:: Duygusuz.com - Dostluk ve Arkadaşlık Sitesi

Orjinalini görmek için tıklayınız: "Geri dön... canın seni bekliyor..."
Şu anda (Arşiv) modunu görüntülemektesiniz. Orjinal Sürümü Görüntüle internal link
Özledim seni...
Ayrılık yüreğimi karıncalandırıyor nicedir...
Beynimi uyuşturuyor özlemin...
Çok sık birlikte olamasak bile benimle olduğunu bilmenin bunca ay içimi nasıl ısıttığını yeni yeni anlıyorum.

Yokluğun, hatırlandıkça yüreğime saplanan bir sızı olmaktan çıkıp sürekli Bir boşluğa dönüşüyor.
Sabahlara seni okşayarak başlamaları, akşamları her işi bir kenara koyup seninle başbaşa karşılamaları özlüyorum; oynaşmalarımızı, hırlaşmalarımızı, yürüyüşlerimizi, kacamak tatillerimizi, sevimli haşarılığını, çocuksu küskünlüğünü...
Nasıl da serttin başkalarına karşı beni savunurken; ve ne yumuşak, bir çift kısık gözle kendini ellerimin okşayışına bırakırken...
Bilsen, ne zor gitmen gerektiğini bile bile "Kal" demek sana... Ne zor, senin için ebedi mutluluğun beni unutmandan geçtiğini bilmek...Gitmeni asla istemediğim halde, buna mecbur olduğumuzu görmek ve sana bunları söyleyemeden "Git artık" demek...
"Beni ne kadar çabuk unutursan, o kadar çabuk kavuşacaksın mutluluğa" demek sana ne zor...
..sesimi, kokumu çekip alıvermek buyninden, sesin, kokun hala beynimdeyken...
..seni görmemek ve belki yıllar sonra karşılaştığımızda bana bir yabancı gibi bakmanı istemek senden...
..yeni bir sevdayı kesinlikle yasakladığım kalbime söz geçirmek...
..ve sonra kendi ellerimle bindirip seni yabancı bir arabanın arka koltuğuna, birlikte güneşlendiğimiz onca yazı, yanyana titreştiğimiz onca kışı, paylaştığımız bunca acıyı, onca kahkahayı ve bütün o uzak yeşillikleri katıp yorgun bedeninin yanına, arkandan pişmanlık gözyaşları dökmek ne zor...
..yokluğunu beklemek, ne zor...
Bunları düşündükçe, şu anda uzakta bir yerlerde üşüdüğünü sezinleyerek panikliyorum. Bütün engelleri aşıp, terk edilmiş caddeleri, kimsesiz sokakları, yalnız bulvarları arşınlayarak sana ulaşmak, sessizce başını okşamak, kulağına sevgi sözcükleri fısıldamak ve yavaşça üzerini örtmek geçiyor içimden...
Paylaştığımız bir mazinin, yitirdiğimiz bir geleceğe dönüşmesinden hicran duyuyorum.
Gizli gizli hüzünlendiğim akşamlardan birinde, terketmişlere özgü bir terk edilme korkusunu da yüreğimin derinliklerinde duyarak sana koşmak, yaptıklarım ve daha çok da yapamadıklarım için özür dilemek ve "Dön birtanem" demek istiyorum:
"Geri dön... canın seni bekliyor..."
Kafamda yüzlerce, milyonlarca düşünce... kafamın içinde "her kafadan bir ses.."
"Akordu Bozuk Çalgılar Orkestrası" nın şefi istifa etmiş. Belki de bütün karışıklığa sebep bu!... Adam orkestranın ritimsiz marşlarına, senfonilerine belli ki daha fazla dayanamamış. Ben bile bu gürültüye nasıl tahammül ediyorum bilmiyorum. Yılların verdiği alışkanlık olmalı. Tek doğru bildikleri ayrılık şarkıları...

