:: Duygusuz.com - Dostluk ve Arkadaşlık Sitesi

Orjinalini görmek için tıklayınız: Manas Destanı...
Şu anda (Arşiv) modunu görüntülemektesiniz. Orjinal Sürümü Görüntüle internal link
Sayfalar: 1 2 3 4 5 6 7 8 9
MANAS'IN ÇOCUKLUÄžU (II. Bölüm)

"Bu Çinli ve Kalmukların askeri çokmuş. Bunlar bize saldıracaklarmış. Neskara gördüğünü diri yutan dev imiş. Bunlara at, kız hediye edelim, hayvan ve altın hazırlayalım" dedi Cakıp.

"Ey baba, düşmanı gördüğüm zaman böyle korkup duruyorsun. Yüreğin sökülüp alınmış gibi. Artık korkma! Canını sıkma. Yaşadığım halde halkımı nasıl onlara tutup vereyim. Kaderimde varsa oktan öleyim. Kara canı esirgemeden mücadele edeyim. Bu kudurmuş Kalmukların yiğitliğini deneyeyim. Cezasını vereyim" dedi manas.

Manas'ın fikrini Akbalta destekledi, komşu Türk kabilelerine, altı günlük mesafedeki Kazaklara haber gönderdi.

Neskara'nın aç kalan altı bin askeri yolunu şaşırıp Cakıp'ın kışlağı olan Keng-Aral'a geçerek yoldaki Moğolların yurdunu basıp, on bin at ele geçirmişlerdi. Sayıları beş yüze varmayan Moğollar "nereden çıktı bu haydutlar, ya savaşmanın yolunu bilmiyorlar, ya da küstahlık ediyorlar" diye onların peşine düştüler.

"Hey, siz kimsiniz? Düşmanınız olan kim?" diyerek hayvanlarını çaldıran Moğol beyi Caysangbay at üzerinden bağırdı.

Dil bilen Sart Basangkul seslendi:

"Hey, Cakıp Bay'ın avulu nerede? Onu arıyoruz"

"Hey, o Kulan yaylasında. Onlar için mi bizim hayvanlarımızı soyup götürüyorsunuz? Onlar çöpünü yedirtmeyen kötü insanlardır. Öç alacaksanız onlardan alınız, hayvanlarımızı geri verin."

Atları çok olan kurnaz ihtiyar Cakıp, oğlunu saklayıp, yolumuzu sapıttı, hile yaptı, bunun atlarını geri verip, Cakıp'ı yakalayalım diye Neskara bir çare düşündü.

"Hey, hayvanlarına dokunmayacağız. Buraya gel. Bize Cakıp'ın oğlu Manas'ı bul," diye Basangkul, Caysang'ı çağırdı.

"Bunca insan arasında yol bilen biri yok muydu? Yol bilmeden orda yönetilir mi? Hey, at ve avulumu yağmalamasan bile Manas bahadıra dokunmam."

Basangkul, Caysang'ı yakalamak için onu kovalamıştı. Moğol'un okçusu yay ile Sart'ı düşürdü. Sanagkul'un öldüğünü gören Neskara, Moğollara saldırdı. Çinlilerin askeri kalabalık olduğu için Caysang dayanamadan avuldan çıkıp kaçtı.

Neskara Moğolların avulunu yağmaladı. Erkeklerin başlarını kesti, on beş yaşındaki kızlardan yüz otuzunu, kara kaşlı güzel gelinlerden iki yüzünü seçip, ganimet olarak alıp develerini bağırtarak, eşeklerini anırtarak yola koyuldular.

Cakıp haber verdikten sonra, davul çalındı, Kırgızlar toplu olarak ayağa kalktı. Cakıp'ın avuluna sığınan Altaylı Türklerden, katılan her kabileden ordu kuruldu, Akbalta askerbaşı oldu.

Manas'ın yönettiği altı yüz kişilik ordu dağ geçidinin ağzında Neskara'nın önünü kesti. Birden bire çıkan toplu haldeki ordu, Neskara'nın altı bin dörtyüz askerini şaşkına çevirdi, onlar arkalarına bile dönemeden kuşatıldı.

Manas'ın ordusu Kalmuk için Çin'in arasındaki hudutta Neskara'yı yarım gün tuttu, sonra Altaylı Türkler, Kazak, Nayman, Moğol, Uyşunlardan oluşan büyük bir ordu ile Manas'a yardım etmek için geldiler. "Ya ölürüm, ya görürüm... Manas'ın başını Esen Han'a ulaştırayım" diyen Neskara sinirlendi.

"Ey, Neskara dev! Kanlı gazanın laneti, andı vardır. Oyunu kuralına göre oynayalım. Teke tek çıkalım!" dedi. Kök Çologunu mahmuzlayıp ortaya çıkan beyaz sakallı Akbalta.

Çinlilerden Dang-Dang adlı pehlivan Ularboz atını oynatıp, ucu pulat mızrağını uzatıp, kazan kadar olan gürzünü eline alıp ortaya çıktı.

Kırgız tarafından Moğol'un yaman bahadırı olan Künös pehlivan gürzünü sürükleyip böğürerek ortaya çıktı. İki bahadır mızrak oynatıp birbirlerine uçaktan saldırdılar. Taraflar birbirlerine üstün gelemeden dayanıştılar, mızraklardan kendilerini çekemediler. Gürzlerini düzeltip kükreşek vuruştular. Gürzleri ellerinden çıktıktan sonra onu almak için eğildiler. Dang-Dang pehlivan atının ayağı yere saplanan zavallı Künös'ü kuşatıp yere vurup düşürdü. Künös öldü. "Kuvvetli devinizi öldürdüm. Şimdi eceli gelen çıksın" diye Dang-Dang ensesindeki saçları düğümleyip atını ortada oynattı.

Bunu gören yiğit oğlan Kökçö Bahadır bağırarak meydana doğru fırladı:

"Hay, hay, oğlum bir dakika, dur!" diye Aydar Han oğlunun atının dizginini tuttu, "sen daha küçüksün, pehlivan gücüne ermedin, on altı yaşındasın vazgeç oğlum bu işten! Onu bana bırak, kafire ben saldırayım."

Kökçö babasının sözünü kıramadı, atının başını çevirip üzüntülü halde yerine döndü.

Soylu Aydarhan, Altay Kazak halkının hakiki bahadırı idi. Eline mızrağını alıp atını kamçılayarak Dang-Dang'a bütün gücüyle saldırdı. Aydarhan, Dang-Dang'ın uzattığı mızrağına vurarak bu Çinli deve mızrağını sapladı.

Bu esnada Çinlilerden Küdöng adlı pehlivan Aydar Han'a saldırdı. Baktı ki, o canını avucuna almış, hırsa kapılmış, Aydarhan, Küdöng pehlivandan kaçtı.

Bunu gören Manas, tahammül edemedi, elindeki bayrağı Akbalta'ya verip Akkula atını dolu dizgin koşturarak Küdöng'e yöneldi. Yetiştiği yerde Küdöng'ü kalpak gibi uçurup ezerek geçti.

Onların Irangsoo adlı pehlivanı Manas'a doğru mızrak fırlattı. Manas onu bir vuruşa devirdi. Yere düşen, uçuruma başı saplanan Irangsoo'ya mızrağıyla vurduğunda, onun kanları fışkırdı. Çinlilerin attığının vuran nişancısı Manas'a ok attı. Bunu gören Er Manas ikinci yayı çekinceye kadar kılıçla Şangmusar'ın kellesini uçurdu. Yaralanan atını bir kenara çekerek amcası Bay'a verdi. Bay dua etti.

Manas Manas olduktan, Manas adını aldıktan beri yaşı on üçe gelinceye kadar bunca düşmanı yenmemişti. Bu kadar kan dökmemişti, bu kadar öfkelenmemişti, bu kadar düşmanın hakkından gelmemişti.

Geleceğim yere geldim, beklemediğim şeylere ulaştım diyerek şimdi Er manas gelmesini arz ettiği Neskara'yı bekledi.

O zaman karşısına çıkanı sağ bırakmayan, yaşı on dokuzda olan Neskara, Türk oğluna düşman idi. Saçları dağınık, çakır gözlü, yassı burunluydu, burnun her deliği on iki Şibe, Kırk Moğol girip oba kurabilecek kadar büyüktü. Dev Neskara, Çabdar'ı kamçıladı.

"Sen Kırgız oğlu isen, bende Çinli oğluyum, benim neyim eksikmiş, canına okurum, kanını içerim" diye Neskara dağ geçidini sarsacak şekilde bağırıp hakaret yağdırarak hücum etti "sen önce Maceslerle savaşıp şımarmışsın. Şimdi Neskara'nın yiğitliğini bir gör."

"**** kafir. Seni cehenneme göndereceğim, Kırgızları yok etmek mi istiyorsun yok edecek bahadır sen misin! Oyacağım gözünü, sökeceğim ödünü", diye Er manas Ak-kulasını kamçıladı. Manas'ı gizli kötülüklerden koruyan gökte bulutları açarak uçan Alp Kara Kuş idi. Ejder gibi, büyüyen, arslan gibi heybetli Er Manas dövüşmeyi öğrenmişti, gittikçe kuvvetleniyordu. Manas'ın heybetinden korkan elli dev kaçıp çıkarken, Neskara sinek kadar canından umudunu kesip, atını kamçılayarak askerlerinin etrafında dolaştıktan sonra kaçtı.
Gökyeleli Manas "kaçanı kadınlar bile yener, halin bu muydu Neskara, sana dünyanın kaç bucak olduğunu göstereyim" diyerek beyaz mızrağını sıkıca tutup ardından fırlattı. Çabdar şeytan gibi uçan hayvan idi, altı bir askerli altı defa dolaştıktan sonra kaçtı.

Manas, Ak-kula'yı seke seke koşturup kaçan Neskara'yı yakalamak için peşinden gitti.

Kaçan Neskara, kendi kendine söylüyordu:

"Dünya kurusun. Esen Han'ın beni kandırıp ölüme gönderdiğini niye anlamadım? Çinlilerin kutsal kitabındaki "Manas hiçbir düşmana yenilmez" sözüne niye inanmadım? Muhatabımla dövüşmedim, yediğim aş oldu mu?"

Neskara askerlerinden uzaklaşarak kara yola girdi, o Pekin'e doğru kaçarken gözleri ateş gibi kızardı, tüyleri ördek gibi uzadı. Ak-kula ile koşmakta olan Manas adıl er yiğit arkasından yetişip altın kemerin kenarına, omuzuna sırlı mızrağını vurdu. Sırlı mızrak devin omuzuna saplanmış olduğu halde sallana gidiyordu.

Neskara atını yukarı çekti, yorgun düşen ak-kula yokuşta Manas'ı üzerinde uçuyordu.

Çok değişik olan yürük Çabdar ak bulutlu göğün altında biten otların üzerinde uçuyordu.

Yeri dibine girsen de sonunda sana ulaşacağım diye Manas inatla kovalayarak gidiyordu. Manas dağ sırtına geldiğinde, babası Cakıp Tuuçunak'ı koşturup, uçan kuş gibi hızla ona yetişti.

Dur oğlum, dur! - diye Cakıp yalvararak arkasından koştu. Çin askeri Neskara kaçtıktan sonra, önderleri öldükten sonra yenildiklerini kabul ettiler. Boşuna çabalama, Manas nefes aldı ve ordusunun yanına döndü Neskara'nın ordusu, Manasın hükmü altına girdi, bayrakları indirildi. Moğolların Neskara'nın askerinin içindeki 400 civarındaki Sart'ın malını mülkünü zaptettiklerini duyan Manas çok kızdı.

Ey Moğollar! Sizi teke mi çarptı? Ya da aklınızı mı kaybettiniz? Para göz mü oldunuz? Esirlerin malını alarak durumunuzun düzeleceğini mi sanıyorsunuz? Bunu görenler ne diyecekler? Mallarını mülklerini geri veriniz.

Biz almıştık! - diye suçlanarak utandı yiğit Umöt.

Kinin varsa, mertçe, yiğitçe savaşarak yenin, mala mülke aldanmayın, dünya perest olmayın. Mal toplamak er işi değil! Kızgınlığı yatışmamış manas bağırdı. Mal lazımsa benden alın. İstediğiniz kadar alabilirsiniz.

Moğol önderleri görüştükten sonra Cakıp'ın yanına geldiler.

Manas, mertlik edip, bizi ölümden kurtardı. Ona tabi oluyoruz ve bizi aklıyla yendi. Doğru söz söyledi ve hatamızı yüzümüze vurdu. Moğol yiğitleri ak gönüllüdür. Düşmanlardan çok çektik. Dost kim, düşman kim, akraba kimmiş öğrendik, gözümüz açıldı. Siz atalarında töresi, geleneği olan milletsiniz. Altay'da yolunu şaşıran bir avuç Moğolu, kanatlarınızın altına alınız. Elinizin altında, hizmetinizde olalım.

"Kendiniz iyi niyetle isteyerek gelirseniz sizi yadırgamayız. Akraba olmaktan kaçmayız" dedi Manas liyakatıyla, "yediğimiz tuğ aynı, içtiğimiz su aynı olacaktır. Göğün altındaki toprakları dağıtmayalım, genişletelim. Bir halk olalım."

Cakıp, Tanrı'ya sığınıp, ak bozkısrağı kestirdi. .

Neskarad'dan kalan ganimeti Manas ne yapacak diye kalabalık halk akşama kadar merakla beklediler.

Manas, Neskara'nın askerleri arasındaki kızlara, kadınlara, ihtiyar ve koca karılara, çoluk çocuğu dokunan, mal mülkü yağmalayanları kalabalık halkın önünde idam ettirdi. Onların atlarını, eşyalarının yağma edilen halka eşit olarak bölüştürüp verdi. Altı bin üç yüz Çinli askerin silahlarını, atlarını ganimet olarak alıp onları serbest bıraktı.

"Hanınız başını alıp kaçtı. Sizin canınıza zarar gelmeyecektir, gideceğim derseniz işte yol, kalacağım derseniz işte yurt. Sizi dövmeyiz, size sövmeyiz. Bize katılıp tebaamız olursunuz."

Askerlerin yarısı "kendi yerimize döneceğiz" dediler.

Manas onlara şöyle dedi:

"Esen Han'a söyleyin. Göğün altında yaşıyorsak bir gün görüşürüz. O zaman bahadırlar gibi konuşuruz."

Üç bin altı yüz Çinli asker diz çökerek yalvardı:

"Manas bahadır, sen Alevke ile Esen Han'ın korktuğu kadar bir yiğitmişsin. Biz seni takdir ettik. Bizi kabilene al, kabilene girelim."

Avul reisi Akbalta Kırgızlara katılan Çinlilere başını sokabileceği yer, binebileceği at, yiyebileceği yemek verdi.

Moğollar başlarından pek çok kötülük geçmiş görmüş geçirmiş ama ruhunu kaybetmemiş, çileli bir halk idi. Onların Kuldur adlı reisi Manas'ın önüne geldi.

"Bundan sonra kökümüz bir parolamız aynı oldu Manas. Genç olsan da kahramanlığına diyeceğimiz yok, yetişmişsin. Sen yalnız Cakıp'a ya da Kırgızlara değil, Altay'daki bizim gibi ufak, dağınık halklara da gereklisin. Erkeğin yanında disiplinli bir ordunun bulunması lazım. Yalnız ağaç, göze çarpmaz. Uygun görürsen her kabile reisi kırk aileden kırk oğulu çıkarıp sana can yoldaşı olarak verelim. Sen kendine yakışan uşakları hizmetine al. Onlar her işte senin yanında olsun, ölümde beraber iman bir olsun, onlar senin kölelerindir. Onlar kuvvetli olursa sen çınar gibi olursun! Ağabeyim Künös pehlivanın intikamını Neskara'dan aldın. Sadece Çegambay adında bir şımarık oğlum var. O senin yoldaşlarından, uşaklarından biri olsun. Yanına al!"


Cakıp avuluna katılan Altay Türkleri, Kangaylıklar, Moğol, Alçın, Uyşun Argın, Kazark Noygut kabilelerinin reisleri Kuldur'un sözünü haklı bulup, Manas'a can yoldaşı vermek istediler. Büyük küçük bir araya gelip antlaştılar.

Manas olgunlaşıp yaşı on dörde ulaştığında, köpeğini koyuverdi, kuşunu salıverdi, sabahtan akşama kadar Altay'ı dolaştı, öte tarafta Opol dağı, Kangay'a kadar tepeleri aşıp, nehirlerden geçip, ormanları dolaştı, avcılığa kendini verip yoldaşlarıyla on onbeş gün kaybolurdu.

Bir keresinde Manas'ın yedi yoldaşıyla beraber kayboluşunun üzerinden onbir gün geçmişken Cakıp'ın gönlü dayanamayarak "onların haberini duyan kimse yok, bu oğula ne oldu, yaramazlık edip Kalmuklarla tutuşup başı derde mi girdi acaba? Niye böyle gecikti?" diye yollara baktı.

Kuru geçide geldiğinde karşısına gökdemirden zırh giyinmiş elinde mızrak tutan, beline kılıç kuşanmış, omuzuna tüfek asmış bir sürü asker çıkıp Cakıp'ı ortaya aldılar.

"Babasının adı Cakıp, onun oğlu Manas'ı biliyormusun? Bize kılavuzluk edip onun avlunu götür" dediler.

Bunların dost olmadığını sezen Cakıp şaşalamadan onlara sordu:

"Adetimize göre büyüklere selam verilir, adı, sanı söylenir. Bu adeti bilmiyorsunuz, nerelisiniz?"

"Konuşma, ihtiyar. Önce sen kendini anlat?" diye askerler onu kuşattılar "

Adım Berdike. Babam Türktür. Atalarımızdan beri Altaylıyız. Cakıp'la düşmanız. O Manas'ı yakalayıp götürseniz bizim için de iyi olurdu. O bize gün göstermiyor," dedi Cakıp "kendiniz hangi tebaadansınız?"
Anladık ki, Esen Han on bir askeri seçerek göndermişti. Kalmuklar, Çinliler bu Kırgızlarla dövüşsek dağa, bir de çöle kaçıp gidiyorlar, bir şey yapamıyoruz, başka çare bulalım demişler. Hakan Çin'in, Çin-Maçin'in her yerinden becerikli pehlivanlardan on bir yiğidi deneyip seçmişler. Esen Han şöyle demiş: Manas'ı bile bile zehirleyip öldürün! Ya da bağlayarak canlı getirin! Aksi halde geri gelmeyin!".

Askerler efendimizin gönderdiği adamlarız, elçiyiz diye yola çıkmışlardı.

Cakıp, askerleri başka bir yola gönderip, kendi avuluna koştu. Cakıp gördüklerini anlattı, danışmanı Berdike, avul reisi Akbalta, kardeşi Bay ve ileri gelenlere akıl danıştı.

"Bu Çinli, Kalmuklar onu sağ bırakmayacak, Manas'a kin besliyorlar. Bir çare düşündüm. Şu anda Türk oğulları ile Kırgızların kabilesi büyüdü. Düşmanlar yıprandılar. Avuldaki birisine para ve hayvan verelim. Kan bedelini ödeyelim, kabul ederse, Manas işte budur diye Çinli ve Kalmuk elçilerini yakalatalım. Böylece huzura kavuşalım!"

Bu sözü işiten bay, Cakıp'a derhal karşı çıktı.

"Sözlerine dikkat et, ciğerim! Babalarımız hayvan satsa da can satmamıştır. Bin insan nasıl olur da oğlunu pul paraya satar. Bugün Kırgız'ın başına kıyamet koparıp felaket yağdıran düşman yok. Şaşırma. Altı bir düşmana karşı koyan Manas'a bu on bir asker ne imiş?

Cakıp'ın aklı karışıp dururken, kırmızı perçemli on bir asker Manas'ı ortalarına almış olarak geldiler. Manas ise onlara hiç aldırmadan mağrur duruyordu.

Bunu gören Cakıp bayıldı, canı manı kalmadı. Konuşamadı.

"Babamı sorarsanız işte bu kişi" diye, Manas, askerlere Cakıp'ı gösterdi.

"Hey, biraz önce bizi yoldan saptıran odur, yakalayın! Diyen askerler Cakıp'ı gösterdiler "****in başına deri giydirin"

dört asker vakit kaybetmeden Cakıp'ı yakaladılar.

Cakıp'ın sözünü dinlemeyen askerler, onun ellerini bağladılar.

"Ey askerler, ne yapıyorsunuz? Yeter! Hanın adamı iseniz terbiyeli olun! Söz dinlemeden ona ne yapıyorsunuz? Beni kızdırmayın!" diye Manas babasını kurtarmak istedi, askerler bağırıp çağırdılar.

"Onun kendisini bağlayın" diyen askerler Manas'a hücum ettiler.

Manas öyle hiddetlendi ki, gözlerinden ateş çıkararak dördünü birden yakalayıp gömlek gibi salladı, kaldırıp yere vurdu, kendine asılan altısını yere yıktı, ikisini bir eliyle birleştirerek tuttu.

"Söz dinlemediniz, bunu hakettiniz. Hanınız erkekse gelsin, gücünü göstersin, ondan korkacak kimse yok. Gidip bunu söyleyin."

Manas yarı canlı kalan askerlerden kırmızı perçemlerini koparıp kendilerini salıverdi. Manas'ın yanında duran delikanlılar onlarla alay ederek askerlerin atlarının kuyruklarını, yelelerini kestiler.

Cakıp Bay ocağını yeniledi. İkinci Hanımı Bakdöölöt bir oğlan doğurdu, "Manas"ımın dayansa dağı, eğilse direği olsun" diye adını Abike koydu.

Cakıp Bay ocağını yeniledi. İkinci Hanımı Bakdöölöt bir oğlan doğurdu, "Manas"ımın dayansa dağı, eğilse direği olsun" diye adını Abike koydu.

Cakıp Bay'ın sadece hayvanları değil, soyu da çoğaldı, avulu genişledi, otlağı uzadı. Komşusu Kalmuk, Tırgot, Moğollar ile yerleri paylaştı, hudutları sağlamlaştırdı, taş koyup üzerine yazı yazdırdı, kağıda mühür bastırdı, herkes kendi yerine sahip oldu.

Altaydaki yüksek dağların etekleri çok güzel yerler idi. Kuzeyinde Altın Köl güneyinde Barköl olup buralarda kayberen kuşu çok bulunurdu. Bahadır Manas avlanmaya çıktı. Yanında kırk boz oğlan vardı. Bir o kadar da yoldaş buldu. Av kuşunu beraberinde götürdü, canı sıkılırsa ceylan avlamak için yay da aldı, karakuşları da vurup, gönlünce eğlenmek istedi.

Manas ve arkadaşları Çarkastan'ın çukuruna çadır dikip keçe evi kurdular, boz oğlanlar atlarını oynatıp yarış düzenlediler. Köpeklerini bıraktılar, yay çektiler, kuşlarını salıverdiler, sungur kuşu oyunu oynadılar, kurt, tilki, mavi tilki avladılar. Güreş düzenlediler, ip çekme oyunu düzenleyip yarıştılar.

Laf lafı açtı, çocukların birisi büyük adam gibi konuşmaya başladı.

"Biz de elimize mızrak alıp, kılıç tutup dövüştük. Yiğitliğimiz kalmamışsa gençliğimiz de bitmiş demektir. Arkadaşlar artık kendimizden bir bey veya Han seçip kendimize baş yapmaya ne dersiniz? Ona itaat edip, dediğini yerine getirelim, böyle birlik olmazsak olmaz!" dedi Çegebay. "Hanginiz bunu desteklersiniz?"

"Hey, Çegebay'ın dediği doğru" diye boz oğlanlar bu teklifi birden kabul ettiler. "Han seçelim. Onu süsleyelim, töreler göre muamele edelim, fırsat gelmiştir. Geciktirmeyelim."

"Öyleyse kimi seçelim? Şartı nasıl olsun?" dedi Aydarkan oğlu Er-Kökçö.

İyi düşünceli, sözü geçen Salamat oğlu Aynakul Han seçimini yönetti.

"Bana kalırsa, bir şart koymak lazım. Hepinize şöyle bir şart koyuyorum: Kim Han olmak istiyorsa onun bindiği atı derhal kurban keselim. Tamam mı? Hadi cesur olan çıksın?"

Biraz önce yaygara eden çocukların hiçbirisi ben atımı kurban keseyim diyerek öne çıkmadı.

"Hepiniz zengin çocuklarısınız. Şu kadarcık bir işe de yaramazsınız. Han olacak kimse için bir atın lafı mı olur? Babanızın oğlu değilmisiniz!" diye Aynakul taşı gediğine koydu. "Hani, erkek olan kim?"

Çocuklar suskun dururken Aynakul "Han olup atını kesebilir misin?" diye Mançu'dan Şakundu'ya, Oşpur'un oğlu Nazarbek'e Askar'ın oğlu Cabakı'ya, Aydarkan'ın oğlu Kökçö'ye, Karakoco oğlu Kaldar'a Anzar'ın oğlu Koyon'a sordu, hiçbiri atını vermeye yanaşmadı.
Sonunda Aynakul, çocukların en küçüğü olan on beş yaşındaki Manas'a sordu.

"Cakıp Bay'ın oğlu Manas beğ sen ne dersin" "Atını kesip Han olmak, halkımızın adeti değildir.

Eğer canınız et yemek istiyorsa Ak-Kulan'ı keseyim. Bunu sizden esirgemeyeceğim, atı buraya getirin."

Bunu duyan Çegebay yaygara etti.

"Ak-kula zayıflamış, kemiği kalmış. Bir lokma et çıkmaz, onu kurtlar da yemez. Cakıp Bay'ın semiz kısrağını ben kullanıyordum. Manas verirse onu keselim."

"O zaman kısrağı kurban keselim " dedi Manas.
Çocuklar Manas'ın önünde boz kısrağı kurban kestiler. Etini büyük kazana koydular. Manas'ı teğeltinin üzerine çıkardılar, on eyeri bir araya toplayıp, altın tahtın diye onu oturttular, yanına gök bayrak diktiler.

"Hanımız Manas" diye bağırdılar.

"Hanımızı Tanrı korusun!"

"Var ol Manas!"

"Geniş bozkırın kurdu ol, Manas." Çocuklar bağırıp Çarkastan'ı sarstılar.

"Han'a destek olalım! Manas'a uşak olalım! Sözünü dinlemeyenler Altay'dan gitsin, Kalmuklara gitsin!" diye sıraya geçip başlarını eğip duran çocukları gören Manas kahkahayı bastı. O Han kaidesini yerine getirdi.

"Kendiniz beni, kaçsam da Han yaptınız. Şimdi söylediğim söz söz olsun, hepinize kolay gelsin! Yarın Altaydan öteye geçeceğiz. Kalmuklara kadar yolları yoklayalım. İyi yerleri bulalım. Büyükleri rahatsız etmeyelim. Yolun durumunu görelim."

Ondan beri Manas'ın bir dediği iki olmadı. Ertesi gün seksen delikanlı Altay'ı aşarak yol yürüdü. Güzel yerleri gördüler.

Manas iki çocuğu Kalmuk ve Çin taraflarına bakıp gelsinler diye bir günlük yola gönderdi, tepelere nöbetçi koydu.

Gürleyerek akan Urkul nehri boyunca üç yol kavşağında, katmer katmer ormanda, üzerinde bir yuva bulunan bir çınarın dibinde altı gün vaziyeti yokladılar. Yedinci gün Manas'ın gönderdiği çocuklar geri dönüp malumat verdiler. Esen Han'ın yük yükleyen kırk beş deveden oluşan kervanı, altı şive, on Uygur, on Kalmuk mahiyetinde gelmekteydi. Dokuz yüz asker Nuuker adlı bir bahadırın yönetiminde arkasında geliyordu.

Nuuker, bir gruba rastladığında asker olsa öldürün, çocuklar ise sürüp gelin diye denenmiş yüz askeri gönderdi. Alana sığmadan coşarak akan Urkul nehrinin kıyısına geldiler. Nehirden geçemeyen askerler kıyıda şaşırıp çocukların alayına maruz kaldılar.

"Göreceksiniz, nehirden geçersek gözünüzü çıkaracağız" diye bağırdılar.

Sonunda bir haberci, Nuuker'e gelip "Nehir kabarmıştır, insan geçebilecek gibi değil" dedi. Askerbaşı emir verdi: "Ölen suda temizlenir, diri kalan o kıyıya çıksın."

Suya giren yüz kişinin yirmisi boğulup gitti, geri kalan sekseni sürüklenerek ıslak halde Manas'a ulaştılar.

Askerlerin, büzülmüş, üşümekten titreyen halini gören çocuklar at üzerinde kıs kıs gülmeye başladılar.

"Nereden gelip nereye gidiyorsunuz? Kılıcı niye taşıyorsunuz?" dedi asker başı patlayarak.

"Görmüyor musunuz? Elimizde kuş, tazı, belimizde kılıç kuşanarak avlanan çocuklarız. Ya siz kimsiniz?" dedi Manas.

"Çin Hakanının halkıyız. Askerbaşı Nuuker sizi sürüp getirmeye gönderdi."

"Ee, Nuuker'in bahadırları açık söyleyin. Kiminle dövüşmeye geldiniz. Kiminle dost olmaya gidiyorsunuz?"

"Öff, bizim dosttan çok düşmanımız vardır. Düşmanın kim olduğunu Nuuker anlatır."

"O zaman söz ve töre bilmeyen imişsiniz" dedi Manas kamçısıyla yere vurarak.

"Hey, bu şımaran Kırgızın sözü zehir imiş" diye askerbaşı Manas'a atılarak "önce onu götürün."

"Ey, beni sürüp götürecek olan sen misin?" Manas keskin kılıcıyla hiç tereddüt etmeden askerin başını kesti.

Seksen asker birden Manas'a saldırdı. Manas kıpırdamadan kenarda durdu. Askerleri, çocuklar imha ettiler.

Manas sanki hiçbir şey olmamış, hiçbirşey görmemiş gibi seksen çocukla beraber kaldığı yere gelip rahat bir şekilde geceledi.

Yüz askerden bir haber alamayan Nuuker ordusunu sürerken kara nehire rastladı. Manas ve arkadaşları nehirin öteki kıyısında durup Nuuker'in askerlerini saydılar.

"Ormanın her yerine ateş yakalım. Askerlerimizi çok gösterelim." Manas her tarafta alev alev ateş yaktırdı.

Ertesi gün Nuuker, kavak ve söğüt kestirip sal yaptırdı, adamlarını suya sürdü. Dört salla suya girenler birbirlerine çarpıp pek çoğu suda boğuldu.

Nuuker'in askerleri Manas'ı kuşattılar.

"Siz hangi halkın çocuklarısınız?"

"Hey, ecdadımız Türktür. Atamız Tüböy Han'dır. Dedem Nogoy, babam Cakıp'tır. Adım Manas" dedi. Manas rahat bir şekilde.

"Elinin körü, Kırgızlar, bizim aradığımız sizsiniz!". Kımkar adlı pehlivan kılıcını çıkarıp bağırarak geldi.

"Bu düşmanla dövüşmek kolay değil, onlara dokunmadan sağ salimken eve dönmeyelim mi" dedi Kökçö.

"Hey, akılsız, Kökçö ciğerim. Eceli gelmeyen ölmez. Han taht üzerinde ölmez. Askerin çokluğundan korkma. Saçma sapan konuşma! Atlanalım Manas hazırlanıp tek başına çıkmak üzereyken Aynakul önünü kesti.

"Manas! Ey sen Hansın! Han rahat durur!"

Bu esnada Manastan küfür işiten Kökçö, Kımkar denen askerle dövüşüyordu. Kökçö mızrağıyla Kımkar'ı Kök katırdan devirdi.

Bolcong adlı bahadır beklenmedik bir anda Kökçö'ye vurmak üzereyken bahadır Manas onu yayla gebertti.

Bunu gören Nuuker, tahammül edemedi, atını kamçılayarak Manas'a doğru geldi. Manas da korkmadan atına vurarak Nuuker'e doğru geldi.

"Hey, sana söylemedim mi Han Manas, sen seviyeni korumadan niye düşmanla dövüşeceksin ki. Dur! Onu bize bırak" dedi Kökçe şaşırarak.

Bu sırada Kökçö'ye doğrudan saldıran Nuuker, n'r' atarak onu attan tutup indirdi. Elindeki Kökçö'yü taşa vurmak üzereyken, Manas Ak-kulasını kamçılayarak yetişip geldi ve Nuuker'i omuzundan tutup yukarıya dimdik kaldırdı. Kökçö, Nuuker'in elinde, Nuuker Manas'ın elinde dimdik dikilerek gidiyordu. Nuuker'i atın yelesine koyup baktı ki, Kökçö'nün eli Nuuker'in böğürüne yapışıp kalmıştı.

Manas Nuuker'in başını kopardığında çocuklar Manas diye haykırarak gevşeyip kalan askerlere saldırdılar.

Dağlar da Manas, Manas diye haykırdı.

Ormanlar da Manas, Manas diye seslendi.

Aydıng köl'ün kenarı. Göl, mavi buz gibi parlıyordu, bulutlara değen muhteşem sivri dağların göçü geliyordu.

Ak Otağdan çıkınca göklere doğru yükselen Ulu dağın, güneş ışığında kırmızı renk alan çarpık tepeleri, ateş gibi kızarmış bulutlar, mavimsi dağlar gözüküyordu. Gökyüzünde ufak parçalara ayrılan, köpük gibi köpüren, şekilden şekile giren bulutlar vardı.

Bu yaşamın ulu gününde, güneş dağ arkasından çıktığında, Altaydaki Kırgız Cakıp'ın avulunda zurna ve davul çalındı. Tek davul çalınırsa, kötü haberin işareti diye halk teleşlanır, korkudan ödü kopardı. Zurnanın çalınması, iyiliğin işareti idi. Sabah erkenden çalının yulaflı zurna sesi dağı neşelendiriyordu.

Bugün Cakıp'ın avulunda büyük işler vardı. Obadaki tepeye K'şgar halısı konmuş Noygut, Totu ve Sartlardan haber geldi. Öğlene doğru yurt reisleri gelecektir" dedi. Akbalta'nın yardımcıları "Türk kardeşlerimizin hepsi gelecek."

Güneş tünekten köşedeki keçe yüzüne düştüğünde, haberdar edilen salabetli avu reisleri, beyzadeleri Cakıp'ın beyaz evine gelip toplandılar.
"Ey milletim, hepimizin çektiği sıkıntıyı anlatmak istiyorum. Tanrı yardım ettiği için beli bükülen halkımız yeniden belini düzeltip kuvvetlendi. Köklerimiz yayıldı, dallarımız tomurcuk bağladı. Az da olsa askerimiz var. Bize sataşanlara gücümüzü gösterdik. Şimdi etrafımızda düşman var. Bakıp durmayalım. Uyanık olalım. Kendimizi muhafaza edelim. Babamız Nogoy gibi bir gün felakete kalmayalım. Eskiden babalarımızın sarayı, Hanı, bayrağı vardı. Halkın kuvveti, Hanı olması gerekir. Eğer uygun görürseniz halka sahip çıkacak, ülküsü olan birini Han yaptım" dedi Akbalta.

"Aferin size. Çok haklısınız."

"Bilge gibi konuştun. Han soyundansın, Akbalta".

"Yaşa Akbalta" diye bağırdı millet.

Gürültü kesildikten sonra aksakallar sohbete başladılar.

"Kalan sözü aksakalımız Berdike söylesin" dedi Akbalta halka hitaben.

Avulun en akıllısı olan Berdike aksakalını sıvazlayarak gelenlere baktı.

"Altay'ın kabile reislerinin tamamı ve Türkler bir araya geldik. Altı şehir halkı hep bir aradayız. Hangi erkeğin erkeği, bahadırın bahadırı, yiğidin yiğidi, aklıyla yol bulan, sözüyle sır çözen, kılıcıyla düşman kesen ben han olacağım diye meydana çıkacak"? Kalabalık karşısına "Han olacak işte benim" demeye cesaret eden, bileklerini sıvazlayıp göğüs geren kimse çıkmadı.

Halk bekledi, aksakallar yere baktılar, yiğitler suskun suskun durdular.

"Bugünkü ufak dallarımız yarın çınar olacaktır. Bu yavrular arasından Han olacak kimse yok mu?" dedi Berdike çukurlarda oynayan, dağlarda dolaşan çocuklara bakarak.

Çocukların içinde Salamat'ın oğlu Aynakul söz söylemede usta idi; kalabalık halka doğru çevrildi:

"Millet, atalar, geçende seksen çocuk avlanmaya çıktığımıza, boz kısrağı kesip Manas'ı kendimize Han yapmıştık. Bizim seçiğimiz han size yarayacak mı, bunu bilmediğimiz için suskun duruyorduk."


"Bu yaramazın söylediğini duydunuz mu millet?" dedi Berdike neşeli bir şekilde "Gençlerin gözü iyi, niyetleri sabah güneşi kadar temiz. Tanrım çocukların dilediğini ver, halkın dilediğini ver, Kırgızın dileğini ver!"

Akbalta deve gibi çırpınıp, hanımı doğurmuş gibi sevinip açıldı: "Hey millet, gencinizle yaşlınızla burdasınız, söyleyeceğinizi şimdi söyleyin!

Gönlünüzde bir şey kalmasın.

"Derken arslan Manas, Opol dağı gibi heybetli şekilde yere basa basa ortaya geldi.

"Kısrak kesip Han seçmek çocukların işidir. Bütün halka Han olmak başkadır. Türk evlatları her milletin önderleri ve akıllıları işte buradasınız, benden başkasını han seçiniz."

Manas iki yanına bağırıp çağırırken daha kuvvetli daha muhteşem görünüyordu. Etrafına bakınıp aksakal Berdike'nin karşısına geldi.

Berdike altı kulaç beyaz keçeyi yere yayarak koydu.

"Bizim dediğimiz uygun ise, emrettiğimiz yerine getirilirse, Hanı böyle seçelim." Akbalta ile Berdike Cakıp Bay'ı beyaz keçeye oturttular."

Şimde bulduk Hanımız Cakıp olsun" diye beyaz keçenin üzerindeki Cakıp'ı kaldırmaya kalktılar.

"Hey, durun bir dakika, millet! Bırakın!" Cakıp beyaz keçeyi kaldıranları durdurdu "Millet, hürmetinize sevindim. Benim gibi bir ihtiyarı bırakıp, şu tek oğlum Manas'ı Han yapınız!"

Cakıp gözlerinden yaş döküp, ağlayarak durdu. "Bizi Altay'da halk yapan Cakıp'tır, bizi Altay'da arslan yapan Manas'tır!" Halk bağıra çağıra Manas'ı da beyaz keçeye getirdi "Baba oğul Han olsun!"

Çırpınıp duran kalabalık içinden ayrılıp çıkan aksakallar, bilgiçler vay vay demelerine bakmadan Cakıp ile Manas'ı beyaz keçeye koyup kaldırdılar.

"Hey millet, sözümü dinleyin!" yedi adım atıldığında Cakıp halkı durdurdu, "Gökte bir ay, bir güneş olur, bu Tanrının kudretidir. Halkın başında bir han, bir bayrak olur. Bu ataların âdetidir. Hanınız işte Manas! Onu tutunuz!".

Cakıp beyaz keçeden indi, Hanlığa Manas'ı aday göstermesine halk da razı oldu.

"Manas!"

"Manas! Biz seni Tanrıdan dileyerek aldık!"

"Yaşa Manas!" Beyaz keçeyi Manas'la beraber kaldırıp taşıyanlara kalabalık halk yarılarak yol açtılar, kalabalığı dokuz kez dönünceye kadar diz çöktürüp durdular.

Kambar Boz'un hayırlı kurban içinde seçilen atlarından kırmızı kısrak Manas'ın önünde kesildiğinde halk sükunet içindeydi.

Manas başına kenarları altınla süslenen, tepesi büyük Halk kalpağını giyip Toruçaar'a bindiğinde halk uğulduyordu.

"Maksadımıza erdik. Sonuna kadar han ol Manas!"

"Han Manas'ı Tanrı korusun! Bin yıl yaşasın!"

"Başkalara perçem, karşı çıkana ok olsun!" Bu hayırla dilekler göğü sarstı.

Nogoy Han'dan miras kalan mavi bayrağı Cakıp otuz yıl derilere sararak yüklerinin arasında saklamıştı. Şimdi onu alıp çıkıp direğe çekti.

Cakıp Bay, oğlum Manas han oldu diye doksan kısrak kesip dokuz gün düğün düzenledi.

Manas, Bay ile danışıp, delikanlıları göndererek K'şgar tarafından Bakay'ı getirtti. Kaplan Bakay dağ gibi kocaman biriydi, kaplan gibi bakışları vardı, boynu boğanın boynu gibi, butları buğra butu gibi idi. Gök tulpar (kanatlı at) a benzeyen bir ata binmişti, mavi elbise giymişti. Sağ omuzunda her şeyi altı ay önceden haber veren, bilmediği şeyleri bildiren, duymadığı şeyleri duyuran melek vardı, açık gözlü, tecrübeli, şirin sözlü, hiçbir şeyden çekinmeyen akıllı bir adamdı.
Manas Kalmuk ve Çin'i dolaşarak dilini, sırrını, âdetlerini öğrenen, sözü kesen bilge Bakay'ı han danışmanı yaptı.

"Uğurum Manas, seni görmek arzusuyla on yıl aradım. Şimdi seni buldum, başka arzum yoktur. Manas kardeşim, sana hediye olarak candost Acıbay'ı buldum, dostluğunuz takdir ediyorum" dedi Bakay.

Argın'ın Hanı Acıbay babasına darılarak sarayını terketmişti. Kendisi gibi arslan yürekli birini arıyordu, Manas'ın yiğitliğini işitmişti. Bahadırı rüyasında görüp, arslana arkadaş olacağım diyerek at boroyun kazarak, kulağı duyduğu, gözü gördüğü yerleri aralayıp sonunda Bakay'a rastlanmıştı. Akıllı Bakay erkeğin kanatı erkekle çıkar diye siyah elbise giyen, koyu al renkli ata binen Acıbay'ı han Manas'a can arkadaşı olmaya layık görüp peşine alıp getirmişti. Acıbay çatal sakallı, kırmızı yüzlü, uzun boylu, geniş omuzlu, yiğit görünüşlü, geniş göğüslü, yassı dilli, yenilmez söz ustası, yetmiş dil bilen, kara dilin kayrağan, Han karşısında susmayan azizlerden biri idi.

Bakay Manas'a şöyle dedi:

"Etrafımıza bak. Geçmiş babalarının yolunu öğren. Hanlığı keskin kılıçla, mızrakla muhafaza et. Yerini göğsünle genişlet. Halkını akılla yiğitliğinle yönet."

Sükunetle, oturanları seyreden heybetli Bakay yine konuşmaya başladı:

"Manas! Sana bir akıl vereyim. Senin dokuz atan Han olmuştur. Dokuzunun da yanında kırk arkadaşı vardı. O adeti muhafaza et. Ormana bakan kırk boz oğlan ve diğerleri içerisinden deneyerek kırk arkadaş seç!".

Han manas, böylece akıllılara ve bilgelere danışarak iyilerin iyisinden, bahadırın bahadırından kırk yiğit seçti. Kırk yiğide başka kabilelerden Moğol Caysang'ı, Kuldurdan Çalıbay'ı Mançudan Macik'ı , Kangaylı Keldikey'i, Danggıt'tan gelen Kayıp Han'ı, Dağalıktan Munar'ı, yine Altaylıların hepsinden; Alçın, Uyşun Nayman, Abak, Kırgız, Kıpçak, Noygut, Nogoy, Özbek, Totu, Nabat, Andıcanlı, Kazak, Karakalpak, Döölös topladı. Kırk yiğide baş olarak kaplan tabiatlı, kurt gözlü, kalın kemikli, geniş göğüslü, ağırbaşlı, tatlı sözlü Kırgıl tayin edildi.

Kırk yiğit, Han Manas'ın etrafında dolaşıp durdu. Manas gökten inen, düşmana korku veren altı kılıcı arkadaşlarına hediye etti. Dayanıklı olan zülfikarı kendisi aldı. Hayırlı dilek için kambarboz'un atlarından kısrak aldırıp kırk yiğidin şerefine kurban kestirdi.

Han Manas dedesi Nogoy'dan kalan keskin bulat kılıcını aldırdı. Ota değdiği zaman yakan, onu sallayanı ansızın öldüren dağa vurulduğu zaman taşları kesen, bele doğru vurulduğu zaman baş kesen, gecede kınından çıkarıldığı zaman ateş gibi kızaran, düşmana doğru sallandığı zaman kırk yedi arşın uzayan kılıcı; Açalbars'ı Bakay'ın eline verdi, kırk yiğit diz üstünde oturarak ant içtiler.

"Hanımız Manas!" Han ile canımız beraberdir. Eğer Hana karşı suç işlesek, niyetimiz bozulsa üzerimizden yüce Tanrı cezamızı versin! Canımızı işte bu kılıç alsın!"

Her bir yiğit albars kılıcı öperek kanını değdirdi.

Manas'ın salabatlı kırk yiğidinin hepsi bahadır diye adlandırıldı. Her birine at otağ tahsis edildi, uşak verildi. Kırk yiğidin atlarını alnına muska takıldı.

Er Manas iki dizgin bir yuları elinde tutup, talihsiz kırgızın ocağını düzeltti, birbirinden kopanları birleştirdi, çevresini genişletti, Kalmuk ve Moğol'u eşit seviyeye getirdi. Evvelki zavallı millet artık dertlerinden kurtulup, beyaz kalpağını giyip, sıkıntılarını çözüp, "Tanrım, Han Manas'ı koru" diye canı huzur içinde üzüntüsüz yaşamaya başladı.

Manas, dokuz yıl benzeri bulunmayan han oldu. Manas tahta oturduktan sonra halkı muhtaçlıktan kurtuldu, bahadırı çoğaldı. Altay, Kazak, Türk, Uygur, Moğol ve komşu kabileler arasında itibar sahibi oldu. Kırgızlar onlardan kız aldılar, onlara kızlarını verdiler, onları ata bindirdiler, onlarla mal mülk değiştirdiler, kervan kurup ticaret yaptılar. Manas'ın tarlası (toprağı) Altay'dan Kaşgar'a, Kaşgar'dan Tibet'e, Tibet'ten Samarkand'a ulaştı.

Manas'ın saltanatını, Kalmuk Hanı olan yalancı Alevke, Çin Hanı olan kurnaz Esen Han, Mançu Hanı Neskara çekemediler. Çok eski kinini, üç kez gönderdiği ordusundan ayrılıp kaldığını hatırladılar. Savaş açmaya gücü yetmediği için "Bekleyin de görün Kırgızlar" diyerek uygun bir haberin gelmesini beklediler. Kendi aralarında anlaşıp "Türkleri iple boğmaktansa, onları birbirine düşürmek lazım" diyerek çare aradılar. Kalmuk ve Çin'in rahip, sofi kalender ve dervişleri casusluk yaparak avulları dolaştılar. Kaşgar, Moğol, Samarkand'a giden kervan Kırgız elinden geçerdi, bunların çoğu Alevke ile Esen Han'ın mahsus gönderdiği adamlar idi.

Kurnaz Esen Han, birbirine yakın bulunan Türkleri, Uygur ve Kalmukları Kırgızlara karşı kışkırttı. Manas'ın gücünü, gazabını bilen komşuları başkaldırdılar, düşman olmaktan vazgeçebildi. Çukura düşen ayı gibi çırpındı.

Altay'daki düşmanların durumunu iyi bilen Manas, Çin ve Kalmukların hareketini sezerek Kalmuk ile Kırgız sınırına gece gündüz nöbetçi koyup ordusunu hazır durumda tuttu.

Bahadır Manas sefere çıkarken çok daha heybetli gözükürdü, cebe giyerdi. Kurulup otururda, kulağı kalkan gibiydi, gözleri ateşli idi, kapaklı ve büyük idi, öfkeli hali vardı. Görünüşüne gelince bir bakarsın kaplana, bir bakarsın arslana benzerdi. Aklının ve gücünün mükemmel olduğu bir yaşta idi.
HAN MANAS'IN ZAFERLERİ

Kalmuk hanı Alevke Dangu şehrinin hükümdarı Kayıp Dangı'ı saraya çağırdı.

"Kayıp Dang, Kara Şehir'in hanı Manas'ın sonu geldi. Şehiri Tırgot, Mangullar yapmıştır. İçtiği suyunu üç gün kesip ondan sonra zehir koydur. Halkını öldür, kapısını gece açtır. Ardından ordu girecek." Diye emretti Alevke.

Kayıp Dang, bunu kabul etti, şehir yöneticilerini çağırıp ertesi gün Karaşehir'in suyunu kestirmek için gizlice adam gönderdi. Alevke'nin emrini duyan Kayıp Dang'ın rahipleri akşamleyin bu haberi Manas'a ulaştırıp karşılığında altın aldılar.

Manas gün geçmeden Karaşehir'in suyuna zehir koyacak olan Kalmuk ve hain Moğol' u öldürdü. O gün Dangu şehrine süratle akın yaptılar, kadınlar, çocuklar ve yaşlılar şehirden kaçtılar. Kayıp Dang'ın kızı Karaberk, kırk kız arkadaşıyla halk arasında kalıp düşmana direndi ve pek çok yiğitleri atlarından devirdi. Karaberk, Makay'ı da yaralamıştı.

Manas, nişancı kızın yaptıklarını duyup onu canlı yakalatıp getirtti. Manas han kızının güzelliğini gördükten sonra, onu öldürmeden, onunla evlenmek istedi.

Kız babasının öldüğünü öğrendikten sonra "Manas'a varmak değil, babamın intikamını almak istiyorum." Diye tehdit etti: "Kız nazı ile sevilir." Diyen Manas, Karaberk'in karşı koyuşundan, kahramanlığından memnun oldu.

Ele geçen Kayıp Dang'ı kızının yanına getirdiler, Kayıp Dang ile Manas barıştı.

Üç kahraman dost oldu. Buğday ekmeğini çiğnediler, el tutuştular, çubuk kırdılar, ellerinden, kan çıkardılar.

"Ekmek kutsaldır. Buğday gibi temiz niyetle yaşayalım! Birbirimize kötü niyette bulunursak çubuk gibi kırılalım! Düşmanımıza beraber saldıralım. Düşmanlaşsak kanımız aksın!" diye bahadırlar Tanrının huzurunda anlaştılar.

Kayıp Dang büyük bir düğün düzenledi. Bay, Akbalta, Berdike, Bakay başta olmak üzere Dangu şehrinde âdetler gereğince baş dünür olarak geldiler. Han Manas şanına yakışır bir şekilde Karaberk ile evlendi. Kayıp Dang, âdetlere göre Türk ustalarına kızı Karaberk için on iki katlı ev yaptırıp, içerisini türlü türlü eşyalarla süsledi. Bu evin güzelliğini ozan Caysang yarım gün methederek bitirememiştir.

Tanrının ulu gününde Cakıp avuldan altmış akıllıyı bir araya topladı, aksakallılarla kurultay düzenledi. Bu yine ne diyecek acaba diye Bay'ın sözünü dinlediler. İhtiyarlar kısrak kesip, tören olan eve yerleştiler.

Ağzında sözü var, dilinde balı var Cakıp şöyle dedi:

"Görmüş geçirmiş ihtiyarlar, size söyleyecek derdim var. Görmediğimizi gördük içmediğimizi içtik. Dolaştık. Gördük ki Altay kutsal yer imiş. Başıboş dolaşmıştık, şimdi canlandık; kurumuştuk, şimdi yeşerdik. Ama dünyalarımız çoğalıyor. Kalmık ve Çinliler bize gün göstermeyecektir. Halimi iyi iken yer arayalım. Uygun görürseniz, hepimiz Altay'dan Ala Dağ ve Andıcan taraflarına göç edelim.

Avulun büyüğü Berdike bu sözü beğenmedi.

"Hayvanlarına yer dar geldiği için böyle söylüyorsun herhalde, Düşmanlar artık yıpranıp bizden korkmaya başladılar. Şimdi nereye kaçacağız? Kazandığımız malı mülkü niye savuralım?"

İhtiyarların sükûnetini Bay yiğit bozdu:

"Cakıp'ın dediği doğrudur. Korumak isteyeni korurum", buyurmuş Tanrım, ıssız bucaksız sınırı olan Çin'in askerlerinin hesabı yok. Altay'daki Kırgız'ın ordusu kuvvetli değildir. Bir gün gelip bizi yok etmesin! Doğuda Sarı Arka, Kuzey tarafta İdil, Nura Su (nehir)yu, Opol dağı var. Oralar annemizin babamızın büyüdüğü yerdir. Bu taraflara bir bakalım."

Bu sırada Kambar'ın oğlu Aydarkan şöyle dedi:

"Başımıza bir şey geldiği yok, niye göç edelim diye söyleniyorsunuz? Yoksa Çinliler mi geliyor? Veya Kangay mı geliyor? Doğmak var, ölmek var. Nereye gidersek gidelim ecelimiz gelmişse öleceğiz. Alnımıza yazılanı görelim."

"Vay dünya! göbek kanımız damlayan topraktan iyi ne var!" dedi Bay.

Manas şöyle dedi:

"Milletim, düşmanın gölgesinden korkup kızışmayalım. Beni han yaptınız, hanın sözünü dinleyiniz! Babalarımız düşmana kanını verse de topraklarını vermiş değildir. Çinliler topraklarımızı elimizden aldılar. Topraklarımızı geri alalım. Bunu yapamazsak Kırgız olmayalım. Şerefimizi koruyarak, intikamımızı, topraklarımızı aldıktan sonra Ala Dağ'a göç edelim."

Manas'ın sözünü herkes beğendi.

Beş gün sonra Manas'ın karşısına muhtelif boylardan kurulmuş sekiz yüz bin kişilik ordu geldi, bayrakları dalgalanıyor, zırhları parlıyordu.

Manas ilk seferini Altay'daki büyük hana karşı, yani Kırgızlarla defalarca saldırıp topraklarını zapteden Tekes Han'a yaptı.

Han Manas, Tekes Han'a mektup gönderdi:

"Tekes Han, Kırgızdan aldığın toprakları geri ver, yiğitlerinin kan bedelini öde, otuz yıldan beri aldığın vergileri geri ver, aksi halde, yüzyüze gel!"

Mektubu alan Tekes Han öfkelendi:

"Sürgündeki bir avuç Kırgızdan çıkan nasıl bahadır imiş, Manas?"

Tekes Han, Kuyas adındaki kurnaz adamına Doğudaki Kırgızları gözleyiniz, düşmanı görürseniz haber veriniz diye onu casusluğa gönderdi.

Tekes, düşmana karşı tedbir almaya çalışırken yedi gün sonra casuslar gelerek:

"Kırgızlar bizden önce harekete geçmiş." dediler.

Şaşkına dönen Tekes:

"Kuyascığım bir çare bul!" diye yalvardı.

"Ele geçiremediğimiz Kırgız kendisi geliyormuş. Eceli gelmiş demek, gelsin bakalım!" dedi Kuyas aldırış etmeden.

Kuyas gece yola koyulup Kırgızların saldıracağı tarafa varıp sihir yaptı, geniş dağ deresindeki otlar, çiğ (bir çeşit bitki), kuray (bitki), söğüt ve kavakların hepsini insan şekline getirip gayet çok asker varmış gibi gösterdi.

Ertesi gün Kuyaz gelip Tekes'in gönlünü avuttu.

"Gayet çok asker hazırladım. Huduta yerleştirdim. Git gör?" .

Tekes huduta gelip baktı ki düşmana karşı topuzlarını eline alan, kılıçlarını hazır tutan tamamı pehlivanlardan oluşan sayısız asker var.

Tekes Kuyas'ın hünerinden memnun olup, bununla karşılaşan Kırgızlar ölecektir diye komşu hanlara haber vermeden, yardım talep etmeden rahat yattı.

Dördüncü gün Manas büyük ordusuyla Tekes'in topraklarına geldi.

Ordubaşı Aydarkul Tekes'in sayısız askerleriyle karşılaştığına şaşırıp, Bahadır Manas'a geldi.

"Buca Kalmuk askerine gücümüz yetmez. Felaket olur. Çekilelim." Dedi bazı korkak binbaşılar.

"Kaçarak ensemize ak yemektense karşılaşıp ölelim." Diye sinirlenen Manas gidip bakmak için tek başına yürüdü. Bahadır'ı yalnız bırakmamak için Bakay da yürüdü. Yolda Bakay şöyle dedi:

Manas, onların karşısına ben varayım, ben gidip bakayım. Kalmuklar yakalasa beni yakalasın, sen kurtulursun. Onlara göründükten sonra kaçalım, sırrını bilelim."

Bakay, düşmana gözükerek yürüdü. Sıraya dizilen Kalmuk askerleri kımıldamadılar. Bakay buna şaşırdı. Bakay mızrağını uzatsa onlar da hepsi birden mızraklarını uzattılar. Bakay eline kılıç alsan, kalabalık asker de aynı hareketi yaptı. Bağırsa bağırdılar.

Bunun hile olduğunu öğrenen Bakay, rahat bir şekilde gelip durumu Manas'a bildirdi.

"Manas benim bildiğimi bildin mi, duyduğumu duydun mu, bu bir hileymiş. Kalmuk'un sihirbazı sihir yapıp yerdeki otları, çiğ, kavak ve söğütleri asker yapmış" dedi Bakay gülüp "bunları dövüşerek yenemeyiz. Bu Çinlilerin bilmediği hile yok."

Kırgızlar büyülü askerlerle dövüşmeden askerlerin ayağına alabildiğince barut koyup ateşledi. Barut, alandaki kalabalık askerleri, kamış, çiğ ile beraber yaktı.

Manas'ın askerlerinin sarayını kuşattığına sinirlenen Tekes Han yanındaki sihirbaz kuyas'ı öldürüp, kendisi de canlı ele geçmek istemiyerek kalbine hançer saplayıp intihar etti.

Manas, Tekes han'ın halkını, binlerce askerini saraya toplayıp şöyle emretti:

"Gök bayraklı yiğitler! Gök Tanrının çocukları! Tekes Han'ın askerlerine dokunmayınız! Kalmuk askerleri halkımıza isteyerek hücum etmiş değildir. Bunların halkını, malını mülkünü talan etmeyiniz! Eğer kim Kalmuk'un Tekes'in halkına kötülük ederse cezası ölümdür!"

Manas Aydarkan'ı yanına alarak askerlerini kontrol etti.

"Bu Kalmukların nesine acıyalım? Bize acımayanın günahı yok mu? Diyerek askerlerin içerisinde Manas'a küsenler oldu.

Han Manas, Tekes Han'ın halkını tamamını Tötön'ün geçidine çağırttı.

Toplanan Kalmuklara Manas şöyle dedi:

"Ey, millet! Başınıza dert geldi. Bizi küstüren, tahkir eden hanınız ile onun mahiyetleri öldü. Hanlığa alışmış halk idiniz. Hansız, başsız gününüz karanlıktır, huzurunuz olmayacaktır. Şimdi kendi isteğinizle kendinize han seçiniz, bayrağınızı kendiniz taşıyınız."

Manas'ın sözünü halk beğendi. Beyaz saçlı, gözlerinden ateş saçan aksakal Manas'a döndü."

Genç olsan da erkek imişsin, kılavuz imişsin! Senin gibi evladı olan halk ölmez" diye, Kalmuk putlarına yalvardı dua okudu. Kalmuklar aksakalasığındılar.

Han adayı için birkaç beğ, bahadır ve Dang'ın adı okundu. Ama kimse ben han olacağım diye çıkmadı.

"Bir halktan bir han çıkmazsa, o halkı Tanrı lanetmiş demektir" dedi Bakay "İhtiyar olsa da han yapınız."

Karaça isimli yaşı seksene gelen ihtiyarı halk sıkıştırdı.

"Ben yaşlandım, yoruldum. Gençlerden yapınız!" dedi Karaça diz çöküp.

"Yaşlı olsan da akıl senden çıkar. Kalmuklar yaşlılarına saygılıdır."

Karaça tereddüt etti yanına Saykal isimli kızı işve yaparak yetişip geldi.

Kız çubuk gibi ince belli, erkeksi giyinen, kızıl kaş, düğme baş, süt gibi beyaz vücutlu, horoz gibi boynu olan, yuttuğu boğazından gözüken güzel biriydi.
Saykal Kız, babasına şöyle dedi:

"Baba, nasılsınız? Ölen Tekes'in elbisesini nasıl alırsınız? Hükümdarlığa hevesinizi mi vardı? Bu davranışınız olmadı."

Karaça "çocuğum da tasvip etmedi" diyerek durdu.

"Ey, millet!" Dedi Karaça "Ben size han buldum. Temir Han'ın oğlu Teyiş, han olmaya layık, on sekiz yaşında bir oğlan Teyiş'i han yapınız!"

Karaça, bağırırken toplanan kalabalık "Teyiş Han!" diye putlarına sığındılar.

Han Manas bundan memnun olmadı. Teyiş'i beyaz keçeye oturtup han adetince her taraftan tutup kaldırttı. Tekes'in, nakışları altından olan kızıl sancağı çekildi ve hanlığı ilan edildi.

Temir han'ın en küçük oğlu Teyiş Han, babasının ıssız yerdeki bembeyaz inci gibi güzel olan şehrinin id****ini ele aldıktan sonra yedi atasından beri görülmeyen büyük bir şölen düzenledi. Kalmuklar, bu defa Altaylara, Kagayara ve Mançurya'daki Türk kabilelerine Kırgızlara, Moğolllara ve pek çok halka cidden kendilerini göstermek istediler. "Tür kabilelerinden neyimiz eksikmiş? Kırgızlar çok şölen düzenlediler. Biz de doğuda bir gürültü koparalım" dediler Kalmukların gençleri ve ihtiyarları.

Teyiş Han, Kırgızlar için at yarışı tertip etti. Yarışan kırk ata ödül olarak deve verdiler kısrak kestiler, kımız yaptılar. Halk iki tarafa bölünüp güreş yaptı; dövüş düzenledi. En güçlü, en dayanıklı olanlar ödül aldılar.

Şölen kıvamına geldiğinde, kalabalık çoştuğunda sarı beyaz ata binen, düğme saçlı, on yedi yaşındaki Kalmuk kızı Saykal, meydana çıktı.

"Saykal, Saykal!" diyerek Kalmuklar bağırışıp putlarına sığındılar "Gök Tanrı sana denk gelecek insanoğlunu yaratmamıştır." diye bağırdılar.

Kız olmasına rağmen, dokuz kulaç mızrak tutup, savaş silahlarını kuşanıp, yürük atına binip, bayraklı mızrak alan Saykal, bahadırlara yakışan heybeti ile duruyordu.

Kuşluk vakti oldu, öğlen oldu, öğlenden sonra oldu, erkekler çevirilmiş olarak durdular. Saykal ile tutuşmaya kimse çıkmadı. Bu işi eceli gelen denemezse, başka insan deneyecek gibi değildi. Kırgızlar Tekes'in yanında pehlivanlığıyla bahadırlığı bir arada olan Saykal'a karşı koyan insanın olmadığını duymuşlardı.

"Bunca erkek arasında bir şerefli erkek yok mu? Erkek kadından kaçar mı? Diye haykırdı Saykal, "Şerefimi kazandım! Ödülümü veriniz!"

Kadının sözünü duyduğunda han olduğunu unutup, gururuna yediremedi er Manas, kadınla dövüştürdünüz. Erkek değilsiniz! ".

Manas yağmurunu dökecek bulut gibi kükreyerek, heybetle savaş silahlarını kuşanıp, sırlı mızrağını uzatıp, Aksargıl'a kamçıyı vurarak Saykal kızın önünü kesti. Er manas güzel, geniş alınlı, yayık göğüslü, uzunca, oyuk burunlu, cadı gözlü Saykal'ı görünce aklı dağılıp ateşli kalbi oynamaya başladı, "Öldürmeyim, değerli bende imiş, benim alacağım kız imiş" diye düşünüp omuzuna mızrağı ihtiyatla uzattı.

Haddini bilmeyen kız dövüşmeye devam etti. Bahadırın mızrağına vurup, altın eyerin hakkı diye kalbine nişan eyleyip göğsüne mızrak vurdu.

Sendeleyen Manas'ın gözlerinden ateş sıçradı, bindiği atı da bir yana eğerek kendini düzeltti. İkinci karşılaşmada kız, Saykal bağırarak, gelip yiğide doğru mızrak vurdu. Mızrağın ucu Manas'ın sağ koltuğunda girip arkasından çıktı. İki dev mızraklarını bırakıp böğür böğüre tutuşup erkek güreşine geçtiler. Saplanan mızrağın arkasından sallanıp durmasına bakmayan Er Manas utanarak Saykal ile dövüşmeye devam etti. Sağ tarafına gelen Saykal kuvvetli Manas'ı göğsünden aldığında arslan çoktan gevşemişti.

"Kadını yenemeyip de alaya mı alınayım?" diye öfkelenen ER Mana baltasını eline alıp Saykal'ın üzerine vurdu. Kız kalkanlarıyla karşı koyup Manas'ı şaşırttı.

Kız Saykal, kaplan Manas'ın sağ omuzuna vurdu, kamçıyla vurup onu at üzerinden devirmek istedi.

Bu kadarla da yetinmedi, Akbalta'nın arslanlarından biri olan Çubak atını, ok gibi hızlı koşturarak ortaya geldi, "Hey bu engiş (birbiri at üzerinde çekmek ve eyerden düşürmeye çalışmak) değil, dövüştür" diye Saykal'ın bindiği atın başına vurdu. Saykal'ın atı ürküp bir yana saptığında Çubak, Manas'ın sol omuzundan doğrulttu.

Akbalta ok gibi hızlı bir şekilde ortaya geldi.

"Kavga çıkacak, bahadırlar durun!"

Bu esnada Kalmuk'un Dogo adlı bahadırı çıkıp Akbalta'ya saldırdı.

"Pis Kırgızlar, bir kıza bahadırınız Manas rezil oldu. Bur kişiye karşı nasıl ikiniz girersiniz!"

"İki yiğit mücadeleye çıkmıştır. Yenip yenilme başkadır. Oyunu bozma!" Çubak, Dogo'ya elini kaldırıp, atını itti.

Kazaklardan Aydarkan, Kırgızlardan Bakay çıkıp beklenmedik olaylar meydana gelmesin diye araya hakem soktular.

Teyiş hakem oldu. Hakem oyunu durdurdu, direnenlere sert davrandı.

Bahadır Manas üzerine saplanan mızrağın ucundaki kılları temizleyip etinden çekip çıkardı. Yiğidin yan kısmında açılan yaradan kan akıyordu. Bu Manas'ın gücüne gitmişti. Bin çeşit otun başı birleştirilerek yapılan Orcemin adlı ilacını yara üzerine örttü, akan kan durdu, gözleri açıldı.

Öfkelendiğinde önüne çıkanı yıkıp kıran Manas, ateşlenip Aksargıl atını oynatıp arkasından toz duman bırakıp tekrar meydana çıktı. Bunu gören kız Saykal da hiçbir şeyden korkmayan erkek gibi, dişi arslan gibi haykırdı.

Niye güzelliğine kapılıp kurtardım ki kadını. Düşmana acıyan kendisi yaralanır, diye kendini kızarak mızrak uzattı Manas.

İki dev, ardı ardına tutuştu. Üçüncü kez tutuşmada Saykal atın sağrısına gitti. Manas, atının sendelendiğine bakmadan Saykal'a mızrak savurdu. Saykal şaşırdı.

Bir yana çevirilerek kendi adamlarının arasına kaçtı.

Manas, Aksargıl atını koşturup peşine düştü.

Manas babasının himayesine sığınan Saykal'a ulaşamadı. Askerleri yarıp giremedi, atını oynatıp "Bahadırınızı çıkarınız!" diye Kalmukların karşısına gelip bağırdı.

Teyiş, Aydarkan ellerini kavuşturarak öfkeli Manas'a geldiler.

"Bahadır Manas, ödül senindir! Manas Karargah' gel!"

Manas, onlara çok sinirlendi:

"Ödülün bana hiç gereği yok. Kadını yenmeden milletin yüzüne nasıl bakarım"

Bahadır Manas, Bakay'ı Teyiş'i ve Aydarkan'ı alarak Karaça'ya geldi. Gördü ki, Saykal Kız, savaş elbisesini çıkarıp, saçlarının çözüp, yarasına ilaç sürüyordu kuvvetten düşmüştü.

"Bahadır, sonunda şeref senindir!" diye kabile reisleri, şöleni yönetenler Manas'ın önüne çıktılar.

Ölümden kaçan kurnaz Manas, kimseye yol vermedi, inadından vazgeçmedi, kimseyi dinlemedi, gök bayrağı elinde idi.

"Saykal'a yenilmeden ya da onu yenmeden, dönmeyeceğim! Onu çıkarın! Şerefinizi kurtarın!"

Karaça Bay çok zeki, hazır cevap sağlam bir kişi idi:

Bahadırınız uygun görürse, benim demek istediğim, Saykal'ın atını Er Manas'a verelim. Han Manas'ı teskin edelim."

Saykal'ın sarı atını getiren ihtiyar şöyle dedi: "Er Manas! Erkeksen bağışlayıcı ol! Atımız sana hediye, başımız takdimdir! Bizi affet! Ödül senindir! Şeref senindir! Kızmamanı diliyoruz, Bahadır!"

Bu münasip sözü dinleyen Manas, keyfi yerine gelip kamçısını bıraktı ve şöyle dedi:

"Söylediğinize uydum. Hediyenizi gördüm. Hediye büyüklere yakışır. Onu ihtiyar Karaça Bay'a verdim."

"Oh, sevgili Manas konuştu" dedi halk bağırarak.

"Yerin genişlesin, kabilen çoğalsın" dedi ihtiyar Karaça, Sarı atın dizginini tutup.

Ondan sonra Kız Saykal, Manas'ın gözüne gözükmedi, arslan Manas, iyi niyetle geçenki tutuşmayı unutup, kızın kahramanlığından memnun olup içinde "Tanrı kısmet eylese alınacak kadın imiş" diyerek Karaça'nın evine sık sık bakıp, Kız Saykal'ı kalabalık içinde izledi.

Şölen bitmek üzereyken koşan atlar geldi. Yarışı Manas'ın Akkulası kazındı. Manas Akkula'nın kazandığı ödülü dört kabile halkına bölüştürüp verdi.

Altı günlük şölen bittikten sonra Manas kalabalık askeriyle atlanıp Aral'a geldi, yorulan askerler mola verip dinlendiler.

Kara-Köl denen bu harikulade yeri, Orgo Han yönetiyordu. Orgo Han Türk kabileleriyle pek fazla savaşmış biri değildi. Bu defa haberci kötü haberle gelir. "Altaylı hırsız Kırgızlar şimdi baş kaldırıp boyun eğen kabileleri kendilerine katarak ordu kurdular, Turgout, Moğol, Uygur ve Kalmular'ı sel gibi kaplayıp Pekin'e yürüyorlar, Gafil yatan Kalmuklar'a "Kırgızların yolunu kesiniz. Tedbir alınız" diye haber geldi.

Orgo Han sur üzerinde davul çaldırdı. Adamlarından civardaki yöneticilere, valilere ve komutanlara mektup gönderdi, onları haberdar edip asker topladı. Zaten kalabalık olan Kalmukların askerlerinin sayısı yedi yüz bine ulaştı.

"Kırgızların bizimki kadar askeri yoktur. Onları artık durdurunuz" dedi binbaşıları.

Orgo Han'ın ordusu saraydan bir parça uzakta, gelecek olan Kırgız ordusunun önünü kesip karşılaşmayı beklediler.

Sel gibi gelmekte olan Manas'ın ordusu gözüktü. Nihayet iki tarafın askerleri birbirleriyle burun buruna gelerek durdular.

Orgo Han, tarafından Atan denen pehlivan çıktı. O iki gözü ensesinde, başı keçe evi gibi, iki kaşı hırslı kara köpek gibi, boyu üç kulaç, hergün bir ineği midesine indiren, canı sıkıldığında iki yüz pehlivanı bir araya bağlayıp kaldıran dev idi.

"Pehlivan Atanım, kırgızların Manas denen pehlivanıyla ancak sen karşılaşabilirsin. Sadece sana güveniyorum! Onun hakkından gel."

"Kırgız da kim oluyormuş? Güneşim değdiği yeryüzünde benden başka pehlivan var mı acaba? Parça parça ederim Manas'ı diyerek, pehlivan Atan yanına kalkan aldı. O masmavi demirden doğru geldi.

Orgo Han'ın askerleri iki tarafa bölünüp Atan'a hürmeti için tezahürat yaparak yol açtılar. Bu esnada Orgo Han'ın askerlerinin içinden kamburlaşan küçücük bir ihtiyar sıyrılıp çıkarak pehlivan Atan'ın önünü kesti.

"Hey, bu karınca mı, insan mı? Yoksa ayağa takılıp ölecek bir şey mi? Dur yolunda!" diye atının dizgininden tutan ihtiyara pehlivan Atan sevindi.

İhtiyar nazlanıp inat ederek Atan'a yol vermedi. Bu esnada hırslanan Atan benim gücümü halk görsün diye eğilerek ihtiyarı almak istedi.

Atan'ın bindiği Dankara adlı at, tıksırıp ürkerek ihtiyara hiç yaklaşmadı. Pehlivan Atan, atını tepip kamçılayarak ihtiyara ulaştı ve onu omuzundan tutup aldı.

Bu sırada deminki ihtiyar kıyamet kopardı. Pehlivan Atan'ın belinden tutup, attan yolup alarak kaldırıp yere attı. Göğsünden bastı. Atan'ın başını otu yolmuş gibi kopardı. İhtiyar sakin halde maral sıfatlı Dankara'ya binip Kırgızlara doğru gitti.
Kalmuklar, deminki ihtiyar insan mıdır, cin midir diye şaşırıp kaldılar.

"Yaşa be pehlivan Pöyüş! Kalmuklara göreceğini gösterdin!" dediler Manas'ın askerleri, ona yol vererek.

Baktılar ki deminki ihtiyar, Kırgızların Köyüş isimli sihirbaz yiğidi imiş. O sabah erkenden kılık değiştirerek Kalmukların arasına girip casusluk yapıyordu. Sonunda bir çareyle Altan'ı yenerek dönmüştü.

Kendine gelen Kalmuklar, Orgo Han'ın yanına gelerek konuştuktan sonra davul çaldırıp askerlerini Kırgızların üzerine sevkettiler.

Kıyasıya dövüş başladı. Kalkanlar parçalanır kanlar döküldü, oklar vızlayıp, yer sarsıldı, büyük bir gürültü koptu.

Er Manas, Orgo Han'a vurup onu yarı canlı halde bıraktı. Bayrağı devrildi, Han öldü. Hansız savaşmaya cesaret edemeyen Kalmuk askerleri kaçtılar. Er manas, Orgo Han'ın kaçan askerlerini takip etmedi. Manas'ın gönlünde acı vardı, çünkü onun da pekçok askeri ölmüştü. O, dövüşten sonra kanların döküldüğü bu yerleri görmek istemedi. Bu kez Manas Bakay'ın peşinden dışarıya çıktı.

Dişediş savaşan iki tarafın kaybı eşit sayıda idi. Savaş alanı yağmur gibi akmış olan insan kanıyla toprak kırmızı çamur haline gelmiş, ark olup akıyordu. Yerden çıkan toz dumandan, gökteki güneş gözükmüyordu. Cesetler dağ gibi olmuştu. Eceli gelen yiğitler ölmüştü, dişleri çıkık olan atlar uzanıp yatıyordu. Toprakta eyer, kırılmış mızrak, sapsız balta, kınsız kılıç, Kalmuk Kırgız karışık çamur gibi yoğurulup yatıyorlardı.

Manas bu manzarayı gözden geçirirken nice nice gençler gözüne ilişti. O hemen buradan uzaklaşmak istedi. Onu öldürmeyi bahadırlık diye düşünmüyordu.

Manas yedekte götürdüğü atını salıverip Bakay'ın yanına geldi, hiç ağlamayan zavallı yiğit, gözleri yaşla dolarak başını ağabeyinin omuzuna koyup kemikleri sızlayarak acı acı ağladı.

"Ağabey, bu katliamdan, bu dövüşten ne zaman kurtuluruz?" diye sendeledi manas'ın gözleri keder doluydu.

Görmüş geçirmiş, ata bindiği zaman yolcu, dövüştüğü zaman asker olan Bakay, böyle manzarayı binlerce defa görmüş olacak ki, hiç şaşmadan Bahadır Manas'a şöyle dedi:

"Er Manas, halkının başını kurtardığın zaman, halkın özgür yaşadığı zaman savaştan kurtulursun."

Bahadır Manas, yüzüne soğuk su serpilmiş gibi kıvrıldı. Bilgiç Bakay konuşmaya devam etti:

"Yenmek, düşmanı öldürmek demek değildir. Yenmek halkın kurtulması demektir. Halkı kurtarmak erkeğin işidir. Tanrı bunu herkesin alnına yazmış değildir. Nadiren birilerine yazar. Senin alnına işte bu yazılmıştır. Ne zaman halkını muradına erdirirsen, o zaman görevini yerine getirmiş olursun. Seni bunun için Tanrıdan istedi halk. Ağlama! Sen erkeksin, bahadırsın! Erkekler milletinin ocağını mızrak ve kılıcın ucuyla genişletir. Halk bahadırlığı, kılavuzluğu ile altın sırık olup destekler."

Ertesi sabah Han Manas savaşta ölen yiğitlerini, silahlarıyla birlikte bir çukura gömdürdü. Her birinin başına bir taş koymuştu, taşlar Opol dağı gibi birikti.

Cırgalang'ın boyunda, Cıluu-Su'yun suyunda Han Manas yiğitler kuvvetine dolsun, atlar dinlensin, yaralılar iyileşsin diye üç gün üç gece mola verdi.

Gökte yarım ay kalıp çoban yıldızı parlarken, tan yeri ağarırken, Manas Han'ın karagahına Orgo Han'ın hatunu Samankul hamın önce hiç giymediği Kırgız sarığını giyip, iki çocuğunu yanına alıp, saraydan birbirine benzeyen on boz atı seçip, danışmanı Iraman'ı tercümanı yaparak araba dolusu kızıl ipek kumaş ve değerli hediyelerle geldi.

Kırgızların adetince, oğlu Karatay'ı öne çıkarıp Iraman'ın oğluna şarkı söyletti ve böylece debdebeyle kaideyi yerine getirdi.

Samankul Hanım, Han Manas'ın önünde şöyle söyledi:

"Bu hayatta siyah ile beyaz, gündüz ile gece, kötülük ile iyilik hep beraberdir, Hanım! Kocam ölüp, dul kalmış olsam da oğlum dün Han tahtına oturdu. Eksik olamayın, kaide bilen Hansınız. Ben bahtsızı öldürmek istersen işte buradayım. Başım karşılığında bu küçücük iki oğlumun canını bağışlamanı dilemeye geldim, Manas."

Han Manas, iyi niyetli, itinalı konuşan kadından memnun kaldı.

"Bir kadın Han önüne saygıyla gelirse, onu bağışlamak vardır, hatun. İki oğlunuz yanınızda yardımcı olsun! Şehriniz huzur içinde, yönetim sizin elinizde olsun."

Iraman'ın oğlu Bahadır, Manas'ın yiğitliğini, mertliğini, Samankul Hatun'a söylediklerini överek şarkı söyledi. Manas şarkıcıyı beğendi.

"Hatun, eğer uygun görürseniz, bu oğul bizi sabah akşam eğlendirsin" dedi Manas ekleyerek.

"Tamam, olur, bahadır!" dedi Samankul gönlü rahatlayarak. O şehrine dönüp, oğlu, Karatay'ı beğ yaparak ona taç giydirdi.

Iraman'ın oğlu ise Bahadır Manas'ın kırk yiğidinden biri oldu. Karatay adı unutulup yerine Irçı oğlan diye adlandırıldı.

Opol dağının içinde, otuz nehrin kıyısında, ıssız bir yerde bulunan surlu şehri Akun, kırk beş sene han olarak yönetmişti. Dokuz yolun kavşağındaki bu şehre her halktan gelen kervanlar eksilmezdi. Ticaret gelişip halk zenginleşmişti. Şehir refah içindeydi. Akunbeşim'in Kalmuk ve Çin'de saygınlığı vardı. Tekes Han ile Orgon Han, kardeş gibiydiler. Yedikleri içtikleri bir, Askerleri bir idi. Birbirlerine destek ve yardımcı olarak yaşıyorlardı.

Bunu bilen Manas, Tekes Han'dan sonra Orol Han, rahat durmayacak, bir felaket başlatacak diye Akun Han tarafına dil bilen adamlarının gönderip yol ahvalını ve düşmanın hareketini öğrendi. Akun beş altı gün önce yola nöbetçi koyup, asker toplayıp, aşağıdaki Kalmuk ve Çinlilere mektup yazıp mühürleyerek habercisiyle göndermişti.

Kurnaz ihtiyar, bundan dört ay önce Tekes Han'a şöyle demişti:

"Kırgızlardan kötülük gelecektir. Esen Han'dan asker alıp savaşa erken davranalım." Ama, "kendi ordumuz Kırgızları durduracak, onlara dersini verecektir" diye inat etmiş Tekes Han.

Akun Han, oğulları, kadın ve kızları, kocakarı ve ihtiyarları şehirden çıkarıp, aşağıya gönderdi. Surdan belli bir mesafedeki müsait bir yerde kırgız ordusunu bekledi. Baltanın sapına benzeyen bıyıkları, doru aygırın yelesi gibi örgüsü, göğsünde zırh, başına miğfer, saçında takı, elinde topuz, yanında kalkan, koynunda yelek olan sert belli bahadırları, pehlivanları topladı.

Manas aksakallıları, akıllıları, kırk yiğidini ve komutanlarını bir araya getirip danıştı.

"Tekes Han ve Orgo Han'ı daima bize karşı kışkırtan Akun Han'dır. Keng Çüy'den Altaylıları kovup, topraklarına sahiplenmişti. O toprakları geri alalım."

Manas, altı yiğidi ile yollara bakıp geldikten sonra şöyle dedi:

"Binbaşı, bölüklere ayrılıp ayrı yarı yürüyelim.

Boşuna kırılmayalım." Bölüklerin başına Kökçö, Urbu ve Kırgıl seçildi.

Manas, id****i altındaki ordusunu çukur ya da düzlüklere yaklaştırmadan, dağ geçidinden değil, dağ sırtından geçerek, kimsenin yürümediği yollardan gününden evvel Akun Han'ın şehrine ulaştı.

Akun Han'ın büyük ordusu düşmanın önünü kesmek için çoktan tedbir almıştı.

Savaş, erkek dövüşüyle başladı. Nice erkeklerin kanı aktı, nice yiğitlerin kellesi uçtu.

Er Manas, Kalmuk bahadırı Tulus ile karşılaştı. Tulus yaygara eden gürültücü biriydi:

"Arslanın değil, Tanrı olanın gelