:: Duygusuz.com - Dostluk ve Arkadaşlık Sitesi

Orjinalini görmek için tıklayınız: İstanbul'un Dayanılmaz Ağırlığı
Şu anda (Arşiv) modunu görüntülemektesiniz. Orjinal Sürümü Görüntüle internal link
İstanbul, pek çok tarihi ve unutulmaz güzellikleri barındırdığı gibi, en vahşi ve soğukkanlı, tüyleri ürperten cinayet versiyonları açısından da zengin bir şehir. Şehirler büyüdükçe çeşitlilik artar.

21 09 2009, Gültekin ajans5.
İstanbul, pek çok tarihi ve unutulmaz güzellikleri barındırdığı gibi, en vahşi ve soğukkanlı, tüyleri ürperten cinayet versiyonları açısından da zengin bir şehir. Şehirler büyüdükçe çeşitlilik artar.

İyiliklerde ve kötülüklerde…

Aylardır medya gündeminin üst sıralarında seyreden, popülaritesini hiç yitirmeyen ve son üç gündür de tüm basını kilitleyen Münevver Karabulut cinayetini düşünüyorum.

İnsanların hayat hakkı kadar tartışılmaz bir prensip yoktur. Hiç kimse başkasının hayatına kastedemez. Bu gerçek, hukukun bir kaidesi olduğu kadar, tüm dinlerin ve ahlakın da muhkem bir kuralıdır. Hele Karabulut cinayeti gibi hunharca ve canavarca hislerle işlenen bir cinayet hepimizin tüylerini diken diken eder ve cümlemizi derin eleme garkeder. Ateş de her zaman olduğu gibi düştüğü yeri yakmaya devam eder. Hiçbirimizin Münevver’in ana ve babası kadar ızdırap duyması mümkün olmaz.

Lakin bugüne kadar vahşice ve duyanların dudaklarını uçuklatan pek çok cinayet işlendi bu ülkede. Hiçbirinin Karabulut cinayeti kadar ilgi görmediğini, üzerinden birkaç gün geçtikten sonra nisyana terk edildiğini hatırlıyorum. Annesini öldüren çocuklar, kafalara çakılan çiviler, kafası kesilen cesetler, çocuklarını öldüren anne ve babalar…

Bunları geçmişte yaşamadık mı?

Artık medya ve tüm toplum olarak böyle vahşet tabloları karşısında hassasiyetimiz artıyorsa ne ala.

Böyle cinayetlerin asla unutulmaması ve ilk günkü heyecan ve tecessüsle takip edilmesi gerektiğine kuşku yok…

Peki, Münevver Karabulut cinayetinde, Ergenekon gerçeklerini ve gelişmelerini gölgede bırakacak, Ermenistan ve Demokratik açılım süreçlerini ikinci plana itecek ve son çatışmalarda şehid olan asker evlatlarımızı unutturacak kadar önemli kılan özellik nedir? Ergenekon’a uzanma ihtimali olan bir tablo da görünmüyor. Bunu gerçekten anlayabilmiş değilim.

Bunu, hukukçular için bu hadisenin ‘rutin’ bir cinayet olduğu hususunu düşünerek söylüyorum.
Bunları ifade ederken kimse olayın küçümsenmesini veya unutulmasını ima etmek gibi bir hal içinde olduğumu lütfen düşünmesin. Benimkisi sadece bir mukayese. Kaybolan canların mukayesesi üzücü ama Türk medyasının ne zaman nasıl davranacağı belli olmadığı için zihnimdeki tereddütleri izale edebilmiş değilim.

ABD’de de benzer bir ‘adi suç’ (1994 yılında meşhur Amerikan futbolcusu O.J.Simpson’ın kendinden 12 yaş küçük olan eski karısı Nicole Brown’ı ve sevgilisini boğazlarını keserek öldürmesi davası) tüm ülkeyi kilitlemiş ve aylarca tartışılmıştı.

Hukukta bu tür cinayetler her ne kadar vahşice işlense de bunların hepsi ‘adi eylemler’ olarak tasnif edilmiştir. Bu tür suçları soruşturma ve yargılama usulü tartışmaya mahal bırakmayacak derecede açıktır. Yani bu tür adi eylemlerin siyasi, organize ve derin irtibatları ve altyapıları olmaması sebebiyle olay tek bir eylem olarak karşınıza çıkar. Böyle olaylarda en fazla şaşırtıcı birkaç fail veya ilişki daha hadisenin içinde tezahür eder, başkaca bir esrar görülmez.

Bu cinayette de ‘Garipoğlu’ soyadının, zanlı olan Cem Garipoğlu’nun saklanmasında bir etkisi olup olmadığı incelenecektir. Baba Süreyya Karabulut’un ‘olayın arka bahçesi aydınlatılsın’ dediği esrar perdesi sanırım burada aranacak. Bu arada Cem Garipoğlu yönüyle gerek akıl sağlığı ve gerekse kemik tetkikiyle yaş tespiti cihetiyle Adli Tıbba önemli bir görev düşecektir.

Koskoca Ergenekonu ortaya çıkaran ve dokunulamaz adamları derdest edip sorguya çeken ve tutuklayan savcı ve polislerin böyle bir vakayı nasıl çözemediği ve failini nasıl yakalayamadığı dillerde dolaşırken, Cem Garipoğlu’nun yakalanması Emniyet güçlerinin prestijine ilave bir renk daha kattı. Toplum vicdanı da ciddi derecede rahatlamış oldu. Gerçekten bu cinayetin çözümü için Hercules Poirot olmaya gerek yoktu. Hakkında 176 ülkede kırmızı bültenle yakalama emri çıkarılan Cem Garipoğlu, Çakal Carlos Ramirez Sanchez değildi. Yani er geç yakalanması mukadderdi.

Celalettin Cerrah'ın öldürülen Münevver'in ailesine ithafen söylediği "kızlarını neden takip etmemişler" lafı her ne kadar kabul edilemeyecek bir mahiyet arzediyorsa da, bu sözün zahirine takılıp kalmamalı. Netice olarak ailelerin çocukları üzerindeki velayeti ve gözetiminin onların olgunluk çağına gelinceye kadar ne derece önem arzettiğini unutmamalı.

Özgür irade, özgürlüğün sınırlarını, mahiyetini ve kullanılmasını bilecek çağa gelenler için mevcuttur. Ana ve babaların henüz toy çocuklarını ‘özgür mecralar’a kayıtsızca bırakıvermesi, çocuğun özgürlüğü müdür? Bunları söylerken Münevver’in ana-babasını da itham etmiyorum. Ama bu korkunç hadise bana bunları düşündürüyor.

Önemli olan, kıyılan tüm canlardan sonra medya ve toplumun aynı hassasiyetle tepki göstermesi ve olayın takipçisi olabilmesi…

Tüm âlem-i İslam’ın Ramazan bayramını tebrik ederim.