* * *
Dönüp dönüp sana ulaşıyorum. Ne kadar uzaklaşırsan o kadar yakına düşmek, ne kadar kaçarsan o kadar geri dönmek... bumerang gibi... Yeni yüzlere sil baştan özgeçmiş anlatmak artık yoruyor beni. Her yeni yüz, hayatıma katmak çabasına girdiğim her yeni kişilik, nasıl oluyor da sonunda yine seni hatırlatıyor bana, anlamış değilim. Oysa 'aşkta mantık aranmaz' düşüncesiyle hareket ettiğim yıllar şimdi çok gerilerde. Sen, çok uzaktasın.
Ana caddelerini, çarşısını, cafelerini bildiğim o uzak kıyı kentin, bilmediğim dar sokaklarından birinde karşılaşsak seninle; meselâ burun buruna gelsek bir kaldırım dönemecinde, ne yaparım? Tepkim nasıl olur, kestirebilmiş değilim. Dudaklarımdan boğazıma kadar kurur mu ağzım? Kalbim tıpkı o zamanlardaki gibi deli çılgın çarpıp döner mi göğüs kafesine? Ya sen? Sen ne yaparsın beni görünce? Gözlerin ışık saçar mı yine? Sarılır mısın sımsıkı? Yüzünü gizleyeceğin, nefessiz kokladığın saçlarım da yok artık... Yoksa ilk aklımıza gelen kırgınlıklarımız mı olur? Hele ben... hele ben... Gene de, ne dersen de; seni özledim.
Bıraktığın art alanı hiçbir renkle dolduramıyorum. Her yer çok çok siyah ve beyaz, en fazla da gri... Hangi rengi tutsam soluyor avuçlarımda. Baş edemiyorum bu kandırılmışlık duygusuyla. Senin önce sakıncasız verdiğin sonra da utanmadan söküp aldığın güveni barındıramıyorum ruhumda. Herkese ve herşeye karşı nasıl kuşkuluyum, bilmek istemezsin.
Geceler boyu yaptığımız onca konuşmadan hafızamda tutabildiklerim, anımsadıklarım o kadar az ki...
"-Zıt karakterli insanlar, birbirlerine benzeyenlerden daha iyi anlaşır. Uyum, karakterlerin aykırılıklarından doğar..., diye bir söyleve girişmiştim ve tatlı bir tartışma başlamıştı aramızda.
-Eğer kişilikler farklıysa, aralarında bir renk cümbüşü oluşur. Ve kendi kişilik özelliklerinden ödün vermeden, art alanlar bu renklerle dolmaya başlar. İşte o zaman yarım kalan yanlarının pekiştiğini fark eder bu iki ruh eşi...
O alaycı, çarpık gülüşünle umursamaz bakıp;
-İyi ama, biz birbirimize fazla benziyoruz. Zevklerimiz ve hoşlandığımız tadlar aynı. Ben senin daha konuşmadan ne söyleyeceğini biliyorum. Bakışından, duruşundan bunu anlamak hiç zor değil. Hayatım, bizim alaşımlarımız eriyik halinde birbirine karışmış. Bu yüzden alanların tamamına yeryüzünün tüm renkleri hakim. O güzel aklını yorma sen. Meselâ, biliyorum ki ben susunca sen kalkıp dolaptan bize iki soğuk bira kapıp getireceksin... "
Geçen gece hiç alışık olmadığım halde, daldığım ilk uykudan aniden uyandım. Ne kâbustu gördüğüm ne de beni uyandırabilecek kadar güçlü bir ses... ki ağırdır uykum bilirsin, sabahları ise hiç çekilmem. Oysa o gece saatlerce uyumuş ve uykusunu almış bir insanın dinginliğiyle doğruldum. Kalktım, bir sigara yaktım geceye... Tam o sırada beklemediğim bir şey oldu. Hazırlıksız yakalanmıştım. Seni düşünmemek, seni unutmak, seni yaşamamış saymak için kendime ördüğüm ne kadar duvar varsa, iskambil kağıtları gibi ama koca bir gümbürtüyle yerle bir oldu içimde.
Aramak istedim, yapamadım. Ne söylenebilirdi ki; zamanın, mesafelerin ve bitmiş bir hikâyenin noktası konmuş gerçekliğinin peşinden. Ne yapılabilirdi ki bu saatten sonra, aşk mantığa yenik düşmüşken... Hıçkırıklarla ağlamaya başladım. Ki bilmezsin, artık kolay ağlayamıyorum ben. Bulutlu gecede, bana buğulu yüzünü çağrıştıran ay'ı aradım... Ne ay vardı ortalıkta ne de yıldızlar... sağanak halinde gözlerim ve bir de bulutlar... O son gün, telefonda söylediklerim döküldü geceye... "Git, Gidebildiğin Kadar Uzağa..."
Gece isyanıma karşılık verdi. Yaşadığımız ne varsa ayrıntılara inerek resmetti; yaşanmış, paylaşılmış, dağılmış, savrulmuş koca bir aşkın güncesi... görüntüler resmi geçidi... "Nefesimden yakın, yıldız kadar uzaksın..." derdin. Ben o gece uykundaki soluk alışlarını duyumsadım ama çok istesem de dokunamadım sana.
Dönüp dönüp sana çıkıyor yollarım. "Dünyanın öbür ucuna da gitsen; beni düşündüğünü, düşündüğün an hissedeceğim. Hayatına benden sonra kim girerse girsin, her yeni insanda beni arayacak, beni özleyeceksin..." Büyük yemin etmişiz sevgilim... durup durup sana kanıyor yüreğim...
Yine de git... gidebildiğin kadar uzağa...


