:: Duygusuz.com - Dostluk ve Arkadaşlık Sitesi

Orjinalini görmek için tıklayınız: Bitkin
Şu anda (Arşiv) modunu görüntülemektesiniz. Orjinal Sürümü Görüntüle internal link
Sayfalar: 1 2

blue_belial

Ben aslında, bir zamandır bitkinim. Ne büyük fikirler, ne vitrinlerin değişip duran rengi, ne de mevsimlerin bir biri ardınca göz kırpması, dilimin ucundaki ölü kelimelere can vermeye yetmiyor. Cezanne’ın tablolarındaki yorgun kahramanlar, sanki benim gözlerimden izliyorlar dünyayı. Kimse, ne düşündüğümü, baktığım yerde neyi gördüğümü anlayamıyor.

Küçük bir iktidar uğruna telaştan uykuları kaçan arkadaşlarım, yüzümü hala daha kırların masumiyeti içinde düşleyen kardeşim, dalgınlığımda değerli bir yan olduğunu sanan okumuş kızlar, fikrimi merak eden taksi şoförleri ve çoğu şair, edebiyatçı arkadaşlarım, defalarca ağzımda çiğneyip yıprattığım bir dünyanın eski ahalisinden başkası değiller artık. Dürüst olmalıyım! Ansızın hayretimi kabartan kimi vakitler dışında, bu yıpranmış âlemi bir fakirin dizlerine yaptığı yamadan daha kıymetli bulmuyorum…


Ben aslında, bir zamandır olanlara sebep aramayı da meraklı insanlara bıraktım. Beklediğim durakta, otobüsün ne zaman geleceğini umursamadan, boş gözlerle caddeye bakıyorum uzun uzun. Biliyorum ki insan, gözü açıkken bakmaya mahkûm edilmiştir ve biliyorum ki zaman, mekâna adaletle yayılmıştır. Ne baharın daha güzel olduğu, ne de vakitlerin daha çabuk geçtiği bir yer yoktur dünyada. Her nereye bakarsam bakayım, içimdeki pencerenin sınırladığı yerden daha fazlasını görecek değilim. Hem bu mümkün olsa bile, yeşerenin solduğundan, yapılanın yıkıldığından, doğanın öldüğünden öte ne anlatacak bana hayat. Bilmiyor muyum sanki, insan, kendinden başka hiçbir yerin yerlisi değildir. Bilmiyor muyum sanki, insan, ilk insandan beri yalnızca bir tekrardan ibarettir. Dünyaya bir kez atılıp, eşyaya bir kez dokununca, merak edilecek ne kalıyor geriye. Ne kalıyor, ömrün her ucunda, faniliğin oturduğunu kavramaktan başka…

Ben aslında bir zamandır kendi faniliğime misafirim. Binlerce yıldır kurulup yıkılan sayısız kent, bende sergiye çıkarılmış basit bir merasim yerinden ibaret, o kadar. Hangi mimar, son taşını tutkuyla yerleştirdiği köprüden, bir zalimin geçmesini engelleyebildi; hangi meydan, silip atabildi üzerine sinen veba kokusunu. Kendi taşlarını ezdirmemek için, ahalisinin boynunu istilacının kılıcına uzatmayan tek bir şehir bile tanımadım daha.

Şehirler bile büyüklüklerini, verdikleri başların çokluğuna bağladılar. Ki bunun adını direnmek koydu tarih. Tarih, yani çulluklar gibi kanadını yıllara çırpıp duran o sahtekâr yosma, hiç boşuna uğraşmasın cesaretle, mazgallara tüneyen korkaklık arasındaki farkı anlatmaya. Uğraşmasın, çünkü ben, cesurun kanından sızan katili de, korkağın göğsünde saklanıp duran zanlıyı da, ilk insanın oğullarından beri tanıyorum. Herkes, kendi faniliğine bahaneler aradı bunca zaman; bazen katil koydular o faninin adını, bazen fatih, bazen hekim, bazen rençper ve âşık…

Ben aslında bir zamandır dünyayı, aşk tarafından kirletilmiş bir yer olarak görüyorum. Aşkın bedenden başka bir yurdu olduğuna inananlar bile, onun ilkin balçıklarında bir haz bırakmasını istiyorlar. Oysa ben aşkın, daha yere mi yoksa göğemi ait olduğunu anlayamadan mağlup oldum ona. Beatrice’in mihmandarlığında cennete gezen Dante’yle de, aşkın hallerini yoğurup duran Rüşt’le de yok bir akrabalığım. Biliyorum ki aşk bir kaybediştir ve o büyük kaybedişin ardından bütün sözcükler ölümle cezalandırılmıştır.

Öyleyse her gün kulaklarımı işkâl eden, her gün dişi bir tümör gibi çoğalıp duran bunca aşk sözcüğünün anlamı ne? Bu lanetli aşk ormanında hangi çocuk masum, hangi ergen diri, hangi kadın anne kalabilir? Elbette bilimsel bir çözümü var bütün bunların. Her yenilgiden sonra tamir edebilirler, her geri kaldığında bir kez daha ayarlayabilirler kalbi. Eğer böyle böyle istila edilmezse, insan kendi kalbinin altında kalabilir; bunu iyi biliyor eşyanın ustaları…


Ben aslında bir zamandır, insanlıkla birlikte kendimi istila etmekle meşgulüm! Bir tarafım olmadığı halde, bir tarafım varmış gibi konuşmalar yapıyorum mesela. İnanmadığım halde topraktan, beklemediğim halde istikbalden bahsediyorum. Oysa iyi biliyorum ki dünya, bir meleğin kanadında titreyip duran bir su damlasından daha ağır değil. Bütün bitkinlikler, bütün meraklar, bütün aşklar, bütün kentler ve tarih, o su damlasının içinde saklı. Orada geçmiş de yok gelecek de. Bir tek “an”ın iniltisi koca bir tarih tutuyor işte…

İyi de, bir cahilin kendi hafızasını dişlemekten başka ne işe yarıyor, bütün bunları bilmek!
tşkler faruk abi...

blue_belial

Eyw saolasın qetesh
gozlerıne saglık...
Saolasin Emeğine Sağlik Kardesim

blue_belial

Eyw. gozlerıne saglık senınde...
saol faruk abi ama seni görmiyim....

blue_belial

Sen saolasında
nıye ya noldu halaoglu :S
sana msneye gel dedim geçen hiç ti ye almadın şimdide ne oldu diyon
hoş bi paylaşımdı...
teşekkürler...

blue_belial

eyw saolasın
Sayfalar: 1 2