:: Duygusuz.com - Dostluk ve Arkadaşlık Sitesi

Orjinalini görmek için tıklayınız: Aşk bu...
Şu anda (Arşiv) modunu görüntülemektesiniz. Orjinal Sürümü Görüntüle internal link
Aşk bu...






ask2.jpg






Şişirip yelkenleri, açılma vaktin gelmiştir denize. Bilirsin ki ne fırtınalar, ne deli dalgalar beklemektedir seni. Korkarsın, terk edemezsin limanı, bir köşesine sığınırsın. Kabullenmesen de artık aşk bitmiştir, İşte son bu...




İçin hep hüzün doludur, bir türlü kabullenemezsin bittiğini. Gözlerinin içine bakıp "seni seviyorum" demesini beklersin. O sözler hiç çıkmayacak o dudaklardan bilirsin. Yinede umudun yeşildir, İşte hayal bu...




Gururlusundur, istenmediğin yerde durmazsın. An olur ki ne olur bitmesin dersin. Bu sözlerin dudaklarından nasıl çıktığına kendin bile inanamazsın. Oysa o yüzüne bakıp sadece gülümser, İşte acı bu...




Ondaki sıcaklığı kimsede bulamayacağını düşünürsün. Kimse onun gibi gülemez, onun gibi dokunamaz dersin. Ve kimseyi onun kadar sevemeyeceğini bilirsin. Kahredip başını eğersin önüne, İşte hüzün bu...




Nefes alamaz hale gelirsin, daralır için. Bir kaç saatlik derin bir uykuya hasretsindir. Bilirsin ki gözlerini kapasan da terk etmeyecektir hayali. Atarsın gecenin kollarına kendini, İşte huzur bu...




Ondan gelecek tek bir haberi umutsuzca beklersin. Bir de beklemek ölüm gibi gelir insana böyle zamanlarda. Aslında ölüm fikride garip değildir artık sana. Geri dönerse diye ölemezsin bile, İşte sabır bu...




Hayat devam ediyordur ama her şey yarımdır, hep bir yanın eksik. Yüreğin eskisi gibi atmayacaktır, başka aşklarsa seni kandırmayacaktır. O başkalarıyla, mutlu bir hayatı yaşıyor olsa da yine de sevginden vazgeçemezsin. İŞTE AŞK BU...







Bir Süre Sonra...





manzara_13.jpg





Bir süre sonra bir eli tutmakla bir ruhu zincirlemek arasındaki ince farkı öğrenirsin ve aşkın yaşlanmak, birlikte olmanın da güvende olmak anlamına gelmediğini de öğrenirsin, öpücüklerin sözleşme ve hediyelerin de vaat olmadığını öğrenmeye başlarsın, yenilgileri başın dik ve gözlerin açık karşılamaya başlarsın, bir çocuğun üzüntüsü ile değil, bir yetişkinin zerafeti ile ve her şeyi bugünü düşünerek yapmayı da öğrenirsin. Çünkü yarınla ilgili her şey belirsizdir. Bir süre sonra güneş ışığının yakıcı olduğunu öğrenirsin, eğer fazla maruz kalırsan. Bu yüzden, başka birisinin sana çiçek getirmesini beklemeden kendi bahçeni kendin yarat ve kendi ruhunu kendin süsle.




Ve göreceksin ki dayanıklısın...




Ve kuvvetlisin...




Ve değerlisin...





Olsa da olmasa da...





manzara1.jpg





Her şey değişiyor. Sevgiler, özlemler, beklentiler. Her şey bir anda değişiveriyor. Ölesiye sevdiğin birini sevmemeye, ondan bir şeyler ummamaya, hayallerine onu dâhil etmemeye başlıyorsun. Hep aklının bir köşesinde, içinde var oluyor ama dışa vuracak kadar gerekli görmüyorsun onu. Sonra hasretler bitip, özlemin yavaş yavaş yok olmaya başlıyor. Onu düşündüğün anlar sınırlı kalıyor, istemesen de. İçinde hep o sevginin var olmasını istiyorsun ama başaramıyorsun, o kadar yoruldun ki çünkü. Duyunca bütün sorunlarını, hüzünlerini unutturan o ses bir yabancı gibi geliyor artık kulağına. Hayallerinde eskiden var olan ama artık unutulmaya yüz tutmuş bir yabancı. Böyle olunca da bir yerlerden birleştirmek, tamamlamak istiyorsun yüreğini, benliğini. Düşüncelerinden uzaklaştıkça sevdiğin 'sevdiğini sandığın', sende kendinden uzaklaşıyorsun farkında olmadan. Yaşanılanlar gülüp geçilecek birer anı oluveriyor sadece. Aşk bitiyor ve bundan sonra ne mutluluğun mutluluk ne de hüznün hüzün oluyor uzunnn bir süre. Başkalarında arıyorsun kendini; bulamıyorsun, yıkılıyorsun. Dostların, en sevdiğim dediklerin bile uzak geliyor sana. Ne hayattan bir zevk, ne bir yaşama sevinci. Koca bir boşluk ve sen; sen de sen değilsin aslında ve gün geliyor hayatı bıraktığın yerden yine yakalıyorsun ya da aslında bir şekilde o seni yakalayıveriyor. Ne sen hayatı ıskalayabiliyorsun ne de o seni, aşk olsa da olmasa da...