Sen yüzümün gülen yanı, sesimin en titrek anı, sen ölümüne isteyipte yaptıgım en güzel hatamsın. Biliyordum seninle birlikte olamamın mümkün olmadıgını ve bir gün hayatımdan cıkıp gidecegini, ama ben sevgiyi seninle bulmustum unutmam hic mümkün olmadı.
Belkide o yüzdendi hep sessiz kalısım. Sana gözlerimle anlatmak istedim bazı seyleri
Ama sen anlasanda beni hic anlamadın. Agzımdan duymak istedin herseyi
Aramızdaki engelleri aşmak ne kadar zor sende biliyorsun
Zorunlulukların yüzünden seni suclamıyorum senden uzak kalmamak icin hepsine katlanıyorum
Seni kalbimden söküp atmak icin coq cabaladım inan
Ama seni koydugum o yere öyle sıkı saplamıstımki ya kalbimi sökmen gerekiyordu cıkıp gitmen icin yada benim ölmüs olmam gerekiyordu
Gerci her iki durumdada benim yasamam söz konusu olamazdı ama yasama sebebim birtek sen kalmıstın
Sana kavusmayı hic umut etmedim ben, asla sevgime bir karsılık beklemedim
Hayatı yasamı seninle ögrendim ben, seninle ögrendim umudumu yitirmemeyi
Umudum oldun. Hic tükenmeyecek bitmeyecekti artık umutlarım
Her gün gözyası döker olmustum. Gülmeyi seninle ögrendim o gün bugündür güler yüzüm
Yüzüme seninle dogan o gülümsemeyi hic atamadım
Bazen sordum kendi kendime bir insan nasıl bu kadar coq sever diye
Ama cevabını asla bulamadıgım bir soru oldun sen
Adın var her an dilimde baska sözcük bilmiyormusum gibi sanki her iki kelimemden birinde sen varsın
Ruhunla kaplı yüregim her an seninle yasıyorum sanki baska hic bir sebebim yok bu dünyada senin icin yasıyorum
Güzel yüzün, gamzeli gülüsün var her an gözümde baska hic bir sey göremiyorum bir kör'ün karanlıgı gibi gözlerim karanlıgın yerinde birtek seni görüyorum
Nasıl sever bi insan simdi acıklayabilirmisin bana
Yada sevgi sözcügü yeterli kalırmı benim sana karsı olan hissetiklerimi anlatmaya
Sen benim imkansızım oldun
Sen benim engelim oldun
Sen benim sevdigim her seyim oldun
Sen benim sonunu bildigim halde asla dönemedigim asla pisman olmadım
Hayatımın En Güzel Hatası oldun...




Bana bir ses ver..
O kadar muhtacım ki şuan sesine
Bir merhabaya veya nasılsın deyişine
Konuş benimle konuş.....
Kısık sesinli Seviyorum de yankılansın sesin saatlerce boş karanlık odamda ve o an bitsin hayat ve acımasızca geçen zaman acısın banaöylece donup kalsın...
Boş odamda senin suretin ve ben varım...



Konuşuyoruz büyük bir gevezelikle yıllarca görüşmemiş konuşmaya aç insanlar gibi
Gülüyoruz arasıra kahkalarlave gözlerimizde mutluluk pırıltıları var tıpkı yakamozlar gibi ve uyanmamak için yalvarıyorum tanrıya...
Uyanmak ölüm oluyo bana tekrar aynı hasret kaldığı yerden devam ediyo..
Gel şimdi rüyalarıma gerçeklik kat ve beni hayata bağlagerçek yaşama...
Bu suskunluğun beni çıldırtacak.Ve ben susacağım dilime ve sana inat..
Sıkıldım hayali muhabbetlerden ve sahte gülüşlerden..
Ve bıktım hasretini gidermek için içtiğim köpek öldüren şaraptan....


" BENDEKİ VARLIÄžININ SEBEBİ BENYOKLUÄžUNUN SEBEBİ SENSİNŞİMDİ VARLIÄžINI
ÖZLÜYORUM YOKLUÄžUNDA " ve suskunluğunda ölmemeye çalışıyorum bu varoluş savaşında.


Hasretinin elinde kocaman bir kılıçsaplıyor durmaran kalbimesavunmasız kaldım hasretinin karşısında ve hasretin beni zincirlere vuruyor karanlık odamdaçarmağa geriyor acımasızca......


Şimdi bir ses versen haykırışlarıma yeniden dirilsem ayağa kalksam ve sana koşsam uçsuz bucaksız çayırlara yalın ayak düşsem yollarına.....
O kadar muhtacım ki şuan sesine ve sevgine..........

İçine düştüğüm bu garip durumdan kurtulmanın bir çaresi var mı bilmiyorum? Eğitilmek derdiyle yanıp tutuşan biri olarak,sadece küllerimi süpürmek vazifesi düşüyor bana.. Bazen korkuyorum ömrümün sonuna kadar sadece bununla mı yetineceğim?? Sonsuz boşluklara itilen yitik biri olursam eğer,size durmadan haykırırım,huzurum huzursuzluklarınızdan kuvvet alır. Bunu yapmak istemiyorum..

Ve korkuyorum..

Kimsesizce ağlayan bir bebek gibi çaresiz, bu yitilmişliğin içinde çırpınıyorum..Birilerinden yardım istiyorum durmadan,ve sürekli bana sırt çeviren birileriyle karşılaşıyorum.. Gün geçtikçe kendimden soyutlanıyorum,ve çekip gitmek istiyorum sessizce.. Eğer gidersem, gideceğim o yer de sırt çevirenlerden olmazsa bana, bir daha asla isyan etmemek üzere kaybolacağım.. Siz arıyorken beni mısralarda,ben satır aralarında sizi izliyor olacağım..

Bana hep boş sayfalardan seslenen kitaplar,sizleri bir daha hiç okumayacağım.. Benim ufkumda anlatılar var.. Benim ufkum birbirinden zengin düşsel kurgularla dolu.. Sizlerin beyazlığını görmekten sıkıldım.. Ufkumda bir gökkuşağı var,ve ben ona sımsıkı sarılacağım!

Güneşin battığı yere giderim,denizlere dökülür mavilerim..
Sakın korkmayın siz,
Ben sizi satır aralarından da eğitirim!!

Nefesi Bile Yeter!

Bu a
şk denilen duygu, sadece kapının ucundan görünse bile insanın kalbi daha hızlı atmaya başlı
yor. Kendi gelmeden duyulan ayak sesi dahi, içimizdeki enerjiyi harekete geçirmeye yetiyor.

Nefesi Bile Yeter!
En a
şktan vazgeçtiğiniz anda, etrafınıza hüzünlü bir sesle umutsuzluğunuzu anlattığınızda, birden birisi çıkıyor karşınıza. En azından benim başı
ma gelen buydu.

A
şk çok mu gerekli diye düşünüyoruz ya, gerekli! Hayatınızın ritmi değişiyor. Aşkın sadece pırıltıları bile, insanın ruhunda çiçekler açtırı
yor.

Uzun y
ıllardır görmediğim çocukluk arkadaşlarımla buluştum. İçlerinden birisi ne hoş olmuş, anlatamam. Ne zamandır kalbim şöyle bir hop etmemişti. Çaktırmamaya çalıştım ama gözlerim kayıp durdu. Üstelik bekar mı, sevgilisi var mı
bilmiyorum.

İçimde kıpırdayan şeylere tam olarak aşk diyemem ama tanıdık bir duyguydu. Çok fazla sohbet etme şansımız olmadı ancak ayrılık saati geldiğinde, herkesle öpüşürken kendini sona saklaması dikkatimden kaçmadı
.

Uzun bir sar
ılma yaşadık. Elbette uzun yıllar görüşmemiş insanların hasretinden öte değildi bu sarılma, belki de öyleydi! Sonra tokalaşıp öpüştük. Tekrar görüşmek üzerine kısa bir sohbet ettik. Bu sohbet boyunca ellerimizin birbirinden ayrılmamış olması
, ne anlama gelmekte dersiniz?

Ve gittiler! Herkes gitti ama akl
ımdan o uzun boylu, yakışıklı çocukluk arkadaşı bir türlü gitmiyor. Birden hayaller kurmaya başladım. Kendi kendime gülümsüyorum. Şimdi ne yapacağımı bilemiyorum. Önce ben mi arasam? Acaba kendi kendime gelin güvey mi oluyorum? O sadece anılarımıza hürmeten mi o kadar sıcak davrandı
?

Kad
ın olmanın da böyle bir zorluğu var. Ben arayayım diyorum, korkuyorum, ya yanlış anladıysam! Şu herkesin resimlerini ve hayatını anlattığı meşhur siteye girdim. Fotoğraf albümüne baktım. Yanında hiç sevgilisi olduğundan ş
üphelenilecek birisiyle resmi yoktu.

İnsanın içini kemiren bu durum çok sinir bozucu; arasam bir türlü, aramasam başka türlü! Genel geçer kurallar şunu söyler: “bir adam aramak isterse, bir şekilde arar!” Bu kuralı bilen bir kadın olarak, kendimi tutuyorum. Acaba bir mesaj atıp, o gece çekilen fotoğrafların kendisinde olup olmadığını sorsam mı? Bahane olduğ
u çok belli olur mu?

Ne olursa olsun,
şu yaşadıklarımın keyifli olduğunu söylemeliyim. Bir yere varsın ya da varmasın, ne zamandır buz gibi duran kalbimin ateş alması mutluluk verici. Aşkın kendisi gelmeden bu duruma geliyorsak, aşk ne güzeldi, hatırlamak lazım. Ah aşk! Nefesin bile yeter….




"Kulağımda, hüzne akan şarkı gülpembe,
Parmaklarımda sana yazılan her sözcük,
Gül kokulu yüreğine gebe..."

Gidiyorum, ılık nefesini yüreğime kuşanıp kırık hayallerin son kentine gidiyorum. Gidiyorum, karakışları mevsimlerden eleyip dudaklarına baharlarını doldurmak için el çekiyorum divanlardan. Yetim düşlerimi buruşturup eteklerimi çekiyorum yetim kıyılardan... Gidiyordum, bir gün sana " sen " diye gelmek için gidiyorum. Artık saçlarına aydınlığı giydirdiğim yıldızları toplamadım bu gece gökyüzünden Ve bu sabah, bir yudum terin toprağa düşmesin diye avuçlarını açıp sana el pençe divan duran sevda bulutlarını artık kaldırmadım tatlı düşlerinden...Çünkü, yüreğimi "yüreğine" emanet etmiştim.

Gidiyorum, bir gün yüreğine " nefes " diye dönmek üzere gidiyorum. Gitmeden son kez dokunuyorum gözlerinin duruluğuna. Son kez yüreğimle baharların ıslak öpücüklerini konduruyorum yüreğinin kuru dudaklarına. Oysa ben kendimi pusulasız yollara vurduğumda sen uyuyordun. Kirpiklerinde dinleniyordu hırçın dalgalar. Avuç içlerinde sığınmış rüzgarlar, mayasız ateşleri içiyordu yanardağın küçük kurnalarından. Ben sana bakarken zaman durmuştu sanki. Bakakalmıştım sana. Yüreğinin nabzını hissedebiliyordum yüreğimde. Her nefes alışında saçlarına doğru eğilip kulağına usulca "seni seviyorum" diye fısıldamak isterdim. Off dokunmaktan öte, gözlerin duruluğunda baharları soludum sadece..Dilimde lal olan kelimeler içten icten sana yanıyordu. Sana bakarken sular durmuş, hayırsız fırtınalar sevdamıza susmuştu. Çünkü ben seni izliyordum.Nefes alışını, yeni bebegin ellerini oynatmasi gibi parmak uçlarını oynatmanı izliyordum uzaklardan.. İşte o an herşeyi unutup ; tenini " terinden" , gözlerini " kirpiklerinden " kıskandım. Çünkü, gül yüreğini sadece ben öpmeliydim ve gözlerinde sadece ben görmeliydim Cennetin gül desenli kelebeklerini. Ben, seni " senden " kıskandım gülüm...

Sıcak yüreğimi, soğuk ellerine bırakıyorum olur da bensiz satırlarda üşümeyesin diye.. Gayri sen varken alnımın yazgısında, gözlerini giyiniyorum üzerime. Kırlangıcların dualarını alıp avuçlarına umuda kanatlasam , orda sen olmalıydın. Aldığım nefeste, sen yaşamalıydın. Gözlerimi, gözlerine yumup esen yele veriyorum sensizliği. Gidiyorum, yüreğimi yüreğine emanet edip gidiyorum. Artık yalnızlıgın gölgelerinde yudum yudum özlemleri yakıp bir umut ateşinde ısınacaksın.


Biliyorum, gidince en çok seni " sana " anlattığım senli satırlarımı özleyeceksin. Bir anahtar deliğinin ardına gizlenmiş Cenneti, gözlerinin ovalarına seren kelimelerimi arayacaksın yorgun kağıtların suskun nefeslerinde. Bulutsuz düşlerin , yıldızsız gecelerin ardında takılıp rüzgarları avuçlarında çıplak denizleri senin gözlerin için yaktığım satırlarımı özleyeceksin. En çok yüreğine dokunduğum " yüreğimi " özleyeceksin.Yüreğini yıldızlara yaslayıp özlemi demleyeceksin gecenin karanlık çaydanlıklarında..Hasretim büyüyecek damarlarında, duvarlar dilini yutmuşcasına suskunluğun maskesini giyinecek. Beni arayacaksın bensiz cümlelerin sen kokan satırlarında. Bir sigara daha yakacaksın dumanını dağların yüksek yamaçlarına yolladığın. Kesmeyecek bir daha. Küllüklerde öldürdügün sigara izmaritlerinle sönmeyecek hasretim..Seni şimdiden özlediğim gibi sende "beni" özleyeceksin..Her dokunuşumda saçlarına gelincikleri seren ellerimin kücüklügünü arayacaksın avuç içlerinde. Temmuz gecesi sebebsizce üştüğünde titreyen tenine gözlerimi sermemi dileyeceksin. Hasreti kanatıp özleyeceksin.. Belki de en çok parmak uçlarının üşümüşlüğüne gözyaşlarımı ateşlere rehin verdiğim gözbebeklerimi özleyeceksin. Merak etme, ne zaman yüreğin üşürse yanardağları giyinip sana geleceğim. Kan ter içinde kalsam da üşümüş yüreğine sıcak iklimlerin ılık meltemlerini giydireceğim. Ve bir damla hüznünde "ölümün üşüdüğü" yüreğine sürgünler revâ görülürse, canımı kaybetme pahasına sürgün mahkemelerini ateşe vereceğim.

Şimdi gidiyorum,

Yokluğumda gülümse ne olur. Her gülüşünde yıldızları sereceğim karanlıklarına. Yalnızlığın kör duvarlarında yaslayıp beni düşün hayallerin ötesinde. Her hayalinde ben avuç avuç güneşi ekeceğim ıslak yağmurlarına...Ve bensizlikte sana yazdıklarımı okuyup dualarında an ismimi. Andıkça ismini, yüreğimle düşeceğim yüreğinin düş fakir ovalarına..

Gidiyorum, biliyorum. Bulutlar bir başka serilecek yağmurlara. Yağmurlar hep bensizliğin cığlıklarını taşıyan kulaklarına. Ve gece katransı olup karanlıkları bırakacak duvarlarına. Ben, senin yüreğinden öteye hiç gitmediğimi düşün..


--- Yazımı bitirmiştim ancak yağmurun ıslak taneleri bulunduğum internet cafenin soğuk camlarında can çekişiyordu sanki.. Yağmur sağnağı altında klavyeye parmaklarımı bırakıp yüreğimi yazdım satırlara..

" Güneşle başladığım satırlara, yağmurun ıslak taneleri tanıklık etti.. Sanki, beni uğurluyorlardı.. Belki de her yağmur tanesinde senin ellerin vardı.. Kim bilir...

Seni düşündüm, satırlarımı bırakıp.
Gözlerinin, sesinin özleminde dışarıya çıktım.
Yağmurun her cama vuruşunu, senin yüreğin bilip
İplik iplik yağmura aldımadan delicesine ıslandım..
Gökten süzülen damlaları sen bilip
Seninle dans eder gibi yağmurlarla dans ettim....

Birazdan gökkuşakları açacak burada ..
Bilmiyorum sen ne yapıyorsun uzaklarda ?
Ben, gökkuşığının boynuna sarılıp
Seni yüreğinden öper gibi usulca gökkuşağını gözlerinden öpeceğim....."
Mühürlediğim yerden açıyorum suskunluğumu...
Dudağımda,suskunluğumun bir izi...Yüzümün bir yarısı suskunluğum kadar karanlık.
Çatlak duvarlardan içeriye sızan ölüm sesleri...
Bir hasta iniltisinde sıkışıp kalan zaman...


İçimde; kargaşa,derin bi kalabalık,gerilim yüklü ağrılar...
Kesilmiyor içimdeki "Sen" gürültüleri...
Birbiri ardına kavuşamayan özlemler biriktirdim ceplerime.
Soğuk duvarlar gibi kuru,nefessiz...
Her birinin tek ilhamı "Sen"...
İçimdeki cinnete yenik düşüp; aşk yüklü fırtnamda,
yelkeni "Sen" olan gemiyi martı eşliğinde batırdım.


Bir cinayete kurban giden sen değil, senden yana kopan fırtınalarım oldu.


Umutlarım gece nöbetini,umutsuzluğuma devretti çoktan.
Vuslat karanlığı içimden yana; suskun!



Sen bilmezsin oysa!
Susmak; konuşmaktan yana daha çok can yakar.
Kulaklarını tırmalar derin sessizlik.İçinde patlatırsın çığlıklarını; duyan olmaz.


Önce içinden başlarsın ölmeye...
Her aşk,kendi acısını kendi demler.
Acı; ne kadar şiddetli olursa içinde,aşkta demlendiği acılarla buharlaşır,
yok olur zamansız...


Sevdalı yanım uzak dur!
Pusunu,onsuzluktan yana kur!...
Yoksa bir intihar daha yaşanacak gözlerimde...
Tavandan sızan beş parasız bir geçmişin acıları,üzerime damlar.


Hücremdeki karanlıkta,bir çığlık daha duyulur mu bu sessizlikte?
Yorgun bedenim,kalabalık nefeslerde...
Damarlarımdan akan usul usul hiçsizlik!



Ne söylesem küfür gibi,anlamsız!
Konuşmayı unutan dilimle sana varmak,aptallık...



Sen; iki tarafı bir bilinmeyenli acı,
ben yüreğinde benliğimi kanatan şizofrenik bir acı...



Bu aşkın denklemi çözülmez be sevgili...
Her kayboluşumuz bir eşitsizlik,her varoluşumuz bir yok oluş oysaki...



Ben; varlığını "hiçsizliğimle" çarptım.
Hiçsizliğim sıfırken beni, on kat kanattın...



Şimdi söyle ; bu aşk denkleminde :
"Cümlelerine sığdıracak kadar,bir Özne'lik yerim" yokmu?
Bu yüzdendir ki, bakış açımı değiştirdim.
Artık hayata "Senli" taraflardan bakmıyorum...


Nefretim,senden yana ikiye bölünüyor.Her bir nefretim,baş harfini sana satar.
İçinde ben uyaksız kalırım.
Bir yüklem alırsın gözlerimden,ben Haliç'e kendimi ;
"Özne"siz asarım!...
11614467vg8.gif

En acıtanı ne biliyor musun ?..

... hani o gidişlerin var ya... sessizce... suskun ...

... kırılan sen olduğun halde... kendisiymis gibi... hani o arkasına dahi bakmadan gidişleri...

hani senin "o an" "oracıkta" "ancak" arkasından baka kaldığın...

anın durması için yalvardığın, tutup ucundan geri çevirmeye çalıştığı an varya, hani yapabilsen o merdiveni, hani yapabilsen o kapıyı, hani yapabilsen o sokağı tutup ucundan geri çevirmeye canını bile verebileceğin o an...



...o işte...en acıtanı o...


...hani o tıpkı elinden düşen en sevdiğin, en güzel "şeyin gibi"... hani o tıpkı tutamadığı gibi...

hani o tıpkı tüm gidenlerde yaşadığı gibi... hani o bir ince sızı varya içe içe akan... hah işte...tam öyle incecik... yırtarak kayan... düşen kanatan...
acıtan.. tutamadığın... parçalanan... tuzla buz olan... zamana savrulan... zamanda akıp giden...

hani o zamanla catistigin ama zaman içinde yok olmayan herkesin inandığı o kocaman ...

"zaman her şeyin ilacıdır" yalanı ... bunun bir yalan olduğunu tekrardan hatırladığın an... ve kendini kandırmaya başladığın an ... istemeye istemeye inanmaya başladığın an...



o işte...en acıtanı o...



...ama senin orda oldugunu hep bildiğin ...
...ama senin hep hissettiğin...

...ama bir dahası olmayan...
...ama zaten hiç senin olmayan...

...ama senin hep bildiğin...
...ama senin hep hissettiğin...

...ama bir daha sana geri gelmeyecek olan...
...ama buna rağmen

...gelmeyeceğini bile bile senin beklediğin...
...o işte...en acıtanı o...

... sonra o kocaman kocaman, akıp gitmek bilmeyen zaman...


... o durduramadığın an' ın karmaşası tezatlığı...
...kördüğüm oluşu...

... o "acabalarla" , "keşkelerle" dolu soruların ...
... içindeki kısır döngülerin...
... ve o an ...

... hiç bir şey yapamamanın çaresizliği...
... o işte...en acıtanı o...

...belki de sadece çaresizliğin...

...çaresizliğim...lütfen beni artık acıtma...!


MadalyonunTersYuzu_caresizligim.jpg