:: Duygusuz.com - Dostluk ve Arkadaşlık Sitesi

Orjinalini görmek için tıklayınız: İnsan Gerçekten Değerli Midir?
Şu anda (Arşiv) modunu görüntülemektesiniz. Orjinal Sürümü Görüntüle internal link
Eğitim kurumlarının merkezinde yer alan ve eğitim kurumlarının varoluş kaynağını oluşturan, temelde insandır. Bir değer olarak insan, eğitim kurumlarında ne tür bir anlayışla ele alınmaktadır? Kuşkusuz, söylem düzeyinde, buna verilebilecek klasik yanıt: insan önemli, değerli ve eşsiz bir varlıktır, olacaktır. Bu gerçekten de doğru mudur? Gerçekten de insan eğitim kurumlarının merkezinde hiçbir ön koşul olmadan değer gören bir varlık mıdır? Yaşamın gerçek yüzü, kitle iletişim araçlarına yansıyanlar, eğitimbilimsel araştırmalar bunun tam tersini göstermektedir. İnsan, eğitim kurumlarının merkezinde yer alan, değerli ve eşsiz bir varlık olarak algılanmamaktadır. Her gün, psikolojik ya da fiziksel şiddetle karşılaşan, okul yemekhanesinde yediği yemekten zehirlenen, okul kurumu içinde sürekli “hayır” komutu ile karşılaşan öğrencinin, değerli olduğuna inanması oldukça zor olsa gerek.
Yazılı ve görsel basında, eğitim kurumlarında yaşanan ve insanın değersizliğini çağrıştıran, insana karşı eğitim kurumlarının sevgisizliğini yansıtan yığınla haber çıkmaktadır. Bu haberler, duyumlar, tek tek bireysel yaşantılar ve toplumsal gözlemler, insanın eğitim kurumlarındaki değerliliğine ilişkin kuşku ve kaygıları artırmaktadır. Bir yanda insanın değerli olduğunu her fırsatta dile getiren bir kuramsal söylem diğer yandan acıları, kaygıları ve yara bereleri ile yaşama yansıyan reel durum. Kuramsal söylem ile reel durum birbirinin zıddı bir görünüme sahiptir. Neden?
Bu sorunun yanıtını oluşturabilmek için öncelikle, “insan değerlidir” önermesini çözümlemek gerekir. Gerçekten de insan değerli midir?
“İnsan değerlidir” dendiği zaman kastedilenleri sıralamak analizi kolaylaştıracaktır;
*İnsan kavramı, zamandan bağımsızdır. Geçmişte, bugün ve gelecekte insan denen canlı, başka hiç ekleme ya da çıkarma olmadan, ön koşul konulmadan değerlidir.
*İnsan yapmak istemediği hiçbir şeye zorlanamaz, ancak neden sonuç ilişkisi içinde teşvik edilebilir. Okul insanı teşvik etmez, değişmeye zorlar. Değişmeye zorlanan insan kendini değerli hissetmez.
*İnsan denildiğinde soyut bir varlık kastedilir. Sarı, siyah ya da beyaz değildir insan, “fransız”, “ingiliz”, “arap”, “türk”, “amerikalı”, “afrikalı” ya da “asyalı” değildir insan. Uzun ya da kısa değildir insan. Çirkin ya da güzel değildir insan. İnsan sadece insandır, önce insandır. Düşünen, gülümseyen, başkaları olmadan yaşamayı beceremeyen sosyal bir varlıktır insan.
*İnsan denildiğinde farklılık anlaşılmalıdır. İnsanlar birbirlerine benzemezler. İnsanlar birbirlerinden farklı düşünüp, olgu ve olayları birbirlerinden farklı algılarlar. İnsanın sosyal yaşamındaki zenginlik ve çeşitliliğinin kaynağı insanın farklılığıdır. Bu farklılıkları, temelde kültürel farklılık, dil farklılığı, bilişsel farklılık, duyuşsal farklılık, fiziksel farklılık olarak ele almak mümkündür. Bu farklılıkların olmadığı bir dünya, insanın her an aynada kendini seyretmesi gibi bir şey olurdu. Bu ise sıkıcıdır. Monotondur. Zevk ve heyecandan uzaktır. Öyle ise bir insanın, bir başkasını kendisine benzetme çabası insanın insana yaptığı en büyük kötülüktür. Çünkü, yaşam sıradanlaşacak, ritim ve çeşitliliğini kaybedecektir. Öyle ise, insan olmak demek farklı olmak demektir. İnsan değerliliğinin ölçütlerinden biri de, insanın farklılığıdır. Eğer, insan değerlidir deniliyorsa, yapılması gereken şey farklılığı benimsemek, onaylamak ve TEŞVİK ETMEKTİR. İnsan kendisine benzeyeni elbette ki sever, önemli olan benzemeyeni sevmektir. İnsanın amacı, farklı olanı aramak, bulmak, sevmek ve ondan beslenmektir.
İnsanın zenginliği farklılığı olduğuna göre, yapılması gereken de farklılığa tahammül etmek değildir. Tam aksine farklılıkları teşvik etmek ve sevmektir. Bir insanın bir başkasını sevmeme gerekçesi olarak ileri sürdüğü farklılıklar, aslında, insanın insanı sevmesi için gereken ön koşuldur. İnsanın benzerini sevmesi, aynada kendisini öpücüklere boğmasıdır. Anne ve baba çocuğunu sever, çünkü kendisine benzer. Anne-baba, çocuğunu onaylar, çünkü kendi davranış kalıplarını onda görür. Bu tür çocukluk süreci, bilinçaltı süreçler yoluyla, şunu öğretir bize; benzerlikleri aramak, bulmak ve sevmek, farklılıklara ise direnç göstermek. Çocuklar büyüyüp anne-babalarından farklı olduklarında, farklı davrandıklarında, farklı söylemler geliştirdiklerinde, çatışmalar da başlar. Biz bunu farklı savunma mekanizmaları ile bastırmaya çalışırız. Oysa olan basit ve doğaldır. Çocuğumuz bizden farklıdır. Bizim tahammül edemediğimiz, işte, bu yaşama yansıyan farklılıklardır.
Evde, okulda, sokakta, insandan istenen şey hep aynıdır: Sosyal kabullere uygun davranışlar sergilemek. Kuşkusuz kültürel varlıklar olarak, kültürün de bir parçasıyız ama öncelikle bireyiz. Birey olmak ise farklı olmaktır.
Bireyin diğerlerinin de kendisi gibi farklı olma hakkına sahip olduğunu bilmesi, ondan doğaçlama olarak beklenecek bir şey değildir. Bu nitelik onda, ailede ve okulda eğitim süreçlerinden geçirilerek geliştirilebilir. Ama ne yazık ki, kültürel bir kurum olarak aile, kültürel ve ideolojik bir kurum olarak ise okul; bireye sürünün bir parçası olmayı öğretir. Sürünün bir parçası olmayı öğrenen insan, birey-insan değil, ideo-kültürel insan olmayı öğrenir. Bu ise, tek bakış açısı ile evreni anlamlandırma, farklılıkları ortadan kaldırma isteği, benzemeyeni dışlama ve yok etme isteğini doğurur. Bu algılarla yetişen insan için;
“insan değerlidir AMA kendisine benziyorsa”,
“insan değerlidir AMA kendisi gibi düşünüyorsa”,
“insan değerlidir AMA kendisi gibi algılıyorsa”,
“insan değerlidir AMA olgu ve olayları kendisi gibi anlamlandırıyorsa”,
“insan değerlidir AMA ................................................”
Görüldüğü gibi, çoğunlukla, çoğu insanın kurduğu “insan değerlidir” cümlesi, ne yazık ki papağan gibi tekrarlanan, derinliği ve içsel karakteristiği anlaşılmayan, analiz edilmeden yüzeysel anlamı ile kullanılan bir slogandan başka bir şey değildir.
İnsan değerlidir nokta, cümle artık bitmiştir. Değerlidir kelimesinden sonra kullanılacak “ama”, “lakin”, “fakat” gibi kelimeler, ilk söyleneni şarta, norma bağlamaktır, dolayısıyla da insanın aslında değerli olmadığını söylemektir. Öyle ise:
İNSAN DEÄžERLİDİR.
Değer Nedir?

