma, giyinme gibi aktivitelerde hastalığın gidişini yavaşlatmak veya durdurmak için nasıl davranılması gerektiği anlatılır. Örn: Kalça kireçlenmesi olanlar ayakkabılarını oturarak giymelidir, diz kireçlenmesi olanlar dizlerini altlarına toplayıp oturmamalı, çok alçak sandalye kullanılmamalı, yere oturmamalıdır.
Kireçlenme tedavisinde egzersizin önemi nedir?
Tedavinin bir diğer önemli basamağı özellikle diz kireçlenmesinde kilo vermek, olmazsa olmazı ise egzersiz yapmaktır. Günlük hayatta bizi ayakta tutan, yürüten, bir şeyleri taşımamızı sağlayan eklemler ve etrafındaki kaslarımızdır. Yaşla birlikte kaslarımızda yağlanma artar, menapoz döneminde bu durum hızlanır. Böylece zaten yıpranmaya başlayan eklemlerimize günlük hayatta destek olması gereken kaslar zayıflar. Bu nedenlerle egzersiz yaparak kasları güçlendirmek eklemler için adeta devamlı bir korse kullanmak gibidir. Ancak unutulmamalıdır ki egzersiz sadece arada bir yapılan ağrı geçince bırakılan bir tarzda olmamalıdır, bir yaşam biçimi olmalıdır.
Ağrı için ne yapılmalı?
Tek eklemde ağrı var ve ağrı klasik tedaviler ile tedavi edilemiyorsa, el ve diz eklemleri için artık o ekleme kortizon enjeksiyonu yapılması da önerilmektedir. Ayrıca tedaviye destek amacıyla doğal yumurta kabuğu zarı polimeri, glukozamin, kondroitin, avakado, soya ekstresi gibi gıda takviyeleri de önerilmektedir . Bu ürünlerin etkinliğine dair klinik çalışmalar mevcuttur. Bu alternatifler içerisinde en yeni olanı doğal yumurta kabuğu zarı polimeridir. Doğal yumurta kabuğu zarı polimerinin kireçlenme tedavisinde ağrı ve tutukluğu gidermeye yardımcı olduğunu gösteren çalışmaları mevcuttur.
Son yıllarda erken kireçlenme deyimi kullanılmaktadır. Bu tanı hastalığı henüz eklemler bozulmadan tanımayı, hastalığın yerleşmesini ve ilerlemesini engelleyecek tedavi yöntemlerinin biran önce başlanmasını hedeflemektedir. Günümüzde hastalığı erken yakalayıp durdurmayı hedefleyen ilaçlarla ilgili çalışmalar hızla ilerlemektedir.
Hastaların ağrı kontrolünde bir diğer yol ise fizik tedavi yöntemleri ve uygun hastalarda kaplıca tedavisi olabilir. Kas güçlendirici fizik tedavi yöntemleri de mevcuttur. Tüm tedavilere rağmen ağrısı çok şiddetli olan, hareketleri kısıtlanan, gece uykudan uyandıran ağrısı olan hastalarda ise çeşitli cerrahi tedavi yöntemleri uygulanabilmektedir. Unutulmamalıdır ki cerrahi elimizdeki çok önemli bir silahtır ve doğru zamanda doğru hastaya kullanılmalıdır.
Doğal Yumurta Kabuğu Zarı’nın etkisi nedir?
Amerika, Kanada başta olmak üzere ve bir çok Avrupa ülkesinde son yıllarda NEM (Naturel Eggshell Mambrane) yani Doğal Yumurta Kabuğu Zarı kullanılmaktadır. Yapılan araştırmalar NEM’in yani Doğal Yumurta Kabuğu Zarı’nın, doğal bir polimer olması nedeni ile içinde bir çok faydalı bileşeni taşıdığı ayrıca proteinden zengin olmasının da etkisi ile kireçlenme tedavisinde ağrı ve tutukluğu gidermeye yardımcı olduğunu ortaya koymuştur. Bu durumda da Yumurta Kabuğu Zarı’nın erken osteoartrit vakalarında faydalı olabileceği ile ilgili veriler bulunmaktadır.

Bu konuyu yazdır

  Bizleri İşte Böyle KUR'AN dan Uzaklaştırıyorlar.
Yazar: halukgta - 05-12-2014, Saat: 09:48 AM - Forum: İslam - Yorumlar (1)

Yazdığım yazıma cevaben bir kardeşimiz, Kur’an ı nasıl anlamamız gerektiği konusunda, bakın neler söylüyor. Verilen cevapların, İslam toplumunda, inancımızı ne derece yanlış yaşadığımız boyutlarını da, açıkça gösteriyor.


( Tek kaynak Kuran-ı Kerim tabi ki, ama bunu sen tek başına anlayıp yaşayabilir misin? Kitabı anlamak için tefsirde lazım fıkıhta şimdi tefsir ve fıkıh ya da ilmihal kitabı Kuran’dan üstün diyebilir miyiz? Risale okuyanlarda Kuran-ı Kerimi daha iyi anlamak için okuyorlar buna emin olun.)

Bu sözleri duyduğumda, Yahudi ve Hristiyanların inançlarını yaşarken, ruhban sınıfını nasıl yarattıkları geldi aklıma. Aynı sözleri bugün hahamlar ve papazlar da söylüyor ve diyorlar ki, sizler dini tek başına anlayamazsınız, yaşayamazsınız.


Şimdide bu sözler üzerinde birlikte düşünelim. Bir kitap yazmak isteyen bir yazarın, ilk dikkat etmesi gereken konu nedir? Yazdığı kitabın, hitap ettiği toplumun seviyesinde, anlaşılır bir şekilde olması çok önemlidir. Yani hitap ettiği toplum, kitabı okumaya başladığında, alınması gereken her bilgi, aktarılmak istenen her konu, okuyucu tarafından anlaşılabilmelidir. Bu düşünce ışığında sizlere sorsam ve desem ki, Rabbimiz gönderdiği ve sorumlu tuttuğu rehberini, bu koşul ve şartlarda bizlere göndermemiş olabilir mi?

Bir başka deyişle, kitabı anlayabilmek için, yine başka bir kitaba ya da kişiye ihtiyaç olmamalıdır. EÄžER OLURSA, ANLATILMAK İSTENEN KONUYA, VERİLMEK İSTENEN BİLGİLERE ANLATANIN, AÇIKLAYANIN DÜŞÜNCE VE FİKİRLERİNİN KARIŞMASI ENGELLENEMEZ.


Bu kural, her yazarın en çok üzerinde durduğu ve kitabın başarısını da etkileyen, önemli bir unsurdur. Çünkü anlaşılması zor bir kitabı, kimse alıp okumaz. Yazarın kişiliğine değer vermek, o kitaba değer katmaz. Kitabın gerçek değeri, toplumun kitabı okuduğunda, o kitaptan bilgi alma ve öğrenebilme ölçüsüyle doğru orantılıdır.

KUR’AN I BAŞKALARININ ANLATTIÄžI KİTAPLARDAN ANLAMAYA ÇALIŞIRSAK, O KİTABI YAZAN IN KUR’AN DAN NE ANLADIÄžINI ANLAMIŞ OLURUZ. Bugün ne yazık ki bizler bu hatayı yapıyoruz, onun içinde Kur’an ı farklı anlıyoruz, dinde bölünüyoruz, parçalanıyoruz. Hatta birbirimize düşman oluyoruz.


Şöyle soralım kendimize. Allah rehber olsun diye gönderdiği kitabı, bizlerin anlayacağı şekilde göndermiyor, ama çok özel bazı kişiler Kur’an ı bizlerin anlayacağı şekilde yazıyor ve bizlere anlatıyor. Öylemi dostlar? Bunu nasıl düşünebiliriz? Aklımızı mı yitirdik yoksa. Yaradan bizlerin anlayacağı şekilde neden yazmasında, bizleri başkalarına muhtaç etsin. Hatırlamıyor musunuz Allah ayetinde, sakın velilerin ardına düşmeyin, Kur’an ın ipine sarılın, güvenilecek yardım istenecek veliniz yalnız benim demiyor muydu?

Kitabı anlamak için tefsirde lazım, fıkıhta lazım diyor arkadaşımız. Yani tek başına anlaşılması mümkün olmayan bir kitaptan bahsediyor. Lütfen hatırlatırım bu kitap Allah katından geliyor, ama bizler bu kitabın anlaşılması için birilerine muhtaç olduğumuzu söylüyoruz. Böyle bir saygısızlığı beşerin kitaplarına bile yapmıyoruz. Hatta Kur’an ı açıkladığını söyledikleri bazı kitaplar için, bu kitap KUR’AN AYETLERİN AYETİDİR, deme yanılgısına bile düşüyoruz. Bu bir şirktir hatırlatırım. Kur’an a böylemi saygı gösterilir? Kur’an ı anlamak için, mutlaka beşeri bilgilere, kitaplara nasıl muhtaç olduğumuzu söyleriz?

Peki, Kur’an ı tefsir edenler, ne kadar doğru bilgi veriyor acaba bizlere diye düşünüyor muyuz? YA ONLAR YANLIŞ ANLADIYSA? Mezheplere ve tefsir kitaplarına bakın, aynı konularda bile birbirinden farklı açıklamaların olduğunu görürüz. Acaba hangisi doğru? Bu yolla mı Kur’an ı öğreneceğiz, anlayacağız? ALLAH BU YÖNTEMLE Mİ KUR’AN I ÖÄžRENMEMİZİ İSTİYOR BİZLERDEN? Elbette hayır.

Bu konu, çok ama çok önemli. Eğer bu konuda doğru karar veremediysek, öyle bir yanlışın arkasından gideriz ki, yolumuzun sonunda pişmanlığımızı düzeltmeye asla vakit bulamayız.


Allah gönderdiği ayetleri ikiye ayırıyor ve bu konuda açıklama yapıyor. Sizlerin sorumlu olduğunuz muhkem ayetler, açık, anlaşılır ve her şeyden nice örneklerle açıklayarak gönderdik, izah ettik ki anlayasınız diyor. Bu ayetlerin hükümleri ile kendimize yön vermemizi istiyor. Ayrıca bu ayetlerin, dinin anası, temeli olduğu açıklamasını da yapıyor. Adı üstünde MUHKEM ayet. ŞÜPHE DUYULMAYACAK KADAR SAÄžLAM, AÇIK İZAH EDİLMİŞ.

Bir kısım ayetlerin ise, müteşabih olduğunu, bu ayetlerin anlamlarını da, bir ben bilirim, birde ilim tahsil etmişler anlar diyerek, gelecekte ilimle müteşabih ayetlerin ne anlatmak istedikleri ortaya çıkacağını ve böylece Kur’an ın gücünün ve bu kitabın Allah katından geldiğinin kanıtları olduğu, daha açık anlaşılacaktır diyor. Hatta bu gerçekleri gören iman edenlerin, böylece imanlarının artacağı bilgisini de veriyor. Şunu unutmayalım, bu ayetler dini hükümleri, emirlerini içermiyor. Eğer öyle olsaydı, onlarda açık ve anlaşılır olurdu. Anlamadığımız bir hükümden, nasıl sorumlu oluruz?

