:: Duygusuz.com - Dostluk ve Arkadaşlık Sitesi

Orjinalini görmek için tıklayınız: DénéméLéRmiŞ..
Şu anda (Arşiv) modunu görüntülemektesiniz. Orjinal Sürümü Görüntüle internal link
Issız bir parkta sallanırken insan, gökyüzüne dokunacağını düşünür bazen..
sonsuz mavinin derinliklerinde kaybolup gideceğini hayal eder..
düşler kurar, mutluluğa dair.. içinden şarkılar söyler biraz hüzünlü biraz
melankolik birazda aşk kokan.. hızlanır git gitte sallanışlar.. düşündükçe
hızlanır.. hızlandıkça düşünür.. sonra birden ya kopar ipleri salıncağın tüm
düşler suratına yapışır insanın.. yada durur salıncak.. düşlerde durur.
mavilikler siyah olur ansızın.. mutluluk hüzün.. hüzünler acı.. şarkılar
birer feryat olur.. duyan olmaz.. salıncağın ardında kimse kalmamıştır
sallayan.. ve o an.. karanlık çöker başta parka.. sonra tüm şehre.. ve sen
siyah görürsün herşeyi.. konuşmak istersin konuşamazsın.. konuşursun anlayan olmaz
yine susarsın.. gidersin sonra.. karanlıklar içine ve ağlarsın sonra
herkesten gizli.. herkes toplanır başına.. gözlerinde alaycı gülümsemeler..
nefret edersin insanlardan.. kaçarsın bilmediğin bir yere.. yerde gözünden
akan yaşların izleri.. basmadan üzerine koşarsın.. koşarsın.. koşarsın.. bir
uçurum çıkar karşına.. durup kalırsın bir süre.. sonra bakarsın ardına..
herkes arkanda.. atla atla diye tempo tutarken görürsün dostlarını.. ve
gülümsersin son bir defa.. bırakırsın kendini boşluğa.. rüzgarda savrulur,
sallanırsın.. salıncakta olmasanda.. son sallanıştır bu .. son ..



*******************************************************


Ne zaman ağlayan birini görsem içim acısa da yine de sevinirim. Çünkü bilirim ki ağlayan kişinin kalbi henüz nasır tutmamıştır. Katılaşmamıştır yüreği. Kalp ağlamazsa gözyaşı da akmaz denir ya. İşte onun gibi. Sevindiğimizde atılan kahkahalar kadar , üzüldüğümüz zamanlarda dökülen gözyaşları da bir o kadar değerlidir.

Bir düşünürün dediği gibi " Gözyaşı, çekilen sıkıntıyı ve bunun beraberinde gelen hakikati değiştirmez belki ama
kalbi katılaşmaktan kurtarır. Gerçeklerin betona çarpıp geri dönmesine engel olur."

Bu nedenle de ağlamak güzeldir. Üzülmeyi becerebilen bir insan, sevinmeyi de becerebilir. Ağlayabilen bir insan gülmenin kıymetini daha iyi anlayabilir. Ağlatanlardan değil ağlayanlardan olmanın ayrıcalığını hissedebilir.

Ağlamak sanılanın aksine çaresizlik, zayıflık , güçsüzlük demek değildir. Canımız yandığında öfke ve intikam duygularıyla kalbimizi nasırlaştıracağımıza, gözyaşlarımızla yapılan temizlik, kalbin doğru ateşi bularak yumuşamasına vesile olur.

Ağlayan birisine yapılacak en büyük destek, bana göre, samimi bir dokunuş ya da uzatılan bir mendildir. Bunlar bin türlü sözden çok daha kıymetlidir.

Ağlayabilmek insan olmanın gereklerinden biridir. Her şeye rağmen, özellikle insanın kendisine rağmen ağlayabilmesi takdire şayan bir erdemdir.

Ağlamakla gülmek , olmazsa olmaz bir ikilidir. Tıpkı evrende olan diğer zıtlıklar gibi….