Yeni bir güne uyanış...






manzara2.jpg





Günün ilk ışıkları vuruyor, uykusuz bir gecenin şafağını haber veriyor. Perdelerimin arasından süzülen belirsiz aydınlık, güneşin doğuşunu izleyebilmeyi diliyorum seninle. Güneşin ilk ışıkları bizi aydınlatsın istiyorum sadece. El ele, yürek yüreğe, hiç konuşmadan, sessizce, hissederek yaşayabilmek birbirimizi. Tüm gerçeklerden kaçıp kendi gerçeğimizde ya da kendi masalımızda kaybolabilmeyi diliyorum. Güneş tüm güzelliğe yeni güne merhaba derken kulağına aşkımı fısıldayıp tatlı bir ürperişle uyandırsın seni. Aç gözlerini, yatağında doğrul, belki birkaç saniye beni düşün. Bu birkaç saniyeyi bana ver ve dünyanın tüm zamanları senin olsun. Tüm güzellikler senin olsun yalnızca tek bir tanesi benim. Gecenin karanlığı son buluyor sokaklar aydınlanırken, benim karanlığım tükenmiyor. Bu sensizlik bitmiyor. Yalnızlık... Hayattan, gerçeklerden ve diğer tüm insanlardan kaçışım hiç bitmiyor. Hep seni bekledim, bekliyorum. Zamansız bir bekleyiş sonunu göremiyorum, direniyorum. Hep özleminle yandı yüreğim, özlüyorum; umarsız bir özleyiş. Yanımda olsan bile erişemeyeceğimi biliyorum, acı gerçeği görsem de vazgeçmiyorum. Hep haykırmak istedim sevdiğimi, seviyorum. Aşamadıklarım kendi duvarlarım, biliyorum. Önüme çıkan ve bazılarını kendi koyduğum engeller gücümü tüketiyor, yıkılmıyorum. Sonu yok. Bilsem de sessizliği, sensizliği, sevgini, özlemini kanarcasına yaşıyorum. Elimi kalbine değdiremesem bile, sana asla söyleyemesem bile, seni seviyorum...





Kaçtığın şehir mi yoksa yüreğin mi..?






manzara3.jpg





Hani gitmeler vardır ya, gidersin gidersin ama yeniden aynı yere dönersin. Çare değildir gitmeler. Şehirden kaçarsın ama kendinden, yüreğinden, sevdandan kaçamazsın. Şehir geride kalmıştır ama sevdan aynı yerde durur. Şehri koparıp attığın gibi atamazsın içindeki yaralı sevdayı. Bir kez daha gözlerin dolar, ardına bakıp geride bıraktığın sevgiliye son bir kez bakarsın. Son bir vedadır, yolun sonunda geride kalan. Son bir elvedadır, kanayan yürekte tek kalan geriye. Yollar gidilir, şehir geride kalır ama yara hep kanar. Sıcacıktır asla kabuk bağlamaz. Vurmuştur bir kere soğuk bir el keskin hançeriyle. Sevda girmiştir zehir gibi kanına. Şehir geride kalır ama zehir hala kanında akar. Kaçtığın sevgili ya da şehir değildir asla kaçtığın kendi yüreğindir aslında. Adı kaçmakta olsa köşede yine seni bekleyen bir sevda ve kanayan bir yara vardır. Sorarsın kendine kaçtığın şehir mi yoksa yüreğin mi?