Allah dinin anası muhkem ayetlerin açık, anlaşılır ve birçok örneklerle izah edildiğini söylediği halde, bizlerin ayetleri okuduğumuzda anlayamayacağımızı söylememiz ne büyük yanlış. Ne kadar büyük saygısızlık, farkında değil miyiz hala?

Allah bizlere bir rehber, kılavuz, yol gösterici gönderiyor, ama bizler tek başımıza bu rehberi okuduğumuzda anlayamayıp, bir beşerin yazdığı kitaba muhtaç oluyoruz, öylemi dostlar? Bakın aynı şeyleri tekrar ediyorum ki, hatamızı anlayabilelim.

Acaba bunu söyleyenlere, neden şu soruyu sormuyoruz. Madem okuduğumuzda dinin anası olan muhkem ayetleri anlayamıyoruz, neden peygamberimiz bizlerin anlayacağı şekilde yazmamış Kur’an ı. Ya da değiştirme yetkisini kendisinde bulmadığını düşünerek, sağlığında niçin ayetleri anlaşılacak şekilde, Kur’an ın yanında yazdırıp, ümmetine kolaylık sağlamamış diye neden sormuyoruz? Daha önemlisi yaradan neden bizlerin anlayacağı şekilde göndermemiş? Lütfen bu soruları kendimize mutlaka soralım ki, aldananlardan olmayalım.

HâşÃ¢ peygamberimiz bunu düşünemedi de, bahsettiği kişi ya da kişiler mi düşündü, onların kitapları olmasa Kur’an ı anlayamazdık deme yanlışlığını yapıyoruz.

İslam dininde ruhban sınıfı var mıdır? Elbette yok diyeceksiniz. Ama yok demekle bir şey yok olmaz. Hayatımızda ruhban kişiler edinip, dini onların doğrultusunda yaşarsak, Kur’an ı onların anladığı gibi anlarsak, ruhban sınıfını bizler yaratmış oluruz. NE YAZIK Kİ BU SINIFI BİZLER YARATTIK. HEM DE ÇOK DERİN BİR RUHBAN SINIFI YARATTIK. Çünkü edindiğimiz veliler, şeyhler yoluyla İslam ı anlayacağımızı söylüyorsak, Allah ın emirlerine, ayetlerine muhalif imanımızı yaşıyoruz demektir.


Yazıma cevap veren arkadaşımız, şöyle bir mantık yürütmüş ve demiş ki;

( Şimdi tefsir ve fıkıh ya da ilmihal kitabı Kuran’dan üstün diyebilir miyiz? Risale okuyanlarda Kuran-ı Kerimi daha iyi anlamak için okuyorlar buna emin olun.)

Bir şeye takındığımız tavır, ondan faydalanma nispetimizle, ona verdiğimiz değeri gösteririz. Bir şeye çok güzel, çok seviyoruz, o başımızın tacı demekle, ona verdiğimiz değeri göstermiş olmayız.

Bir başka deyişle, çok sevdiğimiz bir şeyi, değer verdiğimizi yanımızdan eksik etmeyiz, gerektiğinde ondan istifade etmek için. Biz ne yapıyoruz, Kur’an ı anlaşılmaz ilan edip, yüksek bir yere asarak, edindiğimiz velilerin kitaplarını yanımızdan ayırmayıp, başucu kitabı yapıyoruz. BU DURUMDA PRATİKTE, HANGİ KİTAPLARDAN FAYDALANMIŞ OLUYORUZ, işte bu gerçeği lütfen artık fark edelim.

YAZI DEVAM EDİYOR

Bu konuyu yazdır

  Anneler Kırık Gönül
Yazar: anahro - 05-11-2014, Saat: 02:55 PM - Forum: Kendi Şiirleriniz - Yorum Yok

ANNELER KIRIK GÖNÜL

Anneler günümü kırık gönülle
Kaç defa annemsiz kutlamaktayım.
Veremediğim bir kırmızı gülle
Acılar içinde kıvranmaktayım!!!

Kolları sarmaşık, yüreği aşktı.
Sabırla, hoşgörü tercihi şıktı
Babama deliler gibi âşıktı.
Öyle bir aşk için zorlanmaktayım.

Kırmızı gül onun için Uhut'tu.
Onu hep bağrında, başında tuttu.
Resul hasretini öyle avuttu
Şefaat bulduğuna inanmaktayım.

Sanmayın anışım bu özel günde.
Sevincimden olsun yahut hüzünde.
Aklımda, dilimde, her an gönlümde
Kanıyla, canıyla yaşamaktayım.

Babalıkta yaptı kaç çocuğuna.
Neler vere bilsek azdır uğruna. –
Vakitli, vakitsiz sık sık ruhuna
İhlasla, fatiha okumaktayım.

Benimde çocuğum, torunlarım var
Ayrı ayrı derdi, sorunlarım var.
Hoşgörü, sabırla yorumlarım var
Akıp, giden zaman ırmağındayım


Saçına hayrandı salkım söğütler
Gözünde hazır bulutlu hüzünler
‘Rehberim olur’ verdiği öğütler
Halen ellerine tutunmak tayım.

Anınca hüzünlerle doluyorum
Anılar içinde kayboluyorum.
‘’Hak emri’’ deyip sükut buluyorum
İnnalillahi’yi anlamaktayım.


Dünyada annesiz çok büyüyen var.
‘Doğalı’ anneyi geremeyen var.
Görüştürülmeyen, görüşmeyen var
Acaba hissimi davranmak tayım?