****************************************************


Ulaşılamayanın peşinden koşarız hep . Ömrümüz koşmakla gecer ve uzakta olmasına rağmen ona erişemek isteriz, oysa yakında olduğu halde onu fark edemediğimiz için,başka güzellikleri aramakla geçer, Hep dost ararız da dost nasıl olunur bilemeyiz yada beceremeyiz . Ne yazık ki tek taraflı koşmakla olmaz da özveride yapmak istemeyiz.

Bir bahçede bile onca çiçek varken , daha ileridekini almak için çimenlerin ve o güzelim çiçeklerin bile nasıl ezildiğini göremeyiz.Hep birilerinin değişmesi için uğraşırız da kendimizi değiştirmeyi aklımızdan geçirmeyiz . Bir bilsek ki değişme kendimizle başlasak nerelere kadar ulaşırız . Mühürlü zannettiğin nice Gordiyon’un kör düğümleri çözülür kılıç olmadan . Bir dost ortamında dinlenmek isteriz.Ama hep dinletiriz dinlemeyi bilemeyiz .
Bir denesek dinlemekle neler neler öğrenebileceğimizin tadına varsak ta hep vakur şekilde dinlesek yürekten.Şüphe duymadan.Çünkü şüphe varsa sabır edemeyiz .Sabır edemediğimiz içinde , hedefe varamayız . Dostluk meclisinde de genel yaşamda da bir adım daha ilerde olmak istiyorsak içimizdeki beni unutmalıyız . Ben merkezli olmayayız ve insanoğlunun en büyük düşman olan Nefisten uzak durup ve nefsine sahip olmayı becerebilmeliyiz , beceremediğimiz takdirde üzerimize devrilen duvarların altında eziliriz.

Başkalarının da bize ihtiyacı olabileceğini hiç düşünmeyiz .Yürekten paylaşılan bir dost meclisinin sohbetinin tadına varabilen bir insan asla yalnız kalmadığını bilecektir . Öğle zaman olur ki , hoş bir sohbet sohbetin içinde kaybolurda gideriz .Aşk ile meşk arasında bilinmeyen okyanuslarda kaybolmadan yelken açarsında haberin olmaz bile . Zaman zaman aşk yanında da meşk birbirini tamamlayan iki güzel anlamlı kelimenin ışığı altında aşılmadık dağ , uçulmadık bulut , yada kulaç atılmadık deniz ve ulaşılmadık sahil kalmaz bile .Ne kadar çok yorulsak ta dost deryasında yorgun düşse de naciz bedenimiz umudumuzu asla yitirmemeliyiz . Dostluğun temeli paylaşımdır.paylaşım her konu olmalıdır.Hep birbirmizin dostumuz olduğunu söyleriz de bunu nasıl ispat ederiz .

Sen benim dost musun söyle bana.? Eğer gerçek ise tüm bu itirafların , öyleyse canın canımdır.Aynan olmalıyım.Her baktığımda aynaya seni ben,beni de sen olarak görmeliyim.Her gerçeği de yüzüne söyleyebilmeliyim ama her şeyi. Hem sakınmadan, mertçe ve , esirgemeden lâfımı, Ne şekil gelirse, öylece söylemelim...Hazırım tüm içtenliğimle konuşmaya, ama , sen de dupduru olmalısın karşımda. Eğer sen bir candan dostsan, gözlerimin içine baka baka yaka silk yanlışlarımı söyle hatta nefret ettiğinide haykır bana! Arkamdan asla şikayetlenme! Yiğit , mert ol! Gerekirse yiğitçe azarla, çekinme acıda olsa her gerçek. Haykır , laf ve iltifat değil, icraat beklerim senden! Öyle bak ki, samimi olsun bakışlarından yansıyan ışınlar ve gerçek hislerini görebileyim...

Öyle hisset ki, güvenle bakabileyim Sevmem, ölenin ardından ağıt yakmayı!Ben ölmeden her şeyi söyleyebilmelisin. Dil söylenmeli yürekten dile dökülen nağmeler misali. herşeyi....Ölüler konuşamazlar biliyorsun . Kulak duyarken anlatılmalı.duymalı paslanmış kulaklar sevginin tınısnı. Göz bakarken bakmalı dostlar birbirine.Can sağ iken sarılmalı kardeşce ,dostça birbirlerine.
Keşkelere meydan vermemeli insan hayatında.Keşkeler telafi etmiyor ne geçen zamanı ve de düzeltiyor kırgınlıkları. Pişmanlıklarla yoğrulmamalı tüm düşlerimiz ,Dirime selâm vermeyen kardeşim bile olsa , ölüme de fazla yaklaşmasın! Dostsan, ölmeden dostluğunu göstermelisin. Her söylediğimi onaylaman şart değil .Zaten her yaptığımda doğru demek değildir. Her yaptığımı beğenmen de gerekmez.. Dostsan, rahatça eleştir, fikrini rahatça söyle, sıkılma! Bekleme benden aksi sert bir tepki.Çünkü ben alışmışım eleştirilere tahammül etmeğe.
Sıkıntı adama sıkıntı yaratır . İşte içinden yüreğinden yüzüne yansıyan bu sıkıntı var ya senin bütün gizli sırlarını açığa verir .Unutmamak lazım ki insan kendi aklı ile düştüğü uçurumdan yada sıkıntıdan yine kendi aklı ile kurtulabilmeyi bilmelidir.

Dost dediklerinde ne kadar sana yardımcı olurlar ki . Hayatta kalabilmenin önemli kuralı geçmişin hesabını yapabilmek ve günü birlik yaşamamaktır . İşte o nedenle dostlarınızda günü birlik ilişkileriniz sıradan olmamalıdır . Hiç kimseye de körü körüne bağlanmamayı öğrenmelisin . Unutma ki hiç kimse asla doğduğu kişi değildir . Daha sonra içindeki kişi olur . Tek felsefende her zaman başın dik olsun.özün sözün doğru olsun.Ne kimseye köle ol , nede kimseyi köle et . İşte o zaman dostun çok olur . Dostlar arasında kutsal olmak istiyorsan , doğru yolda yol almalısın .Buda iyililik ve yüreğin ile beyninin birlikte hareketi iyi ile olur .
Cesaretle sadece kendinin değil dostun olsun olmasın herkesin haklarını savunmayı bilirsen o zaman yücelirsin . Unutma iki kolun var , bir tanesi sana yeterken diğeri ile de başkalarına el atmalısın . İki kolun gibi ikide yüzün vardır . Yine birisi kendin için . Diğeri de Dünya içindir .Sonuçta sana sormadan geldiğin bu fani dünyadan gene sana sorulmadan bir gün gideceksin . Hiç kimsede sonunun nasıl olması gerektiğini seçemez . Seni annen ve bana dünyaya getirebilir .Başkanlar Krallar insanları yönetebilirler . Eğer sen ruhunu şeytana satmazsan RUHUN senin olur . Uçurtma gibi uçsan da ipin elinde yada gerçek dostun elinde olsun .Dostun yumruğu acı olur unutma..
Bu dünya öğle bir kalleş dünya ki unutma dostum ; Ayaklar baş olmuş,başlarda ayak. Dünyayı daha iyi yapmayan insan insan değildir . Gitmiş ağalar paşalar ,kellere körlere kalmış köşeler . Derler ya büyüklerimiz.kimse bizi basmak yaparak üstümüzden yükselmesin . Ne ezen nede ezilen olun . Hep elinde testere ve odunu yontarken de bir ona bir sana olsun:keser gibi tahtayı kendine yontmayacaksın. Bir söz var ya hani;

Kime sordumsa seni dogru cevap vermediler
Kimi alcak, kimi hirsiz, kimi deyyus dediler`.
Künyeni almak icin, partiye ettim telefon ,
Bizdeki kayda göre , simdi o mebus dediler,
İşte toplum olarak son durumu iyi değerlendirmek lazım

( HOŞLANMADIÄžINA SABRETMEDİKÇE HOŞLANDIÄžINI ELE GEÇİREMEZSİN)


**************************************************
Yanılgı

Bedene ne ağırmış düşünce yükü...Zihin doluyken taşıyamıyormuş meğer ayaklar insanı. Ne zormuş insana kendi deryalarında boğulmak. Nasıl yazılıyor bu şarkılar derdim hep..Meğer ne kolaymış bir ruh halini dökmerk satırlara.

Kimmiş, neymiş beni böylesine üzen, yıpratan, kuru yapraklar gibi...Ama tam aksine her gün güzelleştiren yasla... Neymiş bu zihnin derdi? Neymişki bu dert bir bardak alkolde kıyılara vuran? Yanlışmış birşeyler...Hep birbirimizin aynısıymışız gibi tanımak insanları, ne büyük bir yanlışmış...Her yaraya her tuz basımında anladım bir kez daha.

Her inanıp, güvendiğimde, tutunduğumda bir dala, işte huzur, işte aşk diyerek bir çocuğun oyuncağını sevmesi gibi açtığımda kollarımı, o kollarımın yine bir tek kendimi sardığını fark ettiğimde başladı hayata yenilgilerim...

Tanrım!

Aşk ne büyük bir oyun...Ne acımasız bir sınav...Neden hep çocukken izlediğimiz filmlerde ibretlik değil de güzel bir hikaye gibi anlatıldı bize? Ne büyük bir yanılgı...Onunla da onsuz da olamıyor olmamız...

Her iki şekilde de yanıyor canımız...

Ama hep acı çekiyor insani yanımız…
alıntı

... Dostluk konusunda düşündüğüm zaman, hep şu noktayı gözönünde tutmalı diye düşünürüm: Acaba dostluğu arattıran sebep güçsüzlük veya ihtiyaç mıdır? Acaba karşılıklı yardımlaşmaya girişirken insanların amacı tek başlarına pek başaramayacakları şeyi bir başkasının yardımıyla elde etmek, sırası gelince karşılığını yapmak mıdır? Yoksa bu yardımlaşma dostluğun özelliğidir de, dostluğun daha derin, daha asil, sırf doğanın (tabiatın) yarattığı başka bir neden mi vardır? Dostluğa adını veren sevgi, insanların yakınlık duygularıyla birbirine bağlanmasında başlıca nedendir. Çünkü çıkarlar çok kez kendine dost süsü veren ve durum gerektirdiği için saygı, ilgi gösteren insanlardan bile elde edilebilir, oysaki dostlukta hiçbir şey yalan ve yapmacık değildir, her şey gerçektir ve içten gelir. Bu yüzden, sanırım, dostluğu gereksinme (ihtiyaç) değil, doğa yaratır. Dostluğun doğuşunda, ondan ne çıkarlar elde edileceği düşüncesinden çok, ruhların sevgi ve bağlanması var...

Birçokları kendilerinin yapamayacakları şeyleri dostlarında aramaktan -haydi sıkılmıyorlar demeyeyim de- hataya düşüyorlar diyeyim. Dostlarına vermedikleri şeyleri onlardan istiyorlar. Halbuki önce iyi insan olmak, sonra kendine benzeyeni aramak doğru olur. Deminden beri söylediğim sürekli bir dostluk ancak şu kimseler arasında sağlamca kurulur: Yakınlık duygularıyla birbirine bağlanmış insanlar önce başkalarının esiri olduğu ihtirasları yenecekler, sonra doğruluk ve adaleti sevecekler, birbirleri için her şeyi yapacaklar, ama birbirlerinden şerefli ve doğru olmayan hiçbir şeyi istemeyecekler, aralarında yalnız sevgi ve beğenme değil, saygı da bulunacak. Çünkü dostluktan saygıyı kaldıran onun en büyük süsünü kaldırmış olur. Bunu sananlar, tehlikeli şekilde yanılırlar. Doğa, dostluğu erdemin yardımcısı olsun diye vermiştir, hataların yardakçısı olsun diye değil, onun amacı şudur: erdem tek başına en yüksek katına erişemediğine göre, ortaya başkasıyla birleşip ortak olarak erişsin. Bu türlü bir birlik bazı insanlar arasında, var olmuş veya olacak ise, bu, onları katıksız iyiliğe götürecek en iyi ve en mutlu birlik sayılmalı. İşte, bence, insanların peşinde koşmaya değer sandıkları her şeyi, şerefi, ünü, ruhun sükunet ve sevincini içine alan birlik, bu birliktir. Bütün bunlar var olunca, hayat mutluluk doludur.


*********************************************************
Hayalperest

Olmak istediğim
Deniz kıyısı var bi ev ve uzun bi kumsal.
Biri var yanımda,
Koşuoruz,çok eğlenioruz anlican�
Hafiften rüzgar esiyo.
Eve giriyoruz.evin içde aynen şöyle;
Tek oda ama aynı zamanda içinde wc,mutfak,yatak odası her şeyin içinde olduğu bir oda,ev�
Denize bakan kısımda duvar yerine kocaman bi cam yerden tavana kadar geniş ve uzun.
Pencere şeklinde. kemik rengi bi stor,..
Camı açtığın zamna ayakların kuma değicek.
Hava eserken, içerde de denize nazır oturup çayını içiceksin.
Sevdiğin kişi yanında olucak.yatakta yatıcaksınız.ama sadece birbirinize sarılıcak ve duygusal yönünüzü doyurucaksınız çıkar sağlamak için deil.
Aklınızda hiçbişi olmicak.
Çay keyfi yaparken denize karşı,
Sanattan bahsediceksiniz bi ara.
Ama müziği dinliceksiniz sessizliği yani..doğal olmayı deniceksiniz anlicanız.
Sessizliği bozmak müziği bozmaktır.dedikleri gibi�

************************************************

Düşleri gömmek

İlk çarpışmada bütün silahları bırakıp kaçmak, belki de en
doğrusu buydu. İllaki zoru seçmek akıl işi değil mi acaba ?Sevmek,
ölesiye istemek de yeterli değilmiş demek ki. Neden herkes aynı şeylerle avunurur durur ki. Hiç mi kendi dünyalarını
keşfedemiyorlar? Üstelik de başkalarına engel oluyorlar. Her
kesin bir düzende, bir yolda, bir istifte olmasını istiyorlar.
Neden? Oysaki dünyadaki her kişi -bilirse eğer- gerçekten
apayrı bir gizler ülkesidir. Çocukken yaptıklarınızı düşünün. Ne düşünceler içindeydiniz. Sonra ne oluyorsa yaş
olgunlaşınca düşünceler, düşler ölüyor. Ve onları yine dirilir
diye lime lime edilen derin toprağa gömüyoruz. Bu da yetmezmiş
gibi başkalarını da aynı şeye zorluyoruz. Ona da iyilik ettiğimizi düşünü-
yoruz.
İşte, düşlerimiz ölünce biz de öldük. Salt yemek yiyoruz,
yatıyoruz, kalkıyoruz. Konuşmuyoruz, bağırışıyoruz, anlaşılmaz
bir şeyler söylüyoruz. Ama konuşmuyoruz, anlaşamıyoruz.

Bütün bu şeylere rağmen kendi adıma bazı düşleri yaşatmayı
arzuladım. Bu yüzden kendimle gurur duyuyorum. Diğer insanlar
bunu da yapmadı. Bir çok pişmanlıklarım, sıkıntılarım var. Ama,
yine de yaşamaya çalışıyorum. Ancak, biliyorum, bu da büyük bir
hüsranla bitecek. Yolun sonuna geldiğimde anlayacağım bunu.



Nefret Edilesi Keşkeler

Her sabah aynı koşuşturmaca içinde başlayan hayatların bir gün sondurağına varacağına bile bile terli yastıklardan baş kaldırmak ve güne keşkelerle başlamak mı bu gezegene geliş amacımız?
Banyo aynasının gerçekliğinde solgun simalarımızı fırça ve jilet darbeleriyle renklendirmeye çalışırken aslında kendimizi bile kandırdığımızı bilmiyor muyuz yoksa?
Güneş doğup doğmamakta karar vermeye çalışırken ,belediye otobüsü ya da tramvay bileti kuyruğunda gözlerini ovuşturarak simit kırıntılarını kuşlarla paylaşan minik çocuklar gibi çarpabilse yüreğimiz belki hayat daha heyecanlı olabilirdi gri kaldırım taşlarını tepelerken her Allah’ın günü...
Etrafımızda yeşilliklerin içinden gülümsemeye çalışan çiçeklerin taç yapraklarına düşen nemli çiğ damlalarına takılabilseydi gözlerimiz, süslü ve pahalı eşyalar yerine ,yanımızdan ürkekçe geçen ıslak kedinin yiyecek yalvarışlarına kulak verebilseydik belki her sokağa çıktığımızda içinde yaşadığımız şehre lanetler yağdırmazdık ,insanların mahmur yüz ifadelerini takındığı saatlerde.
Bilirdik bu kısır döngü değişmeyecek,yaşanan gün geri gelmeyecek.
Ne göz göre göre taş binaların erittiği genç bedenimiz eskisinden daha sağlıklı,ne kahkahalarımızın çevrelediği çocuk ruhumuz önceki kadar mutlu olacak.
Bugün dünü aratacak,
Yarın her günden belki de beter olacak.
Ne bir garanti belgesi imzaladık Hak katında,Ne dayanağımız var sağlıcakla ve hoş kalmak
adına geri kalan ömr-ü hayatımızda.
Keşkelerle başlayan ömür maceramızda değişen birşey yok yıllar sürgünlerini çürütse de yağmur yüklü mevsimlerde nemlerden.
Çocukluk büyüme hevesiyle geçerken,gençlik hayallerini belki bir gün zengin ve mutlu olmak süslüyor yaşlanma olgusunu hatrımıza bile getirmeden...
Nefret edilesi keşkeler dolduruyor yaşam bankamızda sermayemizin fonlarını.
Bu Bulut Benim

Bazen bir bulut hayal ederim, bu bulut benim hayatım olur, sağa sola burkulan bölümleri sevdiğim insanlardır, beyaz kısmı geleceğim karanlık kısmı hüzünlerimdir. Ben buradan bunları seçmeye çalışırken, gökyüzündeki bulutlar yavaş yavaş dağılmaya yok olmaya başlar, gökyüzü çıplak kaldığında da kaçınılmaz gerçeğime dönerim. Hayallerimiz hayatımızdır hayatta bazılarımız başarılı olduğumuzu düşünür, bazılarımızsa başarısız olduğumuzu. Benim içinse hissedilen duygular çok önemli, bu duygular çelik kasları besleyen güçlü rüzgarlar gibi. Diğer şeyler sadece fazlalık, buna yıllarımı verdiğim platonik aşklar da dahil. Yoksa vücudumun ordan oraya zıplayan çocuksu çılgın tarafı mı aşık oldu sana, bu dünyada her şeye ket vurabiliyorum ama yüreğime dur diyemiyorum. Artık yüreğimle sana olan sevgime dair sonsuz bir anlaşma yapmalıyım. Çünkü artık bulunduğum yer kendime ilk kez inandığım yer, bir oyunsa başarmak için kendime izin vermeliyim, benim oyunum nedir diye sormamalıyım. Herkesin
sevdiği yanındayken gözleri başka yerde ama sen hep baktığım yerdesin, mekanın neresi olduğu önemli değil, baktıkça gözlerim bir anda sen oluyor, gülümsemen değsin istiyorum yüzüme, bakışın insin herkesten saklanan ruhumun derinliklerine. Saatler akıp geçsin ama biz geçmeyelim birbirimizden. Çevremde o kadar çok albeni var ki, sadece garipsiyorum, çünkü gördüğüm insanların yaptıkları, dikkat çekişleri hiçbirşey. Yani öylesine yaptığı bir şey, beklide bir filmde görüpte uyguladığı bir şey. Kendisi değil, kendi değil, sadece görsel çekicilik. Sense her sabah gökyüzüne ilk baktığımda bulduğum en güzel beyaz bulutsun, hiç güneş batmasın hiç gitme gökyüzümden böylede yaşarım.
Anne Yüreği

Anneciğim;
Adının önüne yakışacak kelime bulamadım. Bütün güzel kelimeleri kullansam da seni ifade etmeye yetmez, biliyorum. Sen benim annemsin. Dupduru imanınla, sıcacık duygularınla tohumlarımı filizlendiren toprağımsın. Ömür ağacım senin toprağında meyveye durdu; dualı nefesin ve çileli gözyaşlarınla olgunlaştı. Dualarınla örülen merdivenlerle aşabildim hayatın yokuşlarını, korkunç uçurumlarını.



Senin gözyaşların gül tomurcuklarına benzer. Seherin en sakin köşesinde herkes uyurken dökülür duaya kalkmış yumuşak avuçlarına. Gözlerinden dökülen billur katreler, benim hayatımda çiçeklenir birer birer. Karanlıklarım dualarınla aydınlanır. Ümidim odur ki; yollarımın çamuru, kirlerim, hatalarım, dualarınla arınır. Sen ki; gönül ayağım kaymaya meylettiğinde kilometrelerce öteden bunu hissedersin. Çünkü senin gönlün hakiki muhabbete açıktır. Şefkat pınarlarını yollarımdan çekersen ne olur hâlim?!..

Anneciğim;
Seni nasıl özlediğimi; karşılıksız, katıksız sevgine nasıl ihtiyacım olduğunu bir bilsen! Âh çocukluğum! Avuçlarımın arasından su gibi akıp giden çocukluğum... Binlerce yitiğimin arasında en paha biçilmez olan, yitip giden çocukluğum...

Ve sen anneciğim... Yemeyip yediren, giymeyip giydiren.. benim için saçını süpürge edenim, kokusu güzelim, çilelim...

Bazen çocukluğumu ve seni hatırlarım. Böyle zamanlarda içim bir tuhaf olur. Hem tazelenirim, hem insan olmanın ağırlığı altında ezilirim. Ne kadar güzeldi senli günlerim! Kaygısız, tasasız... Sen de, çocukluğum da ne kadar uzaktasınız!

Yıllar geçse, ben büyüsem de, her uyandığımda uyanık olurdun. Güneş sen uyandıktan sonra doğardı dâima. Dua ve niyazla ‘Hoş geldin!’ derdin yeni güne. Gündüzlere anahtar olan duanı bitirince, usulca parmaklarının ucuna basarak başucuma gelirdin. Beni uyandırmamak için kapıyı bile kapatmazdın. Menekşe kokulu nefesinde tuttuğun ilâhî güzellikleri yavaş yavaş üzerime üfürürdün. Nefesin dertlerime derman olurdu. ‘Bahtın gündüzler kadar ak, imanın pınarlar kadar duru olsun, ilim ve hilm başına tâc, edep ve haya ömrüne ilâç olsun!’ diye dua ederdin. Sonra, sıcacık bir bûse kondururdun yanağıma. Sanki her bûsende âb-ı hayat gizliydi ve onunla yeşilliği korunurdu yanağımdaki bahçenin.

Anneciğim;
Sen güldüğün zaman, yüzündeki bütün çizgiler tebessüm ederdi. Sen şefkat ve sevginle, hayatına hiçbir sahteliğin girmesine izin vermemiştin.

Mektep-medrese görmemiştin ama, her söylediğin, her endişen gerçekleşirdi. Yaradan hislerine nasıl bir güç vermişti ki, bunun karşısında şaşkına dönerdim. Senin küçük dünyanın merkezinde evin, seccaden ve tesbihin vardı. Ben bu dünyada ne ekmeğin tükendiğini gördüm, ne de sevginin.

Çetin geçen yıllar pembe yüzüne nurdan bir çerçeve çizmiştir. Bize yanık sesinle söylediğin ilâhiler, ahenkli Rumeli türküleri hâlâ gönül kubbemde yankılanır durur. İş yaparken söylediğin Rumeli türkülerinde, ‘Kırmızı gülün alı var’ derdin. Çocuk aklımla sorardım: ‘Kırmızıyla al aynı değil mi?’ Sen de, ‘gül var gülden içerü’ derdin. Küçük aklımla bir şey anlamadan, ‘Hani şu söylediğin Süleyman ilâhisi gibi değil mi?’ derdim. Başını hafifçe eğer, tasdik ederdin.

Sabrı beline bir kuşak gibi dolamış benim cefakâr anam. Senin ninnilerin ve masallarınla büyüdük. Sevinç ve elemlerin iç içe geçtiği dağdağalı, fırtınalı bu dünya hayatına senin rehberliğinle hazırlandık; bunu şimdi daha iyi anlıyorum. İnan ki benim nur anam, ruhumu kavrayan sesine ne kadar hasretim! Şimdi burada olsan, buz tutmuş hayatımı sıcacık bakışlarınla ve dualarınla eritsen! Kalabalıklardan, kem bakışlardan o kadar incindim ki!

Ağla! Benim için ve bütün çocuklar için ağla! Çünkü, ağlarsan sen ağlarsın, gerisi yalan ağlar. Saçlarının beyaza döndüğü şu demde beni buralarda bırakıp dönüşü olmayan seferlere çıkma ne olur! Gül yüzündeki ışığın serinliğiyle, göğsündeki şefkat pınarlarıyla, uykulara küsmüş gözlerinle seherlere bizden selâm söyle!

‘Anne yüreği’ Yaradan’ın hediyesidir sana, anne!

Rüya

Gecenin karanlığında bir mum aydınlatır odayı.
Hüzünlü bir yüz belirir camda belli ki beklediği bir şey var.
Birden yağmur başlar yağmaya aynı anda gözyaşları süzülür yanağına kızın.
Acı içinde kıvranır.
Ama nafile acı dinmiyor.
Gözleri dışarıya bakarken , kulağı telefon sesini bekler, çalsın diye umut eder. Odada hiçbir ses yok, hatta müzik bile.
Çalmasını beklediği telefon sesini duyabilmek için müzik bile dinlemiyor.
Bekler ama boşuna.
Güneşin doğuşunu seyreder.
Şehrin gürültüsü başlar yavaş yavaş.
Koşuşturan insanlar, servis bekleyen öğrenciler görünce anlar yeni bir günün başladığını ve hayatın devam ettiğini.
Uzanır koltuğa ve o an uykuya dalar.
Yine aynı kabusu görür.
Hep peşinde koşar ; tam yakalamak üzere iken elinden kaçırır.
O an uyanır ve her şeyin rüya olduğunu anlar.
Yanı başında duran sevgilisine bakar ona bir öpücük kondurarak tekrar uykuya dalar.