Say ki bu adam gitti...






manzara4.jpg





Sen ki sesin rüzgâr, varlığın hayal, renklerin uçuk ve tebessümlerin kaçamaktı. Küçük bir hıçkırıktın gecemin sessizliğine damlayan. Sen ki yaşanılmaya çalışılan bir düş yangını. Çek gemilerini benim sularımdan. Bütün kıyıları kurşunlanmış, bütün suları bıçaklanmış bir denizdeyim. Rengine rehnedilmiş bir gece giydiriyorum üstüme. Şakacı bir sitem iliştiriyorum usulca yokluğuna. Bir bilsen aklımdakini! Sustumsa, alıngan bir cümlenin kahrını düğümleyesin diye. Sen ki ilk vazgeçemeyişim, ilk kıskançlığım, ilk ömrüme yazdığım, uzaklardan sevdalandığım, kızdığım, affetmediğim, affedemediğim, olmayacak bir duaya âmin demek gibi sevdiğim, hep geç kaldığım. Saatini şaşırmış dönüşlerin bir anlamı yok. Şimdi sen geç kaldın. Say ki bu adam gidiyor, karanlığın ve kalabalığın zifirine savurmuş yüreğini. Aklında hep cehennem, ateş, yalan, ayaklarında bir eşkıya sessizliği, yüreğinde ihanetin fısıltıları olan bir kadın sevdim ben. Bir intihar cesaretiydi bomboş varlığına, dopdolu varlığına tutunmak. Sevdikçe bir yıkım çoğaltıyorum içimde darağacı lezzetinde. Say ki bu adam gidiyor, ayrılığın izini sessizliğe gürültüsünü yüreğine savurmuş. Sen ki sesin rüzgâr, varlığın hayal, renklerin uçuk tebessümlerin kaçamaktı. Küçük bir hıçkırıktın gecemin sessizliğine damlayan. Sen ki yaşanılmaya çalışılan bir düş yangını. Çek gemilerini benim sularımdan. Say ki bu adam gidiyor, gölgelerinden sıyrılıp yol-yordam bilmez düşlerini adımlıyor. Sen ki bütün yansımana günah duygusu bulaştıran kadın, ben ki hiçliğe açılan kapının eşiğinden gitmeye geç kalmış adam. Say ki bu adam gitti, masal bitti...





Sen varsın bu şehirde...






manzara5.jpg





Hani duvarlar çürütemezdi ruhumu! Hani her şeyin üstesinden gelirdim. " Boğuluyorsunnn " diye bir his sürat yapıyor içimde benim. Bildiğin acınası bir duygu bu işte. Bir ağladım bir ağladım az evvel, sonra kalktım, yüzümü yıkadım ki üzülmesin kendim istedim, öyle de bir hassas bünye işte, kendini düşündü dakikada. Feci gel-gitler silsilesi. Yaramaz bir çocuktan ödünç alınmış gibi yüreğim sanki. Az sonra geçer şimdi tam demindeyim. Rüzgâr var dışarıda, bir şeyler giyip çok hızlı yürümek var şimdi, ? işaretleri var, keşkeler var, buzlu diet cola var mesela, çay demlemeye üşenen bir ben var, bizzat kendim var, sıkıntı var, bunalma var, yan etkiler, gri, bozukluk, tekrarlar, ifadesizlikler var, nedensizlik var, yapılması gereken işler var, ne çok virgül var, hayallerim var, şarjı bitmiş pillerim var, bunların birbiriyle ne alakası var, içimde bir yara var, her şeyi belli eden bir yüz ifadem var, en önemlisi sen varsın bu şehirde, sen...





Ben sende kalsın, gidiyorum...






manzara6.jpg





Gidiyorum, acımı omuzlarıma, umutlarımı ceplerime yükleyip gidiyorum. Sessizce ardımda bırakıyorum "beni", bana ait olan "seni" ve en çok da deniz kokan gözlerini. Ağlamıyorum, sanma ki üzülmüyorum ya da özlemiyorum artık seni ama bilirsin beni canım çok yandığında ağlamam ben ağlayamam. Sadece susarım acım dinene kadar, yaram iyileşinceye kadar susarım ve kaybolur giderim. Şimdi de öyle yandı ki canım gidiyorum. Tek bir parça alıyorum yanıma benden "nefesimi". Bilirsin yaşamayı çok severim ben, inadına, özenerek, ölümden korkmadan, her uyandığımda bu sabahı da bana verdiği için Allah’a teşekkür ederek, umut ederek yaşamayı, o nedenle yanıma nefesimi alıyorum. "Ben" ardımda kalsa da "nefesim" benimle şimdi. Bir de istemesem de o çok sevdiğin "kokum" geliyor benimle ve benim kokum bile seni hatırlatıyor bana. Gidiyorum, seni unutmak için, "beni" unutmak için gidiyorum. Sana yazdığım şiirleri, senin için geceleri bu soğuk şehrin gökyüzüne bağırarak söylediğim şarkıları bu şehrin yağmurlarına bırakıp, sana beslediğim umutları kalbimden söküp çekmeceme kaldırıp gidiyorum ama al kokum sende kalsın, kokum bana seni hatırlatıyor ama al İstanbul sende kalsın, İstanbul seni özletiyor ama al Ankara sende kalsın, Ankara bana sen oluyor...