Babasız doğdu, Annesiz büyüdü
Ümmetin önünde örnek yürüdü.
Korkarım sevgimi riya bürüdü
Her iki dünyamı yıpratmaktayım...

Boğazından kesip bizi beslerdi
Masalla dünyamı renkler, süslerdi.
Büyük bir adam olmamı isterdi
Sıcaklığını hep aramaktayım....

‘Uyuyup, büyüyüm" ne çok isterdi
Geciksem uyumaz yolda beklerdi.
Geldiğimde Allah'a şükrederdi
O korkuyu bugün yaşamaktayım

Kabrine bıraktım belenmiş gibi
Dünyada ilk, tek, son ölenmiş gibi
Bir bıçak ki yeni bilenmiş gibi
Hasreti içimde yıpranmaktayım..

Hayalimde durur hep kefeniyle
Melekti adeta beyaz teniyle.
‘ Hoşça kal’’ demedi bana eliyle
Üzülüp, üzülüp kahrolmaktayım

ORHAN AFACAN

Bu konuyu yazdır

  Ali İmran 100.Ayetten Alacağımız İbretlik Dersler.
Yazar: halukgta - 04-22-2014, Saat: 08:44 PM - Forum: İslam - Yorum Yok

Değerli din kardeşlerim, aşağıdaki ayet üzerinde sizleri düşünmeye davet etmek istiyorum. Önce ayeti yazalım.


Ali İmran 100: Ey iman edenler! Kendilerine kitap verilenlerden herhangi bir gruba uyarsanız, imanınızdan sonra sizi döndürüp kâfir yaparlar.


Önce şunu unutmayalım ki, Kur’an ın tüm ayetleri, o günün yoldan sapmış toplumların yaptığı yanlışları düzeltmek için indirilmiştir. Yukarıdaki ayeti de önce bu doğrultuda düşünelim. Elbette tüm ayetleri bugün bizler, o gün yapılan yanlışlardan ders alıp, günümüze uyarlamalı ve dersler çıkarmalıyız. Çünkü Kur’an her devre, her zamana hitap edecek üslupta indirilmiştir.


Dikkat ederseniz ayette, daha önce kendilerine kitap indirilmiş, Ehli kitabı kast ederek söylüyor ve diyor ki;


(Kendilerine kitap verilenlerden herhangi bir gruba uyarsanız, imanınızdan sonra sizi döndürüp kâfir yaparlar.)


Çok dikkat çekici değil mi? Bu ehli kitabın hepsi Allah a ve gönderdiği kitaplara inanıyor. Peki, bu insanların yaptığı ortak yanlış nedir ki, Allah bunlara uyarsanız KÂFİR olursunuz diyor?


Bu sözler peygamberimize uyan, ona itaat eden Müslümanlara hitaben söylenen sözler. Aslında bu sözlerden kasıt Allah neleri kast ediyor, onu eğer doğru anlarsak, bugün bizler aynı hataya, yanlışa düşmeyiz.


Allah Yahudi ve Hıristiyanların bu yaptığı büyük yanlışlardan ötürü, onların içinden bir peygamber göndermemiş ve özellikle ÜMMİ bir peygamber göndermiştir. Onun içindir ki özellikle Yahudiler kendi içlerinden bir peygamber göndermediği için, peygamberimizi kabul etmek istememişlerdir. Kur’an da geçen ÜMMİ sözcüğünün anlamı da, işlerine gelmeyenler tarafından tahrif edilmiş ve değiştirilmiştir, onu da hatırlatmak isterim.


Yahudi ve Hıristiyanlar, Allah ın gönderdiği kitaptan o kadar uzaklaşmış ve inançlarını hurafe, sanı ve rivayetlerle yaşıyorlarmış ki, din Allah ın dini olmaktan çıkmış, beşeri odaklı bir din olmuştu. Bakın aşağıdaki ayette ne diyor Allah.


Ali İmran 103: Topluca Allah'ın ipine sımsıkı sarılınız, ayrılığa düşmeyiniz, Allah'ın size olan nimetini hatırlayınız; hani birbirinize düşmandınız da, O kalplerinizi kaynaştırdı ve O'nun lütfu ile kardeş oldunuz. …………


Dikkat ederseniz ayette, topluca Allah ın ipine yani gönderdiği rehberine sarılın, ayrılığa düşerek bölünmeyin diyor. Demek ki daha önceki ehli kitap, Allah ın bu uyarısını dinlememiş ki, Yaradan onlara sakın uymayın, onlar gibi olmayın, yoksa kâfir olursunuz diyor. Demek ki kâfir olmak, yalnız Allah ı ve elçisini inkâr etmek değilmiş. Peki neymiş? İndirdiği kitabın dışına çıkmak, Allah ın koyduğu sınırları görmezden gelmekte, Rabbimize göre KÂFİR olmak olduğu çok açık anlaşılıyor. Peygamberimize uymak istemeyen Yahudi ve Hıristiyanlar, atalarımızın itikatlarından vazmı geçeceğiz diyerek, kendi nefislerinde oluşturdukları ATALARININ inancından, vazgeçmek istememişlerdir.


Ne dersiniz Allah ın bu ikazına bizler bugün uyduk, Rabbin sözlerini dinledik ve Allah ın kitabı Kur’an a sarılıp, ayrılığa düşmedik diyebilir miyiz? Ne yazık ki bizler, bizden önceki ehli kitabın yaptığı yanlışları göremedik, çünkü Kur’an ile aramıza beşeri duvarlar ördük, onun içinde bu gerçeklerin farkına varamadık. Bölündük, parçalandık, Kur’an ı da yüksek bir yere asarak, sen Kur’an ı anlayamazsın diyenlere inanarak, beşerin kitapları ile amel eder olduk. Kur’an dan uzaklaşarak, onun sınırlarının dışına çıkarak, sizce nasıl bir günah işledik? Doğrusu dilim varmıyor söylemeye.


