:: Duygusuz.com - Dostluk ve Arkadaşlık Sitesi

Orjinalini görmek için tıklayınız: Dahiliye
Şu anda (Arşiv) modunu görüntülemektesiniz. Orjinal Sürümü Görüntüle internal link
Sayfalar: 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41
irritabl kolon spastik kolon kolit irritabl barsak sendromu

İrritabl barsak sendromu (İBS), fonksiyonel gastrointestinal (Gİ) bozukluklar olarak bilinen bir grup çeşitli klinik durumdan biridir. Geleneksel olarak “fonksiyonel” bozukluklar şeklinde sınıflandırılırlar, çünkü ortaya çıkışları altta yatan herhangi bir yapısal ya da biyokimyasal anomali ile açıklanamamaktadır. “Klasik” İBS: konstipasyon ya da diyarenin eşlik edebildiği, karın ağrısı veya rahatsızlığını da içeren bir dizi semptomla karakterize kronik bir durumdur. Semptomların tipi ve şiddeti, hastalar arasında geniş ölçüde değişebilir ve bir hastada, zaman içinde de değişebilir

İBS’nin epidemiyolojisi

İBS, tüm dünyada yaygın olan, tüm ırk ve yaşları ve her iki cinsi de etkileyen bir sorundur. Bu bozukluğa ait epidemiyolojik veriler sınırlıdır ve nedeni de çoğunlukla İBS’nin standart bir tanımının bulunmamasıdır.

İnsidans ve prevalans

İBS’nin kesin insidansı belirsizdir, fakat yılda yaklaşık %1 olduğu tahmin edilmiştir. Batı dünyasında, İBS’nin, herhangi bir belirli zamanda, popülasyonun %20’sini etkilediği görülmektedir.

Kültür, yaşam şekli ve ekonomik etkiler de, İBS’nin bildirilen prevalans oranlarındaki değişkenliğe katkıda bulunabilir. Bu faktörlerin rölatif önemini doğrulamak için, daha ileri çalışmalar gereklidir.

Yaş ve cinsiyetin etkisi

Batı’da, kadınların doktora, erkeklerden daha sık olarak İBS semptomlarıyla başvurma eğiliminin olduğu bilinmektedir. 2.4/1 gibi bir kadın/erkek oranı bildirilmiştir. Kadınlarda, İBS’nin daha yüksek görülen prevalansı tüm yaş gruplarında görülür ve kadınların herhangi bir semptom karşısında, erkeklerden daha yüksek oranda doktora başvurdukları gerçeğini yansıtabilir.

İBS’nin pik prevalansı, 45 ve 65 yaşları arasında görülmektedir ve daha sonra azalmakla birlikte, yaşlılarda yine de yaygın bir sorundur. İBS, çocuklarda ve adolesanlarda, özellikle nükseden karın ağrısı hikayesi olan kızlarda yaygın olarak bildirilmektedir. Toplum tabanlı çalışmalar adolesanların %17’sinde İBS semptomlarının bulunduğunu göstermiştir.

Sosyoekonomik durumun etkisi

Diğer birçok hastalığın aksine, daha yüksek sosyoekonomik sınıfın ve uygar yaşam şartlarının, gerçekte İBS gelişme riskini artırabildiği görülmektedir.

İBS’nin sosyal ve ekonomik etkisi

İBS, yaygın bir fonksiyonel Gİ bozukluktur ve yaşamı tehdit etmemekle birlikte, hastanın yaşam kalitesini (QoL) önemli şekilde bozabilir. İBS, aynı zamanda hasta, sağlık sistemi ve genel toplum için önemli bir ekonomik yüktür.

Fonksiyonel Gİ bozukluklar, en sık olarak gastroenterologların ve pratisyenlerin gördüğü Gİ rahatsızlıklardır. ABD’de gastroenterologlarda yapılan posta yoluyla takipte, doktorlar, hastalarının %41’ine fonksiyonel Gİ bozukluk tanısı konduğunu ve %28’inin İBS olduğunu bildirmişlerdir. İBS’nin, ABD’de her yıl 2.4 ve 3.5 milyon arasında doktor vizitinde ve 2.2 milyon reçetede yer aldığı tahmin edilmektedir.

Yukarıdaki rakamlardan da görüldüğü gibi, İBS’li bireyler, aynı topluluktaki yaş ve cinsiyet açısından uygun kontrol kişilerine göre, önemli şekilde daha fazla medikal masraf ile karşı karşıya kalmaktadır.

İBS hastalarının sadece az bir bölümü, durumları nedeniyle tıbbi yardıma başvurmaktadır; bu durum, hastalığa bağlı doğrudan bakım masraflarının bugün nispeten düşük olduğunu gösterir. Ancak, hastalığın toplam masrafı hesaplanırken, işe gitmemeye bağlı olan dolaylı toplumsal masraflar da düşünülmelidir ve bunlar, önemsiz değildir. İBS hastalarının, diğer çalışanlara göre 3-4 kat daha fazla hastalık izni aldıkları bildirilmiştir. Yakın zamandaki bir takibin bulguları, İBS’li 3 kişiden hemen hemen 1’inin, önceki 4 hafta içerisinde semptomları nedeniyle en az 1 gün izin aldığını göstermiştir. Benzer bir oran da, İBS semptomları nedeniyle işine ve diğer aktivitelerine ara verenler için bildirilmiştir.

İBS’nin fizyopatolojisi

İBS’nin altta yatan nedeni çok iyi anlaşılmamıştır, çünkü hastalığın yapısal ya da biyokimyasal göstergeleri yoktur. Sonuç olarak da, tedaviler geleneksel olarak, ayrı ayrı semptomların iyileştirilmesine odaklanmıştır. Ancak son yıllarda yapılan araştırmalar, barsak fonksiyonunun doğrudan incelenmesini sağlamıştır.

İBS ve diğer fonksiyonel Gİ bozuklukların semptomlarını açıklamak için birçok mekanizma öne sürülmüştür. Bunlar arasında, Gİ olayların anormal algılanması, değişmiş barsak motilitesi, azalmış Gİ uyum ve infeksiyona bağlı inflamasyon bulunmaktadır.

Anormal viseral duyarlılık/algılama

İBS’lilerin üçte ikisinde, viseral algılama/nosisepsiyonda artış ya da viseral aşırı duyarlılık olduğu görülmektedir. Yani normal bireylerde fark edilmeden geçecek olan Gİ kanal göğüs, batın ve rektumdaki duyulardan, bu hastaların haberdar oldukları görülmektedir.

Viseral aşırı duyarlığı olan hastaların, sindirim esnasında barsaktan kaynaklanan normal fizyolojik uyaranlara, anormal şekilde duyarlı oldukları düşünülmektedir. Bu uyarıları süzmesi gereken beyindeki mekanizmanın, İBS hastalarında iyi çalışmadığı görülmektedir. Sonuç olarak, normal kolon kasılmalarında, ağrı ve şişkinlik hissedebilirler. Hastada, anormal olaylara karşı duyarlılık eşiği de azalmış olabilir.

Özellikle başta serotonin (5-hidroksitriptamin, [5-HT]) olmak üzere, enterik nörotransmitterlerin de, viseral aşırı duyarlılık gelişiminde önemli bir rol oynadığı düşünülmektedir

Artmış viseral duyarlılık, İBS’nin açıkça önemli bir özelliğidir. Ancak, İBS hastaları ve normal kişiler arasında, duyu eşiklerinde önemli bir örtüşme vardır ve bu da hastalığın tek komponenti olamayacağını göstermektedir.

Değişmiş barsak motilitesi

Besinlerin, Gİ kanal boyunca normal hareketi, barsak duvarının peristaltik hareketlerinin koordinasyonu ile sağlanır. Gİ kanal boyunca, anormal motilite ve peristaltizmin, İBS gelişiminde merkezi bir rol oynadığı ileri sürülmüştür. Hem hipermotilite (diyare ile sonuçlanır), hem de hipomotilitenin (konstipasyonla sonuçlanır) yer aldığı bildirilmiştir. Kolon motilitesindeki bozukluğun, İBS’nin başlıca nedeni olduğu varsayılmaktadır. Bunun nedeni, ağrının sıklıkla, kolon motilitesi ile ilişkili alanlarda hissedilmesidir.