İnsanların önemli ihtiyaçlarından biri diğer insanlardır. İnsan için yalnızlık, diğer insanlardan yalıtılmışlık onun için bir cezadır.

İnsanların birlikte yaşamasıyla aralarındaki ilişkileri düzenleyen değerler ortaya çıkmıştır. Değerler bizlere, diğer insanlara karşı saygılı olmamız, sorumluluklarımızı yerine getirmemiz, dürüst ve adil olmamız gerektiğini öğütler

Bireysel olarak değer, “bireyin çevresiyle etkileşimi sonucunda içselleştirdiği, eylemlerini yönlendiren kalıcı bir yargı ve standart” olarak tanımlanabilir.

Toplumsal anlamda değerler ise, toplum tarafından en iyi, en doğru ve en faydalı olduğu kabul edilen genelleştirilmiş davranış prensipleridir

Onurlu bir yaşam için insan eylemlerini yönlendiren korkuya dayalı disiplin değil, değerler olmalıdır. Korkudan kaynaklanan disiplin, korku kaynağı ortadan kalktığı zaman kaybolur. Değerlerden kaynaklanan iç disiplin ise, değer değişmediği sürece devam eder.

Einstein, bir gazeteci ile yaptığı bir söyleşide, gençlere şu tavsiyede bulunmuştur.

Başarılı bir insan olmaya çalışmayın. Değerleri olan bir insan olmaya çalışın. Başarılı bir insan hayattan verdiğinden fazlasını alır. Değerleri olan bir insan ise, hayata aldığından fazlasını verir.

Değerlerine göre hareket eden insan, gizli de olsa açık da olsa dürüst hareket eder.

Yanında hiç kimse olmadığında bile, trafik kurallarına uyar, hırsızlık yapmaz, doğru, dürüst ve adil olur.

Değerleri içselleştirerek karakter geliştiren insanlar için “kimse yoktu” bahanesi geçerli değildir.

Kimse yoksa ben vardım düşüncesi geçerlidir.
degeri sıfırdır ne artar ne duser