:: Duygusuz.com - Dostluk ve Arkadaşlık Sitesi

Orjinalini görmek için tıklayınız: Uhud’daki "gül" Aşki ...
Şu anda (Arşiv) modunu görüntülemektesiniz. Orjinal Sürümü Görüntüle internal link
UHUD’DAKİ "GÜL" AŞKI

Uhud Gazası, Miladi Nisan 625 tarihinde,(Hicretin 3. yılı, Şevval ayında) yapılmıştır…

Uhud; başlangıcı başarı, devamı bozgun, nihayeti direniş ve zafer olan; kulluk sınırının sırrı içinde mazhariyet bulan çetin bir imtihan... Uhud; bir yönüyle ikaz ve ibret, bir başka yönüyle İlâhî ders ve hikmet, bir yanıyla irâde ve îman, diğer bir yanıyla da muhabbet ve hicrân… Uhud; “
Gül”ün emrine aykırı hareket etmenin getirdiği bir hüsran… Uhud; madde ve mânâ plânında; fetânet, şehâmet, cesâret, mağduriyet, mihnet, zahmet, gayret ve gâlibiyetin iç içe yaşandığı sır dolu bir mekân... Uhud, sahâbenin “Gül”ü korumak için etten ve kemikten inşÃ¢ ettiği dağ gibi bir kalkan… Uhud, “Gül”e itaâtin önemini, O’nun emirlerine muhalefetin âkıbetini ve O’nun “İz”ini terk etmenin getirdiği/getireceği sıkıntıları çağlar ötesine anlatmak için gönderilmiş muhteşem bir ferman... Uhud; “Gül
”e duyulan bağlılığın ne demek olduğunu, O’nun için yapılan fedakârlıkların hangi boyutları aştığını, O’na duyulan aşkın olağanüstü sınırlara ulaştığını gösteren ve eşi-benzeri olmayan muazzez bir destan…

Uhud, nâmerdin mertten, münafığın mü’minden ayrıldığı zorlu bir savaş... Uhud, 70 şehidin ardından gözpınarlarından süzülen damla damla yaş... Uhud, öyle bir mersiye ki, hüzün yüklü duygularla sarmaş dolaş... Uhud; Efendimiz’in “ Uhud öyle bir dağdır ki, o bizi sever, biz de onu” övgüsüne muhatap olan vefâlı bir arkadaş… Uhud, “Buram buram cennet kokuları duyulan” bir dağ... Uhud, bağrında nice “
Gül” âşıklarını saklayan ve Hidâyet Yıldızları’nın muazzez hâtıralarına mihmandar olan kutlu bir otağ… Uhud; çöl sıcağında yanan yüreğini “Gül
”ün gölgesinde serinleten ve Muhammedî sevdâlarla ışıyan nurânî bir çerağ…

Uhud; kazanırken kaybetmenin, kaybederken kazanmanın sırt sırta verdiği, Efendimiz’e duyulan sevgi ve sadâkatin en yoğun bir biçimde ve en üst seviyede gösterildiği yer… Uhud; sahâbenin sarsılıp sendelediği yerde ona sığınarak, ona dayanarak derlenip toplandığı ve “
Gül
”ün, ona muhabbetini izhâr ettiği sâdık bir yâr... Uhud, hudutsuzluğa varan kahramanlığın, feragatin, sabrın, vefânın ve aşkın gözlerindeki fer… Uhud, “hâlin sahâbîlerine, istikbâlin sahâbîlerinin galebe çaldığı” yürekteki har… Uhud; savaş sırasında belâ ve mihnete düşen sahâbenin, cennete vuslatla müyesser olduğu diyar… Uhud; mü’minlerin acıyla sınandığı, bozgunla denendiği ve gazveler içinde en çok şehidin verildiği gönüldeki kor… Uhud; İslâm adına bir hezimetin değil, Müslümanlar adına büyük bir imtihanın yaşandığı, zaman ve mekân ötesi derslerin verildiği sırrın içindeki sır…