Kayıp kent...






manzara7.jpg





Kayıp bir kentte yalnızlık düşleri görürdüm eskiden. Düşümde biri dolaşırdı benimle. Yağmur sularınla karanlığa doğru kaçardı benden. O kimsesiz kayıp kentte kaybolurdum sırf onu bulacağım diye. Hızlıca bir adım atardım ıssız kentin karanlık sokaklarına. O hep kaçar, hep koştururdu beni peşinden. Gitmezdim bazen. Her köşeyi dönüşünde arkasına bakardı o zaman. Ben ise herhangi bir sokağın herhangi bir kaldırımına oturup gelmesini beklerdim onun ama hiç gelmezdi. Uyanmayayım derdim bu düşten, hiç olmazsa o gelene kadar uyanmayayım ama tam köşeyi dönerdi ki gözlerimi açardım geceye. Hüzün kaplardı tüm bedenimi. O kayıp kentin herhangi bir kaldırımında kayıp çocuklar vardı geceleri. Dudaklarında bir şarkı bir tekerlemeyle belki, birbirlerini kovalıyorlardı umarsızca bağıra bağıra, özgürce. Onları seyreden yaşlı gözlerim dönemeçleri keserdi her seferinde. Kayıp kente rengârenk bir kar yağdı bir kere. Altında âşıklar dans etti birbirlerini bulup ve ben yine bir kaldırıma oturup köşelerden hızlıca dönen ve bana her seferinde el sallayan onu seyrettim çaresiz. Çok yaklaştığımda kaybolduğunu gördüm ve yağmur yağdı kentime ve yağmur yağdı sokaklarıma ve kaldırımlarıma ve bu gecede uyandığımda kayıp kentte aynaya bakıyorum, kaçıyor suretim. Düşlerinde benliğini kaybeden ben kovalıyorum onu kayıp kentimin sonsuz dönemeçlerinde, yalnızlığımın çaresiz düşsel sessizliğinde...





Fırtına...






manzara8.jpg





Senden kalan şiirlerimle birlikte soğuk bir geceye daha ''merhaba'' diyorum. Yağmur kokan sokaklardan aşkın öyküsü okunuyor. Ben her gün biraz daha âşık oluyorum sana. Tutkulu bir aşka bağımlı kalır gibi gözlerine dalıyorum gün boyu. Adeta ışık saçıyorsun etrafına. Her gülüşünde etrafındakileri mutluluk denizine atıyorsun ama bir gün ağladığını görürsem inan ki dayanamam. Sana ulaşan yollar bazen çok yakın bazen de inanılmaz derecede uzak geliyor gözüme. Önüme dünyanın bütün engellerini koysalar sadece gözlerini görmek için her engeli aşarım. Soğuk ve şiddetli bir kar fırtınası nasıl insanın içini üşütüyorsa bir gülüşünde dört mevsim insanın içini ısıtmaya yetiyor. Kar yağdığında ilk işim buğulu camlara ismini yazmak oluyor. Bir estiğinde camlardan ismini sildiği için bütün rüzgârlara öfkeliyim...





Sen hiç rüzgarın sesini dinledin mi..?






manzara9.jpg





Bazen görmekten, duymaktan çok, hissetmek ister insan. Hissetmek, dünyanın en güzel duygusudur. Küçük ayrıntılara dikkat edip hissetmek. Mesela, rüzgâr konuşur bazen, anlatır sana bir şeyleri. Oturur dertleşirsin onunla ya da deniz kenarında sahilde dalgalar sır verir, gülümser bazen veya yağmur, küçük bir çocuk gibi ağlar seninle ya da bir kedi yavrusu ıslanmıştır, titrer yağmurda. Sığınacak bir sıcaklık arar veya bir bebek ağlaması çok şey anlatır ama en çok rüzgârı dinlemeyi, anlattıklarını paylaşmayı severim. Yağmurlarda biz arkadaşız. O, ne zaman gelse, ben onun yanındayımdır. Çünkü söz verdik biz. Arkadaşlar asla terk etmez... Her ağladığımda yağmur benim yanımdadır. Her ağladığımda yağmur benim içimdedir. Son kez ağladığımda da yine yağmur sadık kalmıştı bana. Bir de yıldızları severim. Hiç gerçekleşmeyen dileklerimi tutarım onlara bakarken. Gülümser, göz kırparlar bazen. Hisset, sadece yaşamı hisset der bana rüzgâr fısıldayarak. Beni dinlerken yaşamı hisset. Sadece benimle tekrar et. Bak yaşıyorum ve hissediyorum, her şeye rağmen...