Geçmiş ehli kitap, Allah şefaat tümden bana aittir diyen Allah ı dinlemedikleri için, Allah ile aralarına şefaatçiler edindiler. Hatta onların heykellerini yaparak putlaştırdılar. Bugün bizlerde bir benzerini yapıyoruz. Kur’an da Allah, şefaat tümden bana aittir, hiçbir şefaatin fayda vermediği o günden sakının dediği ve uyardığı halde, bizler bu uyarıyı görmezden geldik ve içimizden Allah dostu diye ilan ettiklerimizden, şefaat dilenir olduk.


Belki bugün bizler onların heykellerini yapmıyoruz, ama ruhumuzda putlaştırdığımız kişilerin adeta esiri olduk, onları Allah ile aracı yaparak, bağışlanacağımızı zannediyoruz. Elbette büyük yanılgı içindeyiz.


Allah nisa 87. ayetinde, söz bakımından Allah'tan daha doğru kim vardır der. Araf 185. ayetinde de, O halde Kur'an'dan sonra hangi söze inanacaklar diyerek, Kur’an ın dışına çıkmamızın yolunu da kapatır. Yine Müddesir 11. ayetinde Allah elçisine seslenerek, Beni, yarattığım kişiyle baş başa bırak diyerek, çok önemli konuya açıklık getirir. Buradan da anlaşılıyor ki, Allah ile kulu arasına hiç kimse giremez. Yine Rad suresi 40. ayetinde Allah elçisine seslenerek, O halde tebliğ etmek sana, hesap sormak bize düşer der. Ama bizler tüm bu ayetleri görmezden gelir üstünü örteriz, tıpkı geçmişte ehli kitabın yaptığı yanlışlar gibi.


Allah aynı ayetin devamında bakın yine bizleri nasıl uyarıyor.


Ali İmran 105: Hakikatin bütün kanıtları kendilerine geldikten sonra, ihtilafa düşüp parçalananlar gibi olmayınız. İşte bunlar için feci bir azap vardır.


Sizce hakikatin bütün kanıtları, bizlere neyle gelmişti? Elbette Kur’an la. Çünkü Allah SİZLERİ KUR’AN DAN SORUMLU TUTUYORUM DİYORDU. Peki, bizler Allah ın bu uyarısını dinliyor muyuz? Kesinlikle dinlemiyoruz, çünkü bizden önceki ehli kitabın yanlışlarını bizlerde yapıyoruz. Hatta daha büyük yanlışları yapıyor, bölünüp parçalandıktan sonrada, bir birimizi öldürecek kadar düşman oluyoruz.


Müslüman bir birinin din kardeşidir diyen Allah a inatla, Müslüman ülkeler birbirine düşman oldular. İçimize bir nifak tohumu ekiyorlar, daha sonrada karşımıza geçip bizleri izliyorlar. Bu ortamı yaratan, biz Müslüman geçinenlere yazılar olsun.


Bugün bizler öyle batıl inançları dinden zannediyoruz ki, elimizde apaçık duran Kur’an a bile danışma gereği duymadan inanıyoruz. Çünkü neyin HAK, neyin BATIL olduğu karmaşası, ne yazık ki hâkim olmuş İslam toplumuna. Allah akıl fikir versin bizlere, elimizdeki FURKAN ın kıymetini, ne yazık ki bilemiyoruz. Onun için işimiz çok zor.


Bizden önceki ehli kitabın günahkâr olmasının, Allah ın tabiriyle KÂFİR olmasının tek nedeni, Allah ın yanında, şefaatçiler edinerek, onlardan da yardım ister olmalarıydı. Bakın Rabbimiz bu konuda nasıl uyarıyor.


Yunus 106: Allah'tan başka; sana ne fayda, ne de zarar veremeyecek olan şeylere yalvarma! Eğer böyle yaparsan, o takdirde sen muhakkak zalimlerden olursun.


Ne dersiniz geçmişte ehli kitabın yaptığı yanlışları, bugün İslam toplumları olarak, daha fazlasını yapmıyor muyuz? Allah ehli kitabın yaptığı yanlışları yaparsanız, KÂFİR olursunuz diye uyardığı halde, bizler onların yaptığı yanlışların, daha da ilerisine geçtiğimizin, ne yazık ki farkında bile değiliz.


Bu yanlışları yapan, İslam toplumlarının Allah katındaki durumu sizce nasıldır? Bunu düşünmek bile istemiyorum. Yaradan ın bu yaptığımız yanlışların karşılığında verdiği ceza, sanırım İslam toplumlarının içler acısı halinden anlaşılıyor.


Dilerim Allah dan, Kur’an ın ipine sıkı sıkı sarılan, hurafe ve batıldan uzak, onu anlamak adına çaba harcayan, Kur’an ın sınırlarını bilen ve asla dışına çıkmayan, Rabbin halis kullarından oluruz.


Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK

Bu konuyu yazdır

  Yeterrrr!!!
Yazar: tassio - 04-21-2014, Saat: 12:27 AM - Forum: Haykır - Yorum Yok

Obsesyonlari olmayan Ruh sagligi duzgun bir kadin istiyorummmmm!!!!

turkce karakter sorunu icin ozur..