Uhud; şehâdet mertebesine ulaşmak için “
Allah! Allah!’” nidâlarıyla cihada koşanlara, savaş meydanında ölümle musâfaha etmek için “Emit! Emit!” parolasıyla coşanlara ve Hakk yolunda şehit olmak için cânı gönülden niyâz edip yalvaranlara bu yüce makâmın ihsânı... Uhud; can pazarında, canını pazara çıkarıp Rasûlullah(s.a.v.)’ı korumak için can atanların, vücudunu “canlı kalkan” yapıp, cânan için can verme zamanı... Uhud; gök ekin misâli biçilip paramparça edilenlerin Arş-ı Âlâ’ya yükseldiği, sahabîlerin yüreklerini silah yaparak ölümsüzleştiği mücâhitler kervanı… Uhud, Allah Rasûlü(s.a.v.)’nün; mübârek dişinin kırıldığı, miğferinin halkalarının yüzüne battığı, muazzez çehrelerinin kan revan içinde kaldığı bir anda dahi bedduâ etmeyip; “Kendilerini Rablerine îmana davet ederken Peygamberlerinin yüzünü kana bulayan bir kavim nasıl felâh bulabilir?” sitemini dile getirirken bile; “Yâ Rabbi kavmim câhildir, Sen onlara hidâyet eyle” diye duâ ettiği mehâbet ve metânet ânı… Uhud; Hakk’ın inâyetiyle hezimetin gâlibiyete çevrildiği, Efendimiz’in fetânetiyle müdafaadan taarruza geçildiği, şartlara teslim olmayıp şartların teslim alındığı Hamrâü’l-Esed’deki muzafferiyet nişÃ¢nı… Uhud; toprağın kalp atışlarında hâlâ sahâbe seslerinin duyulduğu, kayalıkların sînesinden etrafa mütemâdiyen kahramanlık nağmelerinin yayıldığı, “Gül
” için fedâi-can etmenin en büyük nimet sayıldığı ve “izhir otu”nun kefen olarak giyildiği er meydanı…

Cebel-i Uhud, Medine-i Münevvere’ye 5 kilometre mesafede bulunan bir dağdır… Uhud Gazası, Hicret’in 3. yılında 625 senesinin 18 Nisan günü (7 Şevval Cumartesi) yapılan îman ile küfrün ikinci büyük cengidir… Muharebeden önce yapılan istişÃ¢re sırasında Efendimiz, Medine’den çıkmadan savaşmayı ve şehirde bir müdâfaa harbi yapmayı ifâde buyururlar… Fakat Bedir Zaferi’ne iştirak edemeyen ashâb ile Muhacir ve Ensardan bazı genç sahâbîler de, küffarla Medine dışında meydan savaşı yapıp, müşrikleri bir daha yenelim derler… Ve bu meşveretten çıkan karar gereğince, mücâhitler savaş için şehrin dışına, Uhud’un eteklerine çıkar... İslâm ordusu sırtını Uhud Dağı’na verip, yüzünü Medine’ye döner…