Benimle...






manzara10.jpg





Sonu olmadığı bilinen bir yolda yürüyüp acaba arkamdan bakan biri var mıdır? Demek kadar ilgiye muhtaç bir hal aldı varlığın ya da yokluğundaki yalnızlık olgusu. Uçamayan insanların kuşlara bakmaları gibi uzak diyarlardan seni seyretmek ve duvarıma asılacak bir kaç güzel fotoğraf çekmekten başka yolum yok seni geleceğe taşıyabilmek için. Gülümseyen portreler değil aradığım. Ben sadece mavilik arıyorum. Bir parça yeşilden bir parça sarıyı çıkartıp maviyi bulmak yerine ben seni arıyorum. Şimdi uzaklardasın birkaç sıra, birkaç duvar, birkaç dünya. Yolum kalmadı ama yoldaşım olur musun?





Bir garipti karanlığım...






manzara11.jpg





Bir garipti karanlığım. Bazen durulur sesi soluğu çıkmazdı. Umut dolardı içime, beslerdim ruhumu, ışığı görürdüm ya da aslında gördüğümü sanırdım. Sonra birden harekete geçerdi karanlığım. Biriktirdiğim bütün umudu, bütün ışığı tek hamlede dağıtırdı ve yetmezdi bu ona. Ruhuma saldırırdı. Sonra kalbimden başlardı yok etmeye. Zifiri karanlığımın içinde önünü bile göremeyen ruhum, karşı koymayı hiç beceremedi. Belki de en çok bu yüzdendi yorgunluğum. Bana ait olan karanlık benim ruhumu yok etmeye çalışıyordu ve buna beni de alet ediyordu. Bu savaşı taşımak çok zordu. İyice sıkıldığımda bu savaştan, onu izlemekten, taşımaktan; kalbimi ödünç verdim ruhuma. Onun güçlü ışığı karanlığı dağıtır umuduyla. İşte o zaman, belki de olabilecek en kötü şekilde anladım karanlığımın koyuluğunu. Kalbimi bile yormuş, ışığını söndürmüştü. Sonra buz gibi oldu her yer. Buz gibi ölüm, buz gibi karanlık vardı içimde şimdi. Ruhumun derinden gelen cılız çığlığı duyuluyor sadece, can çekişiyor. Ölüm buz gibi dolaşıyor içimde oradan oraya, cılız çığlıklar eşliğinde...





Hoşçakal...






manzara12.jpg





Sen yoksun. Aşkın da hüznün de tadı yok. Hüznü çok severdim bilirsin bak yine hüzünleniyorum şimdi ama daha bir başka bugün, çünkü bugün aylardan eylül, hüznün ve aşkın en tatlı yaşandığı mevsim. Sen eylülde hüzünlendin mi hiç? Her şeyin bir anlamı olur bu mevsimde. Gözlerinden akan yaşların, sararıp dökülen yaprakların, elini bırakıp son vedayı yapmanın. Başını omzuna dayamış sevgilinin uzak ufuklara dalıp neler geçirdiğini düşünürsün aklından ve yerine getiremediğin sözleri. Pişmanlıklarının ve bir daha geriye dönülemezmişliğin, hayatın acı darbelerini düşünürsün. Düşünürsün ve bir damla daha yaş akıtırsın billur pınarlardan. Oysa hep acı çekmeyi istedim ben hayatımda, başkası çekmesin benim adıma ve ben hiç şikâyetçi olmadım bu halimden, sırf sevdiklerim uğruna. Sen eylülde sevdin mi hiç? İmkânsız bir aşkın kollarına bırakabildin mi kendini umarsızca? Her şeyi boş verip attın mı kendini sevgilinin kollarına? Yağmurda ıslandın mı hiç? İliklerine kadar üşümenin hazzına varabildin mi ve bir sabah hayatında hiç olmayan birini çılgınlar gibi özleyerek uyandın mı? Eylül de bitti gidiyor işte. Bir hüzün, bir hazan ve bir aşk mevsimi daha sona eriyor. Sen bu mevsimde zaten yoktun yine sensiz veda ediyorum. Hoşçakal aşk mevsimi...