Bu konuyu yazdır

  Atatürk ün Vasiyetini El Birliğiyle Gerçekleştirelim.
Yazar: halukgta - 04-16-2014, Saat: 07:20 PM - Forum: Mustafa Kemal Atatürk - Yorum Yok

Atatürk ismini telaffuz edenler, onun ülkemize yaptıklarını anlatmaya çalışanlar, neredeyse günümüzde dışlanıyor ve önlerine set çekilmek isteniyor. Açıkçası Atatürk sevgisi, yeni nesillerden adeta silinmek isteniyor. Peki, neler oldu da, bu sevgiyi, saygıyı bazı kişiler, düşmanlığa dönüştürmek için var gücü ile çaba harcıyor? Tüm dünyanın, hatta düşmanlarının bile saygısını hala yitirmeyen bu lider, ülkemizde ne maksatla unutturmak isteniyor olabilir?


Atatürk ülkesini parsel parsel, yabancılara mı sattı, KENDİ MENFAATİ, YAKINLARININ MENFAATİ İÇİN DEVLETİN GÜCÜNÜ, İMKÂNLARINI MI KULLANDI. Yoksa ülkeyi bir bütün değil de, parçalara bölme planlarımı gün yüzüne çıktı? Yoksa toplumu inançları ile aldatarak, kandırarak kendi çıkarlarına mı alet etti. Ne yapmıştı da, Atatürk sevgisini yok etmek için, gönüllere zehir akıtanlar, yalan ve iftirada bulunanlar çıktı aramızdan?


Sanırım ne olduğunu anlamak, o kadar zor olmasa gerek. Atatürk bu ülkeyi düşmanlardan temizlemek adına, halkı tek yumruk yapmakla kalmadı ve öyle sağlam temel direkler dikti ki, yıkıcı, yakıcı, bölücü mihraklar çok önemli konumlara gelip geçmelerine rağmen, bu yapıyı, halkın ATASINA karşı sevgisini, yok etmeyi başaramadı.


Bugün direniyorsak, Atatürk ün attığı temellerin gücü sayesindedir. Toplumu Kürdü, Türkü, Çerkez i, tek yumruk yaparak, düşmana karşı direnen anlayışı, düşünceyi bozmak isteyenler, bugün ne yazık ki ortalıkta, ellerini kollarını sallayarak, açıkça topluma nifak tohumları ekiyor.


Bu ülkeyi silahla, topla, tüfekle yıkmayı başaramayacağını bilenler, sinsi planlarını çok güzel oynadılar bu güne kadar. Bu ülke silahla yıkılamıyorsa bölerek, halkı bir birine düşman ederek ve küçük lokmalar haline getirdikten sonra, hem yıkması hem de uydu devlet yapması kolay olacaktı. İşte şimdi onun hesabındadır içimizdeki hainler ve ülkemizin düşmanları.


Birileri Atatürk e, dinsiz yaftasını yapıştırarak, gerçek amaçlarının fitilini ateşlemeyi başarmıştır ne yazık ki. Peki, Atatürk e dinsiz damgasını niçin vurmuşlar ve din adına konuştuğunu zannedenler, niçin Ataya kin kusmaktadırlar, bunu hiç düşündünüz mü?


Atatürk ne yapmıştı da, zaman geçtikçe, bazı kesimlerden bu derece düşman kazanmıştı? Çok açık ve net söyleyebilirim ki, Kur an gerçekleri ile Türk halkının yüz yüze gelmesini sağlayacak ilk adımı atmasıdır, bunca düşman kazanmasının en önemli sebebi.


Acaba bu sözlerimle neyi kat ettim? Değerli kardeşlerim, ilk defa ATATÜRK Kur an ı halkın konuştuğu, anladığı diline çevirtmişti de ondan. Hem de Rahmetli, Elmalı Hamdi Yazır a. Dikkatinizi çekmek isterim, Atatürk Kur’an ı Türkçe ye çevirmek için çok uğraş vermişti, çünkü Kur’an ı tercüme etmenin günah sayıldığı bir inanç ağır basıyordu. O devirde bile Kur’an ı tercüme etmek istemeyen, çok din adamları vardı lütfen bunu unutmayalım. Böyle bir toplumu din adına aldatmak ve istenildiği gibi yönetmek, sanırım çok kolay olsa gerek. İşte Atatürk bu gerçeği bildiği için, toplumun gerçek İslam ı Kur’an dan öğrenmesi gerektiğini, çok iyi biliyordu. Nur içinde yatsın.


Atatürk ün sayesinde, Türk halkı gerçek İslam ı öğrenmeye ve Allah ın sözlerine direk muhatap olmaya başlamıştır. Bunu önlemek yani Kur an ın Türkçe mealini okumamaları için, çok büyük seferberlikler yapılmış ama artık aydınlık nur, güneş göründüğünden, yapacak hiçbir şeyleri olmadığını anlamışlardır.


Günümüzde birçok tarikat, cemaat müritlerine, Kur an ın Türkçesini okumalarının, doğru olmadığı düşüncesini empoze etmişlerdir. Nedeni ne olabilir dersiniz? Nedeni onların din adına söyledikleri ile Kur an gerçekleri birbirini tutmadığı, hatta tam tersini emrettiği ortaya çıktığı içindir.


Kur’an ı anladığımız dilden okumamızı engellemek isteyenler, bizlerin okuduğumuzda ayetleri anlayamayacağımız yalanıdır. Yani Allah bizlerin anlayacağı değil, azınlık bazı insanların anlayıp, bizlere anlatacağı tezini anlatmışlardır topluma. ADETA BÖYLECE İSLAM DİNİNDE, RUHBAN SINIFI YARATMIŞLARDIR.