Uhud Harbi’nin üç ayrı safhası vardır… İlk safhada; Müslümanlar hamle yapıp üstünlük sağlar ve 20 kadar müşrik öldürüp, kâfirleri bozguna uğratır… İkinci safhada sahâbîler; dağılıp kaçan putperestleri kovalamayı bırakıp, kesin bir gâlibiyet kazandıkları düşüncesiyle ganimet toplamaya koyulur... Rasûlullah(s.a.v.)’in “Bizi kuşların kapıp kaçtığını bile görseniz, benden emir gelmedikçe yerlerinizden kıpırdamayın. Biz, düşmanları ayaklarımızın altında çiğnesek de siz yine yerinizde durun. Bizi arkamızdan koruyun” diye emir buyurduğu Ayneyn Tepesi’ndeki geçidi tutan 50 kişilik okçu birliği de -komutanları Abdullah bin Cübeyr(r.a.)’in uyarılarına rağmen- ganimet kapmak için görev yerlerini terk edince, orduda bir dağınıklık ve çözülme baş gösterir… Okçuların terk ettiği arka taraftan Hâlid bin Velid’in, önden de yeniden derlenip toparlanan İkrime komutasındaki müşriklerin taarruz etmesiyle savaşın yönü tersine döner... İslâm ordusu, iki taraftan gelen düşman saldırısı karşısında “çevrildik” zannıyla telaş içinde birbirine girer, birbirini kırar ve üstün durumdayken bir anda oluşan hengâmenin etkisiyle ricat yaşamaya başlar… Bu saldırıya mâruz kalarak sıkışan, panik hâlinde gerileyen İslâm ordusu, bozguna uğrayıp çok zor saatler geçirir, Fahr-i Kâinat Efendimiz (s.a.v.) yaralanır ve Müslümanlar 70 şehit verir…Efendimizin amcası,Şehitlerin Sultanı,Hazret-i Hamza'da bu şehitlerin arasındadır. Üçüncü safhada ise, dağılmış olan Müslümanlar, Rasûlullah(s.a.v.)’ın etrafında yeniden toplanır, O’nun riyâsetinde Uhud Dağı’nın doğu yamacında bulunan Şi’b Kayalıkları’na doğru çekilir, panik atlatılır, dağılma toparlanmaya döner ve meşakkâtli bir müdâfaa yapılır… Uhud Kayalıkları, savunması kolay, saldırının zor olduğu müstahkem bir mevkidir… Burada kendilerini derleyip toparlayan, yaralarını saran ve namazlarını eden Sahâbe-i Kirâm, Uhud’dan akşam vakti Medine’ye döner… Efendimiz’in emriyle İslâm ordusu gece vakti yeniden toplanır, yaralarının sargılarını bile değiştirmeden şafakla birlikte hücuma geçmek için Hamrâü’l-Esed mevkiine hareket eder… Hamrâü’l-Esed’e vardıkları sırada, müşrikler savaş alanını terk ederek Mekke’ye doğru çekilip giderler…

Bu müthiş muharebenin her ânı ayrı bir ders, her yanı farklı bir îkaz, her safhası bambaşka bir ibret tablosudur… Zâten Asr-ı Saadet’te yaşanan her olayın, sonraki tüm zamanlara ışık tutacak bir veçhesi mutlakâ bulunur… Bu îtibarla “
Gül Devri
”nde yaşanan olaylar içinde belki de en ayrıntılı ve en geniş bir biçimde vahyedilen hâdise, Uhud Savaşı’dır… Âl-i İmran sûresindeki -121. ve 179. âyetler arasında bulunan- 38 âyet-i celîlenin nüzûl sebebinin Uhud’la ilgili olması da bunun açık bir delilidir.

Ve Cebel-i Uhud dile gelip anlatsın bütün yaşananları… Ashâbın yüreğine “
Gül” mürekkebiyle yazılan aşkın anlamını ve “Gül” sevgisinin nelere muktedir olduğunu bütün detaylarıyla yorumlasın Uhud Kayalıkları... Böylece bizler de, Sahâbe-i Kirâm’daki Allah ve Rasûlullah muhabbetinin emsâlsiz güzelliklerini, yiğitliğe irtifa kazandıran mertlik destanlarını, cennet hasretiyle ortaya koyulan inanılmaz fedâkârlık örneklerini, umutlarıyla kefenlenmiş nice kahramanların şehitlik özlemlerini ve yürekleri tutuşturan “Gül
” aşkını Uhud’un dilinden dinleyelim... İşte Muhabbetullah ve muhabbet-i Rasûlullah aşkıyla pürnûr olmuş iki sahabînin hâlini tasvir eden, Hakk’a ve Habîbi’ne duydukları hudutsuz sevginin muhteşem bir örneğini yansıtan müthiş bir Uhud destanı:

Müslümanların ağır bir imtihandan geçtiği Uhud günü, savaş başlamadan önce Sa’d ibni Ebî Vakkas ve Abdullah bin Cahş bir kenara çekilerek duâ ederler... Gün, şehitlik talebinde bulunanların dualarının kabul buyurulduğu gündür... Önce Sa’d ibni Ebî Vakkas ellerini açar: “Rabbim! Savaşta karşıma azılı bir kâfir çıkar, onunla kıyasıya çarpışayım, bugünün hakkını vererek onu tepeleyeyim ve Habibinin yanına gâzi olarak döneyim.” diye dua eder... Efendimiz’in halazâdesi olan ve her gazvede şehâdet arzulayan Abdullah bin Cahş “âmin” dedikten sonra: “Allah’ım! Bana da çalımlı bir müşrik gönder, savaşın tam hakkını vereyim, ben onu hırpalayayım, o da beni şehit etsin… Sonra o benim gözümü oysun, burnumu, dudağımı, kulağımı birer birer kessin. Ben de yüzümden, gözümden, ağzımdan, burnumdan ve kulağımdan akan kanlarla Senin huzuruna geleyim. Sen bana de ki ‘Abdullah; ağzını, burnunu, gözünü, kulağını ne yaptın?’ Ben de Sana; ‘Allah’ım; ben günah işlemiş bu uzuvlarımla huzuruna gelmeye çok utandım. Habibinin yolunda savaşırken günahkâr âzâlarımı döktüm ve öylece karşına geldim’ diyeyim” duasını yapar... Bu çok anlamlı duaya “âmin” demek Sa’d’ın içinden gelmese de, Uhud’dan içli bir “âmin” sesi yükselir... Ve savaşın hitamında, şehitler arasında Hz. Abdullah da vardır... Efendimiz’in gösterdiği istikâmetten ayrılmayan, ebediyet aşkıyla hayatı hiçe sayan, “Ötenin ötesinde sonsuz bir hayat sürmek” için bütün cihadlara katılan ve Uhud Şehitleri arasında bulunan Abdullah bin Cahş’ın hâli, duasındaki talebe mümâsildir... Müşrikler O’nu şehit ederler; gözlerini, kulaklarını, dudaklarını ve burnunu kesip alırlar... Hz. Abdullah’ın kanlı çehresinde, “ölümü öldürenler”e mahsus âsûde bir tebessüm gizlidir… O, kanayan güle dönmüş mübârek başını Uhud toprağına gömer, şehit kanıyla abdest alır ve Rabb’inin huzuruna vasıl olur… Ve sanki Rabb’ine “Allah’ım! Ben bu uzuvlarımla Sana karşı çok günah işledim, çok isyan ettim... Simsiyah bir yüzle Senin huzuruna çıkmaya utandığım için günahkâr âzâlarımı Habibini korumak uğrunda Uhud’da fedâ ettim ve ancak Uhud toprağına bulayarak ağartmaya çalıştığım bu yüzle huzuruna gelebildim” diye cevap verir gibidir... İşte Sahâbî, işte Sahâbilik, işte yürek ve işte muhabbetin müntehasına ulaşan yürekteki
“Gül
” aşkı...

İşte bu idrâk, bu îzan, bu ihlâs ve bu îman sayesinde Uhud, bozgundan zafere yol bulmuş, Sahâbe-i Kirâm; “
Gül”e duyduğu erişilmez sadâkatiyle, çok zor şartlar altında verdiği eşsiz mücâdelesiyle, bu mücâdeleyi şÃ¢hikalaştıran muhteşem îman coşkusuyla, Allah(c.c.)’a ve Rasûlullah(s.a.v.)’a olan kayıtsız-şartsız bağlılıklarıyla Uhud’daki idbârı, ikbâle çevirmiştir… Çünkü onların kimi, "Gül"’ün hayatta kalması için şehit olmuş, kimi ağır yaralanmış, kimi de sakat kalmış, fakat en ağır şartlarda bile kendilerinden önce Efendimiz’i düşünmüşlerdir… Onlar, Allah(c.c.)’a ve Rasûlü’ne verdikleri sözlere hayatları pahasına sadık kamışlardır… Onlar “Cennet, kılıçların gölgesi altındadır
” hadîsi mûcibince hareket etmişlerdir… Onlar; Tevhid bestesinin İlâhi nağmesiyle âsumanı inletmiş:

“ÃŽmandır o cevher ki, İlâhî ne büyüktür,
ÃŽmansız olan paslı yürek sinede yüktür”
düstûruyla yola çıkmış, îmanlarından kuvvet alarak küffarın üstüne yıldırım gibi gitmişlerdir... Onlar, cesaretleri, azim ve kararlılıkları, İslâm’a yürekten bağlılıkları, “
En Sevgili
”ye olan aşkın muhabbetleriyle, en zor şartlar altındayken bile yalnızca Allah(c.c.)’ın rızasını gözetmişler, Rasûlullah(s.a.v.)’ı her zaman kendi nefislerinden üstün tutmuşlardır… Onlar; “dünyayı bir acı gurbet” diye bildikleri; ölümü, hasret ateşini söndürüp, bâkî âlemdeki ebedî vuslata erdirecek soğuk ve tatlı bir “şerbet” olarak gördükleri için “ölümsüzlük tasından” şehâdet şerbetini kana kana içmişlerdir...

Ve Uhud’da Fahr-i Kâinat Efendimiz’in emirlerine sımsıkı bağlanmanın ehemmiyeti, O’nun gösterdiği istikâmetten ayrılmamanın önemi, tedbirin lüzûmu, esbâba tevessülün mecbûriyeti, dünya hırsından uzak kalmanın gerekliliği, gurur yerine Allah(c.c.)’a sığınarak mücadeleye devam etmenin hikmeti kulluk sırrı içinde tedris ettirilmiştir... Biz Müslümanların; Uhud’un va’z ettiği açık gerçekleri, bu gerçeklerin işÃ¢ret ettiği sırrı ve bu sırrın günümüze yönelik uyarılarını çok iyi idrâk etmesi gerekmektedir… Zirâ Uhud’dan yükselen her ses, her nefes, her ferman, her îkaz ve her mesaj çağa ait tefsirleriyle birlikte günümüzde yankılanmalıdır... Ve Efendimiz’in emirlerini tutmamanın, O’nun
“İz
”inden gitmemenin nelere yol açtığı / açacağı hiç unutulmamalı, yaşanan hadiselerden alınacak dersler zihinlerimizde ve gönüllerimizde mâkes bulmalıdır...

Ne mutlu, bu mesajları alarak hayatını tanzîm edenlere…
Ne mutlu, “İslâm’ı asrın idrakine” söyletenlere…
Ne mutlu, yüreği İlâhî sevdânın nûruyla dolup taşanlara…
Ne mutlu, Sahâbe-i Kirâm’ı örnek alıp, onlar gibi yaşayanlara…
Ne mutlu, “
Gül
” aşkıyla “yeşil köşkün lâmbasını” yakabilenlere…
Ne mutlu, Uhud’daki esrârı idrak edip, ona ibret penceresinden bakabilenlere…
Ne mutlu, Kur’ân’ın hikmetiyle nurlanmış nazarlarla Uhud’u ananlara…
Ne mutlu, Uhud Zaferi’nin ışığında nefsine ve müşriklere karşı zafer kazananlara…

Yâ Rabbe’l-Âlemîn!
Yeryüzündeki ağaçların ve bitkilerin yaprakları, gökyüzüne yaydığın ışık ve gaz zerreleri, semâdan indirdiğin yağmur ve kar taneleri, onsekizbin âlemde ezelden ebede halkettiğin canlı ve cansız cümle varlıklar adedince; Zât-ı Ulûhiyetine hamd ü senâ;“
Kâinatın Solmayan Gülü”ne, Sahâbe-i Kirâm Efendilerimiz’e ve Uhud Şehitleri’ne salât ü selâm ederiz... Bu hamd ü salavât hürmetine, Senin sonsuz rahmetinden ve “Makâm-ı Mahmûd
”a erdirdiğin Peygamber Efendimiz(s.a.v.)’in şefaâtinden bizleri de mahrum etme Yâ Rabbi!.. Âmin...

Dr. Mehmet Güneş
Yâ Rabbe’l-Âlemîn!
Yeryüzündeki ağaçların ve bitkilerin yaprakları, gökyüzüne yaydığın ışık ve gaz zerreleri, semâdan indirdiğin yağmur ve kar taneleri, onsekizbin âlemde ezelden ebede halkettiğin canlı ve cansız cümle varlıklar adedince; Zât-ı Ulûhiyetine hamd ü senâ;“
Kâinatın Solmayan Gülü”ne, Sahâbe-i Kirâm Efendilerimiz’e ve Uhud Şehitleri’ne salât ü selâm ederiz... Bu hamd ü salavât hürmetine, Senin sonsuz rahmetinden ve “Makâm-ı Mahmûd
”a erdirdiğin Peygamber Efendimiz(s.a.v.)’in şefaâtinden bizleri de mahrum etme Yâ Rabbi!.. Âmin...


Amin,Amin,Amin...Hak Teala razı olsun çok çok güzeldi.Emegine,yüregine saglık.Dua ile vesselam...