Katılımcı faktörler (“tetikleyiciler”Wink

İBS’li hastalarda, anormal fonksiyon potansiyeli daima mevcuttur. Ancak, semptomların gelişmesi için, sıklıkla bir “tetikleyici” gerekmektedir. İBS hastalarının barsağı, çok çeşitli faktörlere karşı daha duyarlı ve daha reaktiftir (Tablo 1) ve bu uyarılara verilen abartılı reaksiyon, ağrı ve diğer semptomları tetikler.

Tablo 1. İBS semptomlarını tetiklediği bilinen faktörler



Gıdalar ve diğer besin maddeleri

İnflamasyon ve infeksiyon

Maddeler ve ilaçlar

Hormonlar (menstrüel siklus)

Psikolojik sorunlar / stres

Mevsimsel değişiklikler



Beslenmeye ait faktörler

Birçok İBS hastası, semptomlarının yemek yedikten sonra tetiklendiğini ya da alevlendiğini bildirmektedir. Normalde yemek yeme, kolon kasılmalarına yol açar ve öğünden 30-60 dakika sonra defekasyon ihtiyacı ortaya çıkar. İBS hastalarında, defekasyon zorlaması daha çabuk ortaya çıkabilir ve abdominal kramp ve diyare eşlik edebilir. Ancak bazı besinler, barsak spazmlarını tetikleyerek, gecikmiş defekasyon ve konstipasyona neden olabilir. Bir öğünün etkisi, sıklıkla toplam kalori değeri ile ve özellikle de yağdan türetilen kalori sayısıyla ilişkilidir. Bunun nedeni, bitkisel ya da hayvansal kaynaklı olsun, yağın, kolon kasılmalarının güçlü bir uyaranı olması olabilir.

Bazı İBS hastalarında, spesifik besinlerin tüketimi, semptomları tetikleyebilir. Bu durum, özellikle D-İBS, şişkinlik ve ağrı olan hastalarda yaygındır. Süt ürünleri, çikolata, kafein, alkol, mercimek ve fasulye gibi baklagiller (gaz yapıcı olarak bilinirler) bazı hastalarda sorun yaratabilen spesifik besin örnekleridir. Besin alerjisi ya da duyarlığı, bazen yanlışlıkla İBS şeklinde tanımlanır, çünkü her iki durum da, karın ağrısı ve diyareye yol açabilir. Ancak besin alerjisi, Gİ kanal dışındaki semptomların varlığı ile tanımlanabilir.

Maddeler ve ilaçlar

Belirli reçeteli ve reçetesiz ilaçlar, İBS semptomlarını tetikleyebilir veya alevlendirebilir. Laksatifler, normal barsak fonksiyonunu bozabilirler ve dönüşümlü diyare ve konstipasyon nöbetlerine yol açabilirler; narkotikler ise (örneğin; kodein, folkodin ve dihidrokodein), konstipasyon, şişkinlik ve abdominal kramplara neden olabilir. Kalsiyum kanal blokerleri ve antidepresanlar da, diyare ve konstipasyon gibi Gİ semptomlara neden olabilir.

Hormonal faktörler

Barsak semptomlarının, Gİ fonksiyon bozukluğunun varlığına bakılmaksızın, menstrüel siklus ile değiştiği bilinmektedir. Ancak bu etki, normalde asemptomatik olanlardan ziyade, İBS’li kadınlarda daha sık görülmektedir. Semptomlar, progesterona yanıt olarak ortaya çıktığı saptanan kolon kas tonusundaki bir azalma ile ilişkili olabilir. Bu da cinsiyet hormonlarının, İBS’de etiyolojik bir role sahip olma olasılıklarını artırmaktadır.

Psikolojik faktörler

Psikolojik veya emosyonel stres, normal sağlıklı bireylerde bile Gİ fonksiyonu bozup ağrı ve diyare gibi semptomlara yol açabilir. “Düğümlenmiş mide” veya “midede kelebekler” gibi, yaygın olarak kullanılan ifadeler, stresli durumlarda karşılaşılabilen duyu türlerini tanımlamaktadır. Stres, farklı kişileri farklı yollardan etkiler ve bir bireyde, Gİ kanalın strese verdiği yanıt, zihnin durumuna göre günden güne değişebilir

Stres, İBS semptomlarını tetikleyebilir ve alevlendirebilir. İBS’li hastalarda, stres sırasında, sık ve ciddi Gİ semptomların ortaya çıkması, normal kişilerdekinden daha olasıdır. Strese karşı artan bu duyarlılıktan sorumlu mekanizmalar tam olarak anlaşılmamıştır, fakat barsağın nöronal kontrolü ile ilgili olduğuna inanılmaktadır. Nöronal ileti, çift yönlüdür; yani barsak beyni etkiler ve beyin de barsağı etkiler (“beyin-barsak ekseni”de denir).

Belirli psikolojik bozukluklar, Gİ semptomlara yatkınlığın gelişimiyle sonuçlanabilir ve kişinin bu semptomlarla mücadele etmesini etkileyebilir (Tablo 2). İBS’nin önemli bir özelliği olan viseral aşırı duyarlığın, bazı psikolojik bozukluklarda da görülmesi ilginçtir.

Tablo 2. Gİ fonksiyonu etkileyebilen psikolojik bozukluklar


Anksiyete, panik, depresyon

Somatoform bozukluklar (açıklanamayan vücut semptomları)

Fiziksel, cinsel veya emosyonel suistimal

Alkol ya da madde suistimali

Yeme bozuklukları



Hepsinde olmasa da, bazı çalışmalarda, psikiyatrik hastalık ve anormal hastalık davranışının, İBS olmayan kişi ve hastalara göre, İBS hastalarında daha sık ortaya çıktığı görülmüştür. İBS semptomları nedeniyle doktora başvuran hastalarda, psikolojik sorunların sıklığı özellikle yüksektir; doktora başvurmayan İBS hastalarının ise, psikolojik olarak normal kontrollere benzer oldukları görülmektedir. İBS hastalarındaki depresyon ve anksiyetenin, en azından kısmen, bu kronik hastalığın yaşam kaliteleri üzerindeki olumsuz etkisine bağlı olması mümkündür.

Böylelikle, semptomların psikolojik sorunlar veya stresle kötüleşebilmesine rağmen, İBS, bugün primer olarak viseral aşırı duyarlılık ve anormal barsak motilitesi bozukluğu şeklinde değerlendirilmektedir.


İBS’NİN KLİNİK GÖRÜNÜMÜ

İBS, “abdominal rahatsızlık veya ağrının, defekasyon veya barsak fonksiyonundaki bir değişiklikle ve bozulmuş defekasyon özellikleri ile ilişkili olduğu”, bir sendrom olarak tanımlanır. Klinik bir bozukluktur ve semptomlar, hastalar arasında ve zaman içinde, aynı hastada farklı olabilir.

Karın ağrısı veya rahatsızlığı

Karın ağrısı, İBS’nin tanımlayıcı bir özelliğidir ve hastada önemli sıkıntılara neden olabilir. Ağrı, sıklıkla spazmodik veya “kolik” şeklinde tanımlanır ve batında, herhangi bir yerde hissedilebilirken, sıklıkla sol alt tarafta duyulur. Hastalar, sıklıkla konstipe olduklarında ağrının kötüleştiğini ve defekasyon veya gaz çıkışından sonra iyileşebildiğini bildirirler. İBS’li bazı kadınlarda, karın ağrısı ve barsak fonksiyonunda, mensturasyon öncesinde ve esnasında semptomlarda kötüleşmeyle birlikte, dönemsel bir düzen bildirilmiştir.

Kolik tarzı karın ağrısına ek olarak, İBS’li hastalarda, rektumun iç tarafında, aşağı doğru keskin bir ağrı hissi de bildirilmiştir.

Abdominal şişkinlik

İBS’li hastalar, rahatsızlık, gaz ve guruldama ile ilişkili olabilen, karında dolgunluk ve şişkinlik hissi bildirmektedir.

Değişmiş barsak fonksiyonu

“Normal” barsak fonksiyonu, kişiden kişiye geniş ölçüde değişmektedir ve dolayısıyla, bildirilen herhangi bir değişiklik, mutlak bir değerden ziyade, bireyin olağan düzeniyle ilişkili olarak düşünülmelidir.

İBS ile ilişkili barsak fonksiyonu değişiklikleri, aşağıdakileri kapsayabilir:


Barsak hareketi sıklığında değişiklik (artabilir veya azalabilir)

Acil defekasyon ihtiyacı

Dışkı kıvamında değişiklikler (dışkı, sulu ve gevşek veya katı ve yumru olabilir)

Barsakların açılmasında rahatsızlık veya güçlük Tamamlanmamış barsak hareketi hissi

Dışkı geçişinde zorluk (tenesmus)

Mukus pasajı

Fekal inkontinans


Üst Gİ kanal semptomları

İBS’li hastalar, bulantı, disfaji ve globus hissi, gastro özofageal reflü ve mide yanması ve non-kardiyak göğüs ağrısı gibi üst Gİ semptomların ortaya çıkışında bir artış bildirmektedir. Alt özofagus sfinkter basıncının, kontrollere kıyasla İBS’li hastalarda subnormal olduğu bulunmuştur. İBS’li hastalarda gözlenen gastroözofageal reflü ve özofageal semptomların başlıca nedeni budur.

Gİ kanala ait olmayan semptomlar

İBS hastalarında, yorgunluk, ağızda hoş olmayan tat hissi, ürolojik disfonksiyon (noktüri, sık ve zor idrar yapma ve tam olmayan mesane boşalması) ve jinekoloik semptomlar (örneğin; disparoni gibi) Gİ kanal dışı semptomlar da görülebilir.

Anksiyete, fobi, somatizasyon ve paranoya gibi psikolojik semptomlar, kliniklere başvuran İBS hastalarında sıklıkla gözlenir. Yayınlanmış birkaç klinik çalışmanın incelenmesinde, İBS ya da diğer fonksiyonel barsak bozukluğu olan hastaların, yaklaşık %50’sinin, psikiyatrik tanılardan DSM III kriterlerine uyduğu gösterilmiştir. Organik Gİ hastalığı olanlarda ise, bu oran %20 civarındadır.

Psikolojik rahatsızlık semptomlarının, İBS ile ilişkili olmadığı, fakat bunların, hastanın doktora başvurma kararını etkileyeceği ileri sürülmüştür. İBS hastalarındaki depresyon veya anksiyetenin, nedensel bir faktörden ziyade, hastalığın bir sonucu olması da mümkündür.


İBS TANISI

Gİ fonksiyon bozukluklarının semptomları, kronik ya da tekrarlayıcı olabilir ve tipi ve şiddeti, hastalar arasında değişebilir. Ayrıca hastalarda birden fazla bozukluk bulunabilir ve farklı bozuklukların semptom profilleri arasında, önemli örtüşmeler vardır. Gİ fonksiyon bozuklukları, biyokimyasal ya da yapısal anomalilerle açıklanamaz ve dolayısıyla, radyolojik, endoskopik veya laboratuar çalışmalarına dayanarak tanı konamaz. Tanı, önemli semptomların varlığına dayanarak konmalıdır ve bozukluklar arasında, semptomlardaki örtüşmeler nedeniyle, yanlış tanı ve uygunsuz tedaviden kaçınmak için çok dikkat edilmesi gerekmektedir.

Pozitif İBS tanısı, hastanın tıbbi anamnezinden elde edilebilen semptomlara ve ilgili bulgulara dayanarak konabilir. Bu dönemde, baskın olan semptom alt grubu tanımlanabilir (örneğin; konstipasyonun baskın olduğu K-İBS veya D-İBS), ancak bir hastadaki semptomların dalgalanması, bu adımın değerini sınırlamaktadır. Ancak, belirli semptomların varlığı, doktorun yapılması gereken tarama testlerine karar vermesine yardım eder. Olası organik, metabolik, infeksiyöz veya yapısal hastalıkların hariç tutulması gerekir, fakat bunun için her hasta çok fazla miktarda incelenmeye tabi tutulmamalıdır. Hastanın yaşı ve medikal anamnezi, kullanılan tarama testlerinin seçimini etkileyecektir.


İBS'NİN GÜNCEL TEDAVİSİ

Farmakolojik olmayan müdahaleler

Herhangi bir İBS tedavi programında, hasta eğitimi, ilk adım olmalıdır. İBS, genel toplum tarafından iyi anlaşılmamış bir bozukluktur ve çeşitli yanlış algılamalarla ilişkilidir. Örneğin sıklıkla psikosomatik bir hastalık olarak ele alınır ve bu da, hastaların hastalıklarıyla kendilerinin mücadele etmesine yol açabilir. Başka hastalar da, semptomlarının, kanser gibi ciddi ve potansiyel olarak yaşamı tehdit eden bir hastalığın göstergesi olmasından korkabilir. Dolayısıyla, tüm hastalara, aşağıdakiler açısından bilgi ve güven verilmelidir.


İBS’nin nedenleri ve tetikleyicileri

Semptomatoloji

Hastalık süreci (İBS’nin tıbbi bir durum olmasına rağmen, yaşamı tehdit etmediği konusundaki güvence dahil olmak üzere)

İBS prevalansı

Mevcut tedaviler (gerçekçi faydalar ve olası yan etkiler dahil olmak üzere)


Yaşam tarzı değişiklikleri, güvenilir ve pahalı olmayan ilk tedavi yaklaşımı olarak ileri sürülebilir. Diyetlerinde uygun değişiklikler yapan birçok İBS hastasında, semptomların sıklığı ve şiddeti azalacaktır. Bilinen “tetikleyici besinlerden” kaçınmak, bariz bir ilk adımdır ve hastalara sorun yaratabilen diğer besinlerin tanımlanabilmesi için, bir “diyet günlüğü” tutmaları önerilebilir. İBS semptomlarının giderilmesinde, yardımı kanıtlanmış olan diyet değişiklikleri şunlardır:


Süt ürünlerinin alımının azaltılması veya elimine edilmesi

Kafein, alkol ve sorbitol içeren suni tatlandırıcılardan kaçınmak

Besinlerle yeterli lif almak (kepekli tahıllar, meyve ve sebzeler, iyi bir kaynaktır)

Fasulye ve mercimek gibi, iyi sindirilemeyen, fermente olan karbonhidratlı baklagillerden kaçınmak

Gün boyunca bir ya da iki büyük öğünden ziyade, sık ve az az yemek

Yağı az, karbonhidratı yüksek öğünler yemek

Sıvı alımının artırılması (özellikle destek lif alınıyor ise önemlidir)


Stres tedavisi ve gevşeme teknikleri de, İBS’li hastaların tedavisinde, yararlı seçenekler olarak ele alınmalıdır. Stres yönetimi programına katılan hastaların üçte ikisi, semptomlarının iyileştiğini ve daha az ve daha hafif nöbetler geçirdiklerini bildirmiştir. Yararlı etkiler, tedavi başlangıcından sonra, en az 12 ay devam etmiştir.

İBS semptomlarının, psikolojik sorunlarla tetiklenebildiği ya da alevlenebildiği bilinmektedir ve standart tedaviye yanıt vermeyen İBS hastalarında, psikoterapinin yardımcı olduğu bulunmuştur. Hipnoterapinin de, hastaların yaşam kalitesini iyileştirdiği ve işe gitmemeyi azalttığı gösterilmiştir. Hem psikoterapi hem de hipnoterapi nispeten pahalıdır ve zaman alıcıdır. Başlıca medikal tedavilere yanıt vermeyen hastalarda önerilmektedir.

Semptomatik ilaç tedavileri

İBS hastalarında, güncel farmakolojik seçenekler, baskın semptomların tedavisine yönelmektedir.

Tedavi genellikle ampiriktir ve hastanın birçok farklı ajanı alması gerekebilir. Örneğin, hastada abdominal ağrı ve gerginlik var ise antispazmodik bir ajan verilebilir. Diyareli hasta antidiyareik bir ajan alabilir. Konstipasyonlu bir hastaya, lif desteği ve/veya ozmotik bir laksatif verilebilir. Spesifik bir semptomu hedefleyen bu tedaviler, son-organ tedavileri olarak sınıflanır. Ayrıca psikolojik sorunları olan bir hasta, antidepresanlar veya anksiyolitikler gibi santral etkili ajanlarla da tedavi edilebilir.


YENİ TEDAVİ YAKLAŞIMLARI

5-HT reseptör agonistleri ve antagonistleri

Serotonin (5-HT), hem beyin, hem de enterik sinir sisteminde önemli bir nörotransmitterdir. 5-HT içeren intrensek nöronların, Gİ motilite kontrolünde bir rol oynadıkları bulunmuştur ve viseral duyu fonksiyonunun düzenlenmesinde yer almaları da olasıdır. 5- HT aktivitesinin değiştirilmesinin, İBS dahil, Gİ fonksiyon bozukluklarının bazısında, yararlı olabileceği ileri sürülmüştür. 5-HT reseptörünün en az, altı majör alt tipi tanımlanmıştır. Ancak, Gİ kanalda en önemlilerinin 5-HT3 ve 5-HT4 reseptörlerinin oldukları görülmektedir.

5-HT4 reseptör aktivasyonunun, düz kas tonusu, mukoza elektrolit salgısı ve peristaltik refleks üzerinde belirgin bir etkisi vardır. Barsak lümeninin gerilmesine karşı reaksiyon veren enterik nöronların duyarlılığını da artırdığı görülmektedir. Dolayısıyla, 5-HT4 reseptörlerinin selektif uyarılması ile Gİ fonksiyonun normalize edilmesi mümkün olabilir.


KAYNAKLAR


1. Thompson WG, et al. 1999.
2. Camilleri M, et al. 1997.
3. Thompson WG, et al. 1999.
4. Everhart JE, et al. 1991.
5. Talley NJ, et al. 1991.
6. Thomson S, et al. 1996.
7. Hyams JS, et al. 1996.
8. Atoba MA, et al. 1988.
9. Mendall MA, at al. 1998.
10. Wingate DL, et al. 1998.
11. Moore J, et al. 1998.
12. Blanchard EB, et al. 1990.
13. Drossman DA, et al. 1991.
14. Drossman DA, et al. 1988.
15. Kane SV, et al. 1988.
16. Smart HL, et al. 1986.
17. Richter JE, et al. 1989.
18. Whorwell PJ, et al. 1986.
19. Guthrie E, et al. 1991.
20. Houghton LA, et al. 1996.
21. Gralla RJ, et al. 1998.
22. Talley NJ, et al. 1990.
23. Von der Ohe MR, et al. 1994
ishal

İshal
İSHAL NEDİR ?

İshal, bebeklerde en sık görülen hastalıklardan biridir. Vücuttan aşırı su ve mineral kaybına neden olan ishalin ana belirtileri sulu dışkı ve kusmadır. Bu, sonuçta ciddi bir durum olan dehidrasyon'a (sıvı kaybına) neden olabilir. Bununla beraber dehidrasyon (sıvı kaybı) aşağıda tarif edilen basit yöntemlerle önlenebilir ve tedavi edilebilir.

İshalin bir diğer sonucu da ciddi vakalarda gelişme geriliğine yol açan besinlerin iyi sindirilememesi durumudur.

Bu durumu doğru besleme önleyecektir.

İSHAL NASIL TEDAVİ EDİLİR ?

1. Her zaman verdiğinizden daha çok su verin (içirin).

Bebeğinizin dışkısının sulu veya kanlı olması durumunda yapılacak en acil şey, çocuğunuza bol sıvı vermektir. Bu; ishali durdurmak için değil, kaybolan suyu yerine koymak içindir.

2. Bebeği beslemeye devam edin.

Eğer bebeğinizi emziriyorsanız, yapabileceğiniz en iyi şey, daha sık emzirmektir. Bebeğinizi emzirmiyorsanız, eczaneden (doktorunuzun tavsiyesi ile) alabileceğiniz ishal maması yedirin. Şiddetli ishallerde, kaybedilen sıvı ve minerallerin yerine konması amacıyla, tuz-şeker çözeltisi (ORS) içirin. Bu çözeltiyi, ANA ÇOCUK SAÄžLIÄžI MERKEZİNDEN ücretsiz alabileceğiniz poşetteki tozu, evinizde bir litre suda eriterek hazırlayabilirsiniz.

İshal olan bebeğinizi, az az ve sık sık besleyiniz. Bebeğinizin ishali bitince, yavaş yavaş eski gıdalarına başlayınız.

3. Bebeğinizi doktora götürün.

Eğer bebeğinizin durumu üç günde düzelmezse veya aşağıdaki belirtilerden biri görülürse; bebeğinizi yeniden doktoruna götürün.

* Sık olarak sulu dışkılama,

* Özellikle sulu dışkı ile beraber tekrarlayan kusma,

* Aşırı susama,

* Çökmüş gözler,

* Ateş,

* İştah kaybı,

* Dışkıda kan olması.

Birçok vakada doktor şeker-tuz çözeltisi olan ORS önerecektir. Bu çözelti, normal sudan daha iyi emildiğinden vücut sıvı ve mineral kaybını telafi etmede daha etkili olacaktır.

DOKTORA DANIŞMADAN BEBEÄžİNİZE

İSHAL KESİCİ İLAÇ VERMEYİNİZ...

İSHAL OLAN BEBEÄžİNİZİN ÇABUK İYİLEŞMESİ NASIL OLUR?

İshal olan birçok bebek normalde çabucak iyileşir. Bebeğin ihtiyacına uygun kaliteli besinler ve iyi bir bakım bebeğinizi sağlıklı tutacak ve uygun büyüme- gelişmeyi sağlayacaktır. İshal riskine karşı, kişisel ve ev hijyenine özen gösterilmesi, en önemli korunma faktörüdür. Bebeğin beslenmesinde kullanılan araç-gereç temiz tutulmalıdır. Bebeğin maması hazırlanmadan ve bebeği beslemeden önce eller iyice yıkanmalıdır. Bebeğin besinini hazırlarken, kaynatılıp soğutulmuş içme suyu kullanmalısınız.
igantizm dev hastalığı

Tanım

Akromegali gibi jigantizm de büyüme hormonunun aşırı salgılanmasından meydana gelir. Bu iki hastalık arasındaki fark yaştır. Jigantizm gelişme çağındaki kişilerde yani gençlerde ortaya çıkar. Nadiren görülen bu hastalık akromegaliye çok benzer. Ancak jigantizmde büyüme hızlanır ve erişkinlikte aşırı uzun boy ortaya çıkar.

Nedenleri,Görülme sıklığı,Risk faktörleri

Tıpkı akromegalideki gibi jigantizm ( devlik ) in de oluşma nedeni, büyüme hormonu salgılayan hücrelerde oluşan bir urdur.

Belirtiler Boy uzaması aşırıdır Ergenlik belirtileri ve beden kılları normaldir Baş ağrıları Görme bozuklukları Kafa ve yüzde bozukluğa rastlanmaz İç organlar büyümüştür Eller ve ayaklar uzamış ve irileşmiştir


Tanı/Teşhis

Teşhis belirtilere ve tamamlayıcı muayenelere dayanır. İlk fark edilen dış görünümdeki değişikliklerdir. Boy çok uzundur. Ailenin öteki üyelerinin boyu normalse, hastanınki daha çok dikkati çeker. Ergenlik belirtileri ve beden kılları yaşa uygundur. Sorulduğunda çocuğun boyunun yakın zamanda anormal biçimde uzadığı öğrenilir. Röntgende hipofiz bezinde büyüme olduğu görülür. Akromegalide olduğu gibi hormon seviyeleri ile ilgili testlerin yapılması teşhis açısından yararlıdır.

Tedavi

Tedavi akromegali ile aynıdır (ameliyat, ilaç tedavisi ). Tedaviye yeterince erken başlanırsa oldukça iyi sonuçlar alınabilir.
Kabızlık

KRONİK KABIZLIK


Kabızlık terimi; az miktarda,sert kıvamda,seyrek ve güç dışkılama olarak algılanabilir.Dışkılamada güçlük,dışkılama sonrası boşalmamışlık duygusu gibi normal süre ve kıvamda dışkılama olmasına rağmen bazı hastalar tarafından yanlışlıkla kabızlık olarak değerlendirilip kendince , bilinçsizce tedaviye başlayan bir çok kişi vardır.Bu şekilde yanlış tedavi ile sonradan ciddi sorunlar doğabilir.

Kabızlık bir belirtidir,hastalık değildir.Ancak bu belirtiye yol açan çok sayıda organik hastalık olduğu unutulmamalıdır.

Kabızlıkta dışkının niteliği sert olmasıdır.Diğer niteliği dışkılama miktarıdır.Toplumlara,bireylere ve yiyeceklere bağlı olarak değişmekle birlikte;haftada 3 ve daha az dışkılama sert ve zor dışkılama ile birlikte alındığında kabızlık olarak değerlendirilebilir.

Normal dışkılama mekanizması :

İnce barsaklardan yarı sıvı kıvamda kalın barsağın ilk kısmına gelen barsak içeriğini kalın barsakta suyunun emilerek dışkının normal kıvamı oluşmağa başlar.Kalın barsağın 3 türlü hareketi vardır.

1-Barsak içindeki materyalin suyun emilmesini arttırıcı olarak boğumlardan kasılması

2-Suyun emilmesini devam ettirici ileri-geri kısa harketler.

3-Dışkının kalın barsak içerisinde ilerlemesini sağlayan solucanımsı (ileri-itici)hareketler.

Bu işlemler sonucunda kıvamı koyulaşan gaita,son barsağın üst kısmına gelip burada depolanır.Genellikle yemeklerden sonra gastroenterik reflex ile gaita son barsağa doğru itilir.Son barsak içinde birikmeğe başlayan gaita,son barsak duvarını gererek dışkılama ihtiyacı meydana getirir.Son barsak kaslarının,karın içi adelelerin kasılması ile dışkılama meydana gelir.Özetle kabızlık 3 mekanizma ile meydana gelir.

1-Kalın barsağın ilk kısmına ulaşan materyalin azlığı (açlık ve posa bırakmayan diyetle beslenme sonucunda böyle olur)

2-Kalın barsağın dışkıyı ileri doğru iten hareketlerin azalması (bazı nörolojik hastalıklarda olduğu gibi )

3-Dışkılama mekanizmasının bozulması (son barsak ve anüse organik,nörolojik,psikolojik nedenlerle dışkının dışarı atımını engelleyen olaylarda olduğu gibi)

Kabızlığın nedenleri :

Doğuştan olma bozukluklar,kültürel,psikolojik,çevresel faktörler,dışkılama ihtiyacının uygun koşullar olmadığı için baskılanması barsakta gaitanın ilerlemesini zorlaştıran hastalıklar,yaşlılarda uygun dışkılama pozisyonunu engelleyen bozukluklar,eklem sorunları,parkinson hastalığı gibi bazı nörolojik hastalıklar,hareket azlığı kabızlık nedeni olabilir.Kullanılan bazı ilaçlar da ,kabızlık nedeni olabilir.

Bu saydığımız nedenler dışında ülkemizde ve batı dünyasında en sık kabızlık nedeni; barsak sağlığı yönünden yanlış beslenme sonucunda gelişen kabızlıktan kurtulmak için alınan ve bir müddet sonra alışkanlık yapan bir çok kabızlık ilaçlarının yanlış ve uygunsuz kullanımıdır.

Kabız olduğunda ne zaman doktora görünülmelidir?

Uzun süre kabızlık çeken kişiler nedenini belirlemek amacıyla doktora baş vurup bazı tetkikler yaptırmalıdır.Bunun dışında dışkılama alışkanlığında yeni meydana gelmiş bir değişiklik,kilo kaybı,şiddetli karın ağrısı veya dışkılama ile birlikte kan gelmesi halinde hemen doktora başvurulmalıdır.Bu belirtiler çok ciddi bir durum belirtisi olabilir.Guatr bezi hastalığı ve şeker hastalığında da dışkılama alışkanlığı değişebilir.

Kabızlığı olanlarda ne gibi testler yapılmalıdır?

Önce problemin şiddeti belirlenmeye çalışılmalıdır.Fizik muayene ,laboratur testleri yapılmalıdır.Kalınbağırsak filmi veya rektoskopik tetkikler istenebilir.Tüm kalın barsağın değerlendirilebildiği kolonoskopi denilen ışıklı,kıvrılabilen bir cihazla kolonoskopi yapılabilir .Bu şekilde polip(barsak içinde küçük veya büyük"ben'e"benzeyen oluşumlar)veya tümörler saptanabilir.

Kabızlık problemi nasıl çözümlenir?

Düzenli yemek yemek ,sağlıklı yiyecekler ve yeterli miktarda sıvı alınmalıdır.Düzenli egzersiz zengin lifli gıdalarla beslenmek ,kısaca özetlemek gerekirse günde 6-8 bardak su ya da sıvı ,fiziksel hareket ,bol lifli diyet.



Lif nedir?

Lif bitkisel yiyeceklerin sindirilmeyen kısımlarıdır.2 çeşit lif vardır.Suda eriyen ve erimeyen.Suda eriyen lifler kalın barsaktaki bakteriler tarafından sindiriler.Yulaf kepeği suda eriyen liflere örnektir.Kan kollestrolünü düşürmede yardımcıdır.Suda erimeyen lifler kabızlık için en iyileridir.Buğday kepeği ,tahıl taneleri ve elma ,armut gibi çeşitli meyvelerin kabukları örnek olarak verilebilir.



Lif niçin önemlidir?

Lifler gaitanın hacmini arttırır.Lifler su tutarak gaitanın miktarını ve su içeriğini arttırırlar.Bu şekilde kalın barsak içerisindeki materyelin barsk boyunca hareketini arttırarak yardımcı olurlar.

Lifi nereden alabilirsiniz ve ne miktarda almalıyız?

Uygun bir hareketi için günde 30-35 gr lif alınmalıdır.Liften zengin bir çok yiyecek vardır.Meyva ,sebzeler ,kepekli undan yapılmış ekmek en mükemmel örnekleridir.Beyaz pirinç yerine kahverengi pirinç kullanılmakdır.Kepek büyük bir lif kaynağıdır .Çeşitli doğal tahıl ürünlerinde bolc bulunur .Diğer yiyeceklere karıştırılarak hazır kepek yenebilir.

Sabahleyin aç karna birkaç adet kuru kayısı ,kuru incir veya kuru erik üzerine 2 bardak su içildikten sonra yapılacak bol bir kahvaltı sonrası tuvalet ihtiyacı olsun ya da olamsın tuvalete gidip 10-20 dk oturulmalıdır.Bu şekilde sağlanabilinicek bağırsak alışkanlığı uzun süreli rahatlatıcı olacaktır.Birey hergün sabahları bu dışkılama girişimine zaman ayırılmalıdır.Bu dışkılama eğitiminde gençlerde daha iyi neticeler alınmaktadır.Ozmotik dışkılatıcılar (Magnezyum tuzları sodyum fosfat,laktiloz bu gruptandır)emniyetle uzun süre kullanılabilir.Barsak hareketlerini uyarak dışkılama meydana getirenler piyasada birçok tablet ya da draje şeklinde hazır olarak bol miktarda tüketilmektedir.Elektronik bozuklukları,kemik erimesi ,protein kaybı ve bağımlılık yapabilirler.Bazıları uzun süre kullanıldıklarıda barsak mukozasında pigment birikimine neden olarak melanosis koli adı verilen oluşuma yol açabilirler.Özellikle barsak hareketlerini arttıracak etki gösteren dışkılatıcılar barsak duvarı içerisindeki sinirlerin harabiyetine yol açar.Arkasından kolay kolay düzelmeyen şiddetli kabızlık meydana gelmektedir.

Sıvı vazelin,mineral yağlar,ağzından veya lavman yoluyla verilebilir.Şiddetli kabızlıkta özellikle karında şişkinlikte mevcutsa lavman ile barsak boşaltılmaya çalışılmalıdır.
kala azar

L.donovani’nin rezervuarları insan, köpek ve kemiricilerdir. İnsanlara tatarcık ile bulaştırılır.

1. Leptomonas (Promastigot) : Tatarcıktaki kamçılı form (Şekil-48,49)

2. Leishmania (Amastigot) : İnsandaki kamçısız form





Patogenez

Kala-Azar bir RES hastalığıdır. Kemik iliği, dalak ve karaciğer en çok etkilenen organlardır. Bu nedenle anemi, lökopeni ve trombositopeni, sonuçta da sekonder infeksiyonlar ve multipl hemorajiler gelişir. Aşırı RES uyarımı, poliklonal B lenfosit yanıtı ile sonuçlanır. Üretilen çok miktarda kalitesiz, koruyuculuğu olmayan IgG yapısındaki antikorlar nedeniyle hipergammaglobülinemi, karaciğer disfonksiyonuna bağlı hipoalbüminemi gelişir. Tüm RES organlarında makrofaj proliferasyonuna ve dalakta KK sekestrasyonuna bağlı hipertrofi görülür. Bunlardan en çok etkileneni dalak olup, hastalığın karakteristiği olarak dev boyutlara ulaşır. Kronik Miyeloid Lösemi ile birlikte dalağı en çok büyüten hastalıktır.





Klinik Tablo

L İlk belirti, tatarcığın sokma yerindeki krut bırakan nodüldür. Çoğu olguda başka belirti yoktur. Bazı olgularda üşüme, titreme ile ateş yükselmesi ve terleme periyodları ile malarya benzeri bir başlangıç periyodu gelişebilir. İmmün defektiflerde ise manifest infeksiyon gelişir. Karaciğer ve lenf bezlerinde büyüme görülür. Dalak çok büyük, yumuşak ve ağrısızdır. Doğru tanı konmayan ve tedavi altına alınamayan olgularda; persistant ve günde iki kez yükselen intermittant ateş, anemi, asteni, gece terlemesi ile süregen bir kilo kaybı ve kaşeksi gelişir. Hastaların cildinde, persistant irritasyon ve cilt tutulumu sonucunda pigmentasyon artışı görülür (post-Kala-Azar dermal Leishmaniosis). Birkaç hafta, ay veya yılda hasta kaybedilir. En sık ölüm nedenleri; noma, kanama diyatezi (epistaxis), bronşit, pnömoni, sepsis, menenjit gibi sekonder infeksiyonlardır.





Laboratuvar Bulguları

G Anemi, pansitopeni, nötropenik lökopeni, sedimantasyon >100 mm/saat (g globulin artışı nedenli), proteinüri, hematüri sık bulgulardır. Serum IgG düzeyleri poliklonal olarak çok artmış, hipergammaglobulinemi gelişmiş ve albümin azalmıştır. Bu aşırı globulin artışı; hasta serumuna bir damla Formalin damlatılınca serumun katılaşması ile gösterilir (Formol-Jel Testi).

Hastanın lökosit tabakasından (Buffy-coat), burun kazıntısından, varsa cilt lezyonlarının aspirasyonundan veya en iyisi dalak aspirasyon biyopsisi (>%95), kemik iliği aspirasyonu (% 60-80) ve lenf bezi biyopsisi materyallerinden Giemsa yöntemiyle yapılan boyamalarla etkenin Leishmania formları lökositler, epiteloid hücreler ve makrofajlar içinde tipik Leisman-Donovan Cisimcikleri halinde (Donovan Cisimciği değil, Bknz.Calymmatobacter granulomatis) görüler. Biyopsi materyallerinin NNN besiyerine (tavşan kanlı agar, Nicolle-Mc Neal-Novyi) ekim yapılır, 10-20 gün içinde üreme gerçekleşir. Karaciğer transaminazları ve alkalen fosfataz yüksektir. Cilt testleri negatif sonuçlanır.





L Tedavide kullanılan ilaçlar: Modern bir tedavisi bulunamamıştır.

1. Beş Değerli Antimon Bileşikleri (SbV):

Ä Glucantime Ä Pentostam Ä Neostibosan

[SbV türevleri ile tedavi çok güvenilir değildir, % 2-8 nüks görülür]

2. Pentamidin (SbV etkisiz ise)

3. Amfoterisin-B

4. Allopurinol (SbV ile kombine edilir)

M Post-mortem inceleme materyali kemik iliğidir.

M Cilt lezyonları yayılma riskini arttırır.

M İyileştikten sonra immünite kalıcı özelliktedir.





] Afrika Uyku Hastalığı; Trypanosoma gambiensa ve T. rhodesiense tarafından oluşturulur, çeçe sineğinin ısırması ile geçer, kanda direkt mikroskopi ile hareketli halde görülür. İleri dönemlerinde meningoensefalit (Uyku Hastalığı) gelişebilir ve BOS'da saptanabilir. Pentamidin ile tedavi edilir.





] Chagas: Trypanosoma cruzi'nin kenelerle veya kene dışkısı ile kontamine haldeki ellerle gözleri kaşıma ile bulaşır. RES, miyokard ve M.S.S.'ye yerleşir. Önce gözlerde Chagoma'ya yol açar (Romana Belirtisi), sonra kalp ve M.S.S. belirtileri verir. En sık ölüm kalp yetmezliğindendir. Sinir sistemi (submukozal, Auerbach pleksusu) tutulumları sonucunda megakolon ve megaözofagus gelişmektedir. Chagoma, kan, K.İ. ve lenf bezinden etken izole edilebilir. Endemik bölgede Ksenodiagnoza gidilebilir (vektörde etken aranması). Etkin tedavisi yoktur. Nifurtimoks denenebilir.
Kamburluk kifoz


Çocukların kambur duruşu ailelerin başlıca sorunlarından biridir. Bununla beraber sırttaki eğim çoğunlukla normaldir. Kifozis veya kamburluk denince sırttaki eğimin aşırı derecede olması anlaşılır.

Kifoz değişik nedenlerle gelişir. Gevşek bir biçimde oturma-yürüme, kötü duruş pozisyonu omurgadaki bağları gerer ve bu da zamanla omurganın doğal eğiminin artmasına neden olur. Bu duruşa bağlı kifoz genellikle buluğ çağında gelişir. Ağrı nadirdir. Bu durumda karın sırt ve bacak adelelerinin geliştirilmesi tablonun ilerlemesine engel olur, sınırlı da olsa düzelme sağlar.

Bir diğer tip yaşlılıkta ortaya çıkan osteoporoza bağlı kamburluktur. Osteoporozda kemikler zayıflar ve incelir. Her omurun diğeri üzerine baskısı sonucu ağırlığın fazla bindiği omur gövdesinin ön kısım yüksekliği azalır ve kamburluk oluşur.

Yukarıda anlatılan fonksiyonel (veya gelişimsel) kamburluklara göre daha ciddi kamburluklar doğumsal veya hastalıklara bağlı gelişebilir.

Doğumsal kifoz

Bazı çocuklarda omurga yapısı doğumsal olarak anomalilere sahiptir. Omurlar arasında kaynamalar, yapışıklar çocuk büyüdükçe ilerleyen kamburluklara neden olur. Bu tür kamburluklar hemen doğumda da görülebilir. Bu tür kamburluklar çok hızlı ve ciddi biçimde artarlar.

Cerrahi tedavilerle, ilerlemeyi engelleyip düzelme sağlanabilir. Ancak genelde çocuklarda bir boy kısalığı kaçınılmazdır.

Scheuermann kifozu

Scheurmann kifozu bu hastalığı ilk tanımlayan Danimarka’lı radyoloğun adı ile anılmaktadır. Omurların büyüme kıkırdaklarının ön kısmında büyüme yavaşlar, arka bölüm ise büyümesini normal sürdürür. Sonuçta omurlarda kamalaşma, üstüste bindikleride ciddi kamburluk oluşur. Duruş kifozuna benzer şekilde 10 yaşlarında farkedilmeye başlar. Genellikle ağrısızdır fakat görünüş bozukluğuna neden olur. Duruş bozukluğu kifozu ile Scheuermann kifozu arasındaki fark rontgenle tanınır. Duruş bozukluğu kifozunda omurgalar ve diskler normal biçim ve görünümdedir. Scheuermann kifozunda ise omurlarda kamalaşma vardır. Genellikle sırt nadiren bel omurlarında da görülür.

Omurdaki eğim 50 derece ve üzerinde ise anormal olarak kabul edilir. Çocuklar büyüdükçe eğimde artar. İyi bir eksersiz programı ağrı olduğunda ağrı kesiciler ve istirahat önerilir. Çocuk büyüme periyodunda ise bazen bir korse ile büyüme periyodunun sonuna kadar eğimin artması önlenmeye çalışılır. Eğim 75 dereceyi geçtiğinde cerrahi tedavi önerilir. Cerrahi, eğimin düzelmesini ve ilerlemsinin önlenmesini sağlar.
kan kültürü

Alternatif isimler

Hemokültür.

Tanım

Bakteriyemi yani kanda hastalığa neden olabilecek mikroorganizmaların bulunduğunu göstermek amacıyla uygulanan labaratuvar testine hemokültür denir.

Testin yorumlanması

Kanın alınması sırasında ortamın steril olmasına özen gösterilmişse kan kültüründe bakteri üremesi her zaman bir hastalığın bulunduğunu gösterir.

Önlem/Kaçınma

Olanak varsa, antibiyotik tedavisinin kan örneği alınmadan önce başlatılması.

Olanak varsa, kan örneğinin ateş yükselmesi ve titremenin olduğu zamandan biraz önce alınması

Testin uygulanması Kan alınacak toplardamar belirlenir. Kan alınacak bölge iyot çözeltisi ile dezenfekte edilir. Kan bakterilerin üremesi için gerekli besin maddeleri içeren özel şişelere yerleştirilir. Kan örneği hemen laboratuvara gönderilir.

Uygulama Alanları : Septisemi ya da bakteriyemi kuşkusu Septik şok Ağır hipotermi (vücut sıcaklığının normalin altına düşmesi) Sürekli yüksek ateş Nedeni saptanamayan ateş Salmonella typhi’nin yol açtığı enfeksiyon kuşkusu
kan uyuşmazlığı

Kan Uyuşmazılığı

"Kan uyuşmazlığı" genel kanının aksine, karı koca arasında değil, gebelik döneminde anne ile karnındaki bebeği arasında söz konusu olabilen normal dışı bir durumdur. Hangi kan grupları arasında ve nasıl bir uyuşmazlık olduğunu anlatmadan önce kan gruplarını tanımlamak gerekir. Kanımızda oksijen taşımakla görevli kırmızı kan hücrelerinde bulunan proteinler esas alındığında klasik olarak dört ana kan grubu tanımlanır: "A", "B", "AB" ve "O" grubu .. Bir de "Rh" söz konusudur. Birey, "D" proteinine sahipse Rh pozitif (+), değilse Rh negatif (-) olarak ifade edilir. Rh (-) kişilerin vücudunda D proteini hiç yoktur ve bağışıklık sistemi için tamamen yabancı bir maddedir.

Normal koşullarda hamilelik döneminde anne ve bebeğin kanları birbirine karışmadan plasenta (eş) aracılığıyla oksijen, karbondioksit ve besi öğelerinin karşılıklı alışverişi gerçekleştirilir. Anne Rh (-), bebek Rh (+) ise ilk gebelikte herhangi bir sorun olmaz. Bebek doğarken zedelenen damarlardan bir miktar bebek kanı, Rh (-) annenin kanına karışabilir. Böylece annenin bağışıklık sistemi tamamen yabancısı olduğu bir proteinle, "D" proteini ile tanışır ve ona karşı tepki geliştirir. O maddeyi tanımadığı için yok etmek ister. Beyaz kan hücrelerinin D proteinini yok etmek üzere ürettiği -o maddeye özgü- sıvısal maddeleri (antikorlar) kullanarak hedefine ulaşır. Annenin kanında bir tane bile bebek kan hücresi kalmaz, tümü yok edilir. Bu savaş sona erdiğinde geriye "anti-D antikorları" adı verilen sıvısal maddeler ve bunları gereksinim duyulduğunda her an yeniden üretebilecek akıllı beyaz kan hücreleri kalır. İkinci gebelikte çocuk eğer yine Rh (+) kana sahipse annenin kanında hazır bulunan bu sıvısal maddeler (antikorlar) kolayca plasenta (eş) engelini aşarak anne karnındaki bebeğin kanına karışırlar. Bebek kırmızı kan hücreleri yok edilmeye başlanır. Çocuğun kemik iliği, karaciğer ve dalağı yok edilen kırmızı kan hücrelerinin yenilerini üretir ve eksilen kanı yerine koyar. Bu aşırı kırmızı kan hücresi yıkımı ve yapımı sürecinde "bilirubin" adı verilen ve fazlası zararlı olan bir madde açığa çıkar, bebekten anneye geçer, annenin karaciğeri tarafından yok edilir. Bebeğin karaciğeri henüz bu maddenin tümünü zehirsizleştirebilecek kadar gelişmemiştir. Eğer üretilen kırmızı kan hücresi miktarı yok edilenden az olursa sonuçta bebek ağır bir kansızlığa maruz kalır, hatta ölebilir. Eğer arada bir denge varsa bebek bir ölçüde kansızlıkla doğar veya sağlıklı olarak dünyaya gelir. Sorun asıl o zaman belirginleşir. Çünkü kan hücreleri hala parçalanmakta, yenileri yapılırken gereken maddeler anneden temin edilememekte, çocuk kendi depolarını kullanmaktadır. Üstelik açığa çıkan sarı boyar madde niteliğindeki "bilirubin" bebeğin karaciğeri tarafından yeterince vücuttan uzaklaştırılamamaktadır. Kanda belli bir düzeyi aşan "bilirubin" göz aklarına, cilde ve sonunda asıl zararını gösterdiği beyin ve sinir sistemine yerleşerek yaşamı tehdit etmektedir. Yenidoğan sarılığının ağır şekillerinde, tedavi edilmeyen çocuklarda adalelerin sertleşmesi, zeka geriliği gibi kimi geri dönüşümsüz sinir sistemi bozuklukları meydana gelmektedir.

Yenidoğan sarılığı olan bebeklerde sarı boyar madde "bilirubin"i vücuttan daha kolay uzaklaştırmak için belli bir dalga boyundaki ultra viyole ışınları kullanılmaktadır. Bebeklerin uygun sıcaklık ortamı sağlayan küvöz ya da yataklarda ultra viyole ışığıyla tedavisine "fototerapi" denir. Yeterli olmadığında bebeğim göbek kordonundan takılan bir sistemle, uygun bir Rh (-) kanla "kan değişimi" işlemi gerçekleştirilerek yaşamsal tehlike atlatılır. Geç kalınan durumlarda araz kalması olasıdır. Körlük, şaşılık, sağırlık, felç gibi ..

Mademki kan uyuşmazlığı ve sonuçları bu kadar ağır olabiliyor, o halde Rh (-) anneler için koruyucu bazı önlemler alınması gereklidir. Bir anne adayı eğer Rh (-) kana sahipse, ilk doğum, kürtaj ya da düşüğünden hemen sonra, bebeğinden kendisine o anda geçmiş olabilecek Rh (+) bebek kan hücrelerine karşı annenin bağışıklık sisteminde tepki oluşmadan önce girişimde bulunulmalıdır. Bunun için özel olarak hazırlanmış bir serum vardır: "Anti-D İmmun Globulin". Bu madde doğumdan (ya da düşük veya kürtajdan) hemen sonra anneye kaba etten iğne şeklinde yapılmalıdır. "Anti-D İmmun Globulin" kana karışır, bebekten geçmiş olan Rh (+) kan hücrelerini derhal yok eder. Annenin bağışıklık sistemi ne olduğu anlamadan işlem tamalanır. Bir süre sonra "Anti-D İmmun Globulin" doğal ömrünü tamamlar ve kanda yok olur. Oysa anne kendisi "antikor" geliştirmiş olsaydı bu sıvısal madde uzun süre kanda kalacak, gerekirse onu yeniden üretebilme yeteneği olan beyaz kan hücreleri tarafından eksikliği tamamlanacaktı. Pasif olarak verilmiş olan "Anti-D" için eksikliğin tamamlanması diye bir konu söz konusu değildir. Zamanla yok olan "Anti-D İmmun Globulin" bu sayede annenin sonraki hamileliklerinde çocuk için bir sorun oluşturamaz. Yalnız unutulmaması gereken bir konu bu immun globulinin herbir gebeliğin son bulumunda yeniden uygulanmasının gerekliliğidir. Kan uyuşmazlığı genel olarak ilk bebekte sorun oluşturmaz. Sonraki Rh (-) çocuk için zaten bir problem yoktur.

Rh uygunsuzluğu kadar ağır seyretmese de "kan grupları" arasında da uygunsuzluk söz konusu olabilir. Genellikle annenin "O" bebğin "A", "B" veya "AB" olduğu durumlarda meydana gelir. Farklı mekanizmalarla ama aynı aynı prensiplere dayanan süreçler yaşanır. Fakat daha seyrek olarak yaşamı tehdit eden boyutlara ulaşır.

Sonuç olarak Rh (-) olan annelerin Rh (+) doğabilecek çocukları için önceden hazırlıklı olunmalıdır. Eğer anne ve baba her ikisi de Rh (-) iseler genetik kurallarına göre Rh (+) bebekleri olamaz. Eğer anne Rh (-), bab Rh (+) ise çocuk Rh (-) de olabilir, Rh (+) de. Bu genel bilgi de göz önünde bulundurulmalı, doğum sonrası bebek kan grubu tayin edilmelidir. Anne Rh (-), bebek de Rh (-) ise uygunsuzluk yoktur, anneye anti-D immun globulin yapmak gerekmez. Annenin Rh (+) olduğu durumlarda çocuğun Rh'ı ne olursa olsun Rh uygunsuzluğu olmaz. Eğer anne ve baba her ikisi de "O" grubu kana sahiplerse çocukları mutlaka "O" grubu olur. Bu durumda anne ve bebek arasında grup uygunsuzluğu olamayacağı açıktır. Anne "O", baba "A" ise çocuk "O" veya "A"; anne "O", baba "B" ise çocuk "O" veya "B"; anne "O" baba "AB" ise çocuk "A" veya "B" olur ama "O" veya "AB" olamaz. Annenin "A" ya da "B" olduğu, çocuğun "B" ya da "A" olduğu durumlarda uyuşmazlık nadirdir, hafif seyreder. Ayrıca bazı alt kan grubu uygunsuzluklarında, hatta hiçbir uygunsuzluğun olmadığı kimi sıra dışı durumlarda kan uyuşmazlığıyla benzer klinik tablolar görülebilir, yenidoğan sarılığı meydana gelebilir.

Sağlıklı bir bebek dünyaya getirmek için gebelikte sağlıklı ve düzenli izlem ön koşuldur. Anne baba adayları, kadın hastalıkları ve doğum uzmanı ile çocuk sağlığı ve hastalıkları uzmanı arasında işbirliği bu sürecin temelini oluşturmaktadır. Uygun bir gebelik yönetimi ve doğuma uzman gözetiminde hazırlık, kan uyuşmazlığı gibi yaşamsal bir sorunun bile kolaylıkla halledilmesini sağlayacaktır.
kancalı kurt



Parazit adı verilen küçük canlılar tarafından meydana getirilen ve cilt, ince barsaklar ve akciğerleri etkileyebilen hastalıklardır. Necator americanus, Ancylostoma duodenale, Ancylostoma ceylenicum ve Ancylostoma braziliense adı verilen parazitler hastalığa neden olabilir. İlk iki parazit sadece insanlarda son ikisi ise hem insanlarda hem de hayvanlarda hastalık yapabilir. Bu yazıda ilk iki tür üzerinde durulacaktır. Kancalı kurt hastalığı son derece yaygındır ve nemli tropikal ve subtropikal bölgelerde yaklaşık olarak 700 milyon insanı etkilemektedir. Dünya genelinde günde 700 milyon insandan ortalama 7 milyon litre kan emmektedirler.

Özellikle gelşmekte olan ülkelerde çocuklarda meydana gelen kancalı kurt enfeksiyonu sonucu normalde ölümcül olmayan bir çok hastağa karşı çocukların direnci düşmekte ve ölüm meydana gelebilmektedir.

Her iki türün de uzunluğu ortalama 10 mm civarındadır. Kancalı kurtlar açık pembe veya pembemsi beyaz renktedirler. Baş ev gövdeleri ters yönlere doğru bükülüdür. Erkeklerinde yelpaze şeklinde (başka parazitlerde olmayan) keseleri vardır. Döllenmiş bir dişi, 60 x 40 mikrometre boyutlarındaki yumurtalarından günde 10.000-20.000 arasında yumurtlayabilir. Kancalı kurtlar 30 oC güney ve 45 oC kuzey enlemleri arasında bulunurlar.

Hastalık; ılık, nemli ve oksijenli toprakta gelişen yavru kancalı kurtlarla (larva) deri yoluyla bulaşır. Cilde giriş yerlerinde kaşıntılı bir kızarıklık meydana gelebilir. Özellikle kapalı ve kalabalık topluluklarda daha sıktır.

Deriden kan damarlarına geçen kancalı kurtlar akciğerlere ulaşabilirler. Akciğerlere ulaştıklarında küçük hava yollarına giderek öksürüğe neden olabilirler. Öksürük sırasında yukarı doğru çıkan larvalar yutularak sindirim sistemine geçerler. Bu sayede ince barsaklara yerleşen larvalar (yavrular ?) gelişimlerini tamamlayarak yetişkin (olgun) kancalı kurt haline gelirler. Olgun ve yavru larvalar dışkı ile dışarı çıkarlar.

Deriye giriş yerinde meydana gelen şişlik, kızarıklık ve kaşıntı, genelde Necator americanus paraziti ile meydana gelir ve allerjik bir olaydır. Aylarca devam edebilir.

Belirti ve bulgular

- Bu parazitin bulunduğu kişilerde genelde belirti ve şikayet bulunmaz, çünkü sayıca azdırlar. Bununla birlikte zaman içerisinde ileri derecede demir eksikliği anemisi (kansızlığı) meydana gelebilir.

- Akciğer tutulumunda: öksürük, hırıltılı solunum ve hafif bir ateş ortaya çıabilir. Genelde hafif seyreder.

- Sindirim sistemi tutulumunda: şiddetli hastalık durumunda iman tahtasının aşağı kısmında şiddetli ağrı ve barsak hareketleirinin artışı dikkat çekicidir. Sürekli kan emileceğinden kansızlık ve albümin eksikliği meydana gelebilir. Meydana gelebilecek diğer şikayetler: iştah kaybı, ishal, solukluk, halsizlik, dışkıda yumurta ve kan görülmesi, ağızdan kanlı salya gelmesi.

Tanı

Hastanın taze dışkısının mikroskopla incelenmessonucu eğer parazit yumurtaları görülebilirse tanı konur.

Bu hastalıkta D-xylose testinin sonuçarı da değişebilir.

Korunma

Özellikle kanalizasyon sisteminin ve genel çevre hijyeninin iyileştirilmesi gerekir.

Tedavi

Hastalığın tedavisinde pyrantel pamoate ve mebendazole etken maddeli ilaçlar son derece etkilidir. Ayrıca meydana gelen kansızlık ve beslenme yetersizliği gibi durumların da tedavi edilmesi gerekir.
karaciğer büyümesi hepatomegali

Alternatif isimler

Hepatomegali , hepatosplenomegali

Tanım

Karaciğerin büyümesidir ( hepatosplenomegali ise karaciğer ve dalağın her ikisinin büyümesidir ).

Doktorunuza başvurun

çoğunlukla doktor tarafından tanınır , kişi bu belirtinin farkında olabilir veya olmayabilir

Nedir

Karaciğer normalde ele gelmez.

Genel olarak enfeksiyonlar ( viral ve bakteryel ) , parazitler , tümörler , anemiler , toksik durumlar , depo hastalıkları , kalp yetmezliği , konjenital kalp hastalığı ve metabolik bozukluklar karaciğer büyümesine neden olabilirler.

Sık rastlanan nedenleri alkolizm hepatit A hepatit B konjestif kalp yetmezliği lösemi nöroblastom Reye sendromu karaciğer kanseri Niemann-Pick hastalığı herediter fruktoz entoleransı tümör metastazları glikojen depo hastalığı primer bilyer siroz sarkoidoz sklerozan kolanjit hemolitik üremik sendrom

NOT : Karaciğer büyümesinin başka sebepleri de vardır. Bu liste hepsini içermemektedir. Sebepler hem kişinin yaşı , cinsiyeti hem de belirtinin özelliği , zamanı , kötüleştiren faktörler , iyileştiren faktörler ve beraberindeki şikayetler gibi spesifik karakterleriyle değişiklik gösterebilir.

İlk yaklaşım

doktorunuza danışın.

Muayene sırasında sorulabilecek sorular

Tıbbi hikaye alınır ve fizik muayene yapılır.

Tıbbi hikaye soruları şunları içerebilir : zamanı ne zamandan beri karnınızda bir kitle veya büyüme hissediyorsunuz ? özelliği karaciğer ne kadar büyümüş ?

diğer başka belirtiler var mı ? karın ağrısı oldu mu ? sarılık oldu mu ? kusma oldu mu ?

Tanısal testler şunları içerebilir : karın
Sayfalar: 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41