Kuran ı anlayarak, düşünerek okuyanlar, bilinçlenenler artık bu yalana kanmamışlardır. İsterseniz bu konu ile ilgili birkaç ayet örneği verelim, söylediklerim çok daha iyi anlaşılacaktır.


Araf 52: Yemin olsun ki, biz onlara, ilme uygun biçimde, ayrıntılı kıldığımız bir Kitap getirdik. İnanan bir topluluk için bir kılavuz, bir rahmettir o.


Kamer 17: Andolsun biz, Kuran'ı öğüt almak için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mudur?


Nahl 89: Sana bu Kitap'ı indirdik ki her şey için ayrıntılı bir açıklayıcı, bir kılavuz, bir rahmet, Müslümanlara da bir müjde olsun.


Değerli kardeşlerim, bakın Kur’an ın ayetleri ne kadar açık ve net öğüt için kolaylaştırılmış, İlme uygun ayrıntılı bir kitap diyor ve öğüt alan yok mudur diye de uyarıyor. Daha da dikkat çekici olan, Kur’an ı iyice okuyup, düşünenin anlayacağını söylüyor. Allah yine başka bir ayetinde de bizlere, Kur’an ayetlerini okuyup düşünenin, gönül gözlerini açarım diyor.


Demek ki asıl olan, Kur’an ı anlayarak okumak ve düşünmek. İşte bizleri bu gerçeklerden uzaklaştırdılar. Atatürk ise bunu bildiği için, toplumu Kur’an la buluşturdu ve anlamaları için kendi dillerine tercüme ettirdi.


Kur’an ı anlayarak okumaya başlayan toplum, artık kendisine öğretilenleri sorgulamaya başladı. Daha doğrusu Allah ın istediği gibi, sorgulayarak iman eden bir toplum yaratmaya çalıştı. Sorgulamadan iman eden toplumların birilerinin kölesi, oyuncağı olacağı gerçeğini Atatürk biliyordu. Toplumu Allah ile aldatanlardan Kurtarmanın yolu, Kur’an ı anlamaktan geçer mantığını, topluma yerleştirmeye çalıştı Atatürk.


Kur’an ın emri de bu yöndeydi. Allah birçok ayetinde düşünmeye, aklımızı kullanmaya yönlendirir bizleri. Daha da dikkat çekici olan, VELİLERİN, ŞEYHLERİN ardına düşmemizi yasaklar. Tüm bu gerçeklerin ortaya çıkmasını sağlayan Atatürk, elbette İslam ı hurafe ve batıl inançlarla, kendi nefislerine göre yaşatmaya çalışanların düşmanı olacaktır.


Değerli kardeşlerim, ATATÜRK Türk halkını gerçek İslam la tanışmanın yolunu açmıştır. Bugün böyle bir toplum varsa ülkemizde, bunu Atatürk e borçluyuz. Atatürk ün ilk dönemlerinde, Cuma hutbeleri bile Arapça verilir toplum anlamazdı. Ama Atatürk bu hutbelerin ne söylediğini toplum anlamalı diyerek, Türkçe hutbe verilmesini emretmiştir, bunu biliyor muydunuz?


Atatürk ü din düşmanı ilan edenler, toplumu kendi kulları gibi görenlerdi. Ne yazık ki bugünde aynı zihniyet toplumu zehirlemeye devam ediyor. Atatürk dine karşı değil, DİNİDAR yobazlara karşıydı. Atatürk ün dini düşüncelerini, dine bakışını doğru anlamak isteyen, lütfen Balıkesir de Atatürk ün Zağanos paşa camiinde verdiği hutbeyi, internetten dikkatle okuyunuz. O zaman Atatürk için söylenen yalanları, çok daha iyi anlayacaksınız.


Atatürk toplumların dinden uzak olamayacağını, inançsız bir toplumun düşünülemeyeceğini çok iyi biliyordu. Ama bu düşüncesinden yola çıkarak da, dini kullananların çıkacağı bilincindeydi. Onun için Diyanet İşleri başkanlığını kurdu. İlk Diyanet işleri Başkanının, Atatürk hakkında ki düşüncelerine bakar mısınız lütfen.


(İLK DİYANET İŞLERİ BAŞKANI, RİFAT BÖREKÇİ ANLATIYOR:


Atanın huzuruna girdiğimde, beni ayakta karşılardı. Utanır ezilir, büzülür, ‘Paşam beni mahcup ediyorsunuz’ dediğim zaman, ‘ DİN ADAMLARINA SAYGI GÖSTERMEK, MÜSLÜMANLIÄžIN İCAPLARINDANDIR.’ buyururlardı. ATATÜRK ŞAHSİ ÇIKARLARI İÇİN, KUTSAL DİNİMİZİ SİYASETE ALET EDEN, CAHİL DİN ADAMLARINI SEVMEZDİ.


Not: Atatürk ve din eğitimi- Ahmet Gürtaş- Diyanet İşleri başkanları yayınları. S- 12 )


Atatürk ün gerçek İslam ı, toplumun fark edebilmesi çabası, ne yazı ki vefatıyla yarım kalmıştı. Dini kendi çıkarları doğrultusunda kullanan, DİNİDAR kişilerin toplum tarafından fark edilmesi çabası, Atatürk ün bizlere emanet ettiği BİR VASİYETİDİR. Lütfen bu gerçeğin farkına varalım ve bu vasiyetini HAYATA GEÇİRELİM.


Allah Kur’an da birçok ayetinde, sakın sizleri Allah ile aldatmasından diye uyarıyorsa, lütfen Allah ın bu uyarılarının asıl amacının ne olduğunu iyi düşünelim ve bizleri inancımızla aldatanları tanıyalım. Bunu yapabilmemiz içinde, önce dinimizi bizzat Kur’an dan iyi öğrenmeliyiz.


Bu düşünceden yola çıkarak, el birliğiyle gerçek İslam ı, hurafe ve batıl karışmamış Allah ın halis ve katıksız dinini, gelin el birliğiyle Kur’an dan öğrenelim ve öğretelim. Öğrenelim ki DİNİDAR, dinden bahsedenlerin oyununa da gelmeyelim. Böylece Atatürk ün VASİYETİNE sahip çıkmış olalım.


Bugün hala çoğunluk bir kesim, Kur’an ı anladığımız dilden okumanın önünde büyük bir engeldir. Atatürk ün kurduğu Diyanet İşleri Başkanlığı bile, Atatürk ün gerçeklerinden çok uzak, toplumu din adına bilgilendirdiğini zannetmektedir. Diyanet İşleri Başkanlığına, geçmiş yıllarda sorduğum bir soru, bu konuda beni ne yazık ki doğrulamaktadır. Diyanete sorduğum bir soruda;


Kur’an ı Türkçe mealinde okumamın, bir sakıncası var mı şeklinde sorduğum soruma verdiği cevap, çok manidar ve düşündürücüdür.


(Kur’an ı Türkçe mealinde okursanız, bilgi sahibi olursunuz, Arapça orijinalinden okursanız, sevap kazanırsınız.)


İşte Atatürk bu zihniyetle mücadele etmek için, Diyanet İşleri başkanlığını Kurmuştu, ama ne yazık ki mücadele yarım kaldığı anlaşılıyor. Bizlere düşen toplum olarak, Kur’an ın çevresinde toplanmak, onu bilerek, düşünerek anlamak hayata geçirmek olmalıdır. Bunu yaparak Atatürk ün vasiyetini de, yerine getirmiş olacağımızı unutmayalım.


Toplum olarak sevap kazanmanın, önce ne olduğunu öğrenmeliyiz. Anlamını bilmeden okumakla sevap kazanılmayacağını, sevabın ancak Allah ın istediği bir kul olduğumuzda, onun rızasını kazanmak için toplum içinde, barış da ve hayırda yarışarak sevap kazanılacağının bilincinde olmalıyız. Yoksa ömrümüzü boşa, beyhude geçirirde, sonunda pişmanlar oluruz.


Kur’an ben Müslüman ın diyen herkes tarafından, anladığı dilden mutlaka okunmalı ve üzerinde düşünülmelidir. Körü körüne iman etmek, bizleri Allah a değil şeytana yaklaştıracaktır, lütfen bunu unutmayalım. Kur’an ı rivayet ve sanı bilgiler ışığında değil, yine Kur’an ın içindeki diğer ayetlerden, bilgilerden, örneklerden yardım alarak anlamaya çalışmalıyız. Çünkü Kur’an kendisini anlatan, açıklayan eşsiz bir nurdur.


Bu gerçekten yola çıkarak, silahlı kuvvetlerimize düşen bir görevin olduğunu düşünüyorum. Nasıl okuma yazma bilmeyen erlerimize, okuma yazma öğretiyorsa askerde, ben Müslüman ım diyen erlerimize de hurafe ve rivayetlerden uzak, hiçbir etki altında kalmadan KUR’AN dersleri vermelidir.


Böylece genç, dinamik yaşlarda ki gençlerimiz, Kur’an gerçekleri ile bilgilendirilecektir. Gerçek, arı, duru İslam ın bu toplumla buluşmasına, sanırım başka yol yok gibi görünüyor. Böylece geçlerimiz yaşamlarında, birilerinin din adına aldatmacalarına da kanmayacaklardır. Hakkı ve batılı böylece daha kolay, birbirinden ayıracaklardır. Bu gençler ailelerine gittiklerinde, bu bilgileri paylaşacak ve Kur’an meşalesi, hurafeler karışmamış gerçek İslam ın aydınlığı, ailelerle elden ele dolaşacaktır.


Bu görevi Silahlı kuvvetlerimizin, layığı ile yapacağına inanıyorum. Diğer ülkelerin silahlı kuvvetlerinde nasıl dini bir bölüm/sınıf varsa, bizim silahlı kuvvetlerimiz dede, böyle bir sınıf oluşturulup, silahlı kuvvetler personelinin, İlahiyat fakültelerinde okumaları sağlanarak, topluma bir ışık tutacağını, böylece ATATÜRK ÜN VASİYETİNİDE, yerine getireceğine gönülden inanıyorum.


Türk Silahlı Kuvvetlerimizin, Atatürk ün izinden giden, değerli komutanlarının, bu duygu ve düşüncelerime elbet bir gün kayıtsız kalmayacağına ve gerçek, arı, duru, batıl karışmamış İslam ı askerdeki gençlerimizle buluşturmak için, ilk adımı atacaklarına yürekten inanıyorum.


Bu gidişe bir dur diyen çıkmazda, toplum Kur’an gerçekleri ile buluşturularak, Allah ile aldatılmaktan kurtarılmazsa, Allah ın gazabından da kurtulamayacağımızı, acı, keder, adaletsizlik ve zulmün aramızda kol gezeceğini asla unutmayalım.


Bir gün, bu hayalimin gerçek olması dileklerimle.


Saygılarımla. Haluk GÜMÜŞTABAK

Bu konuyu yazdır

  Tarih: 11-03-2025, 10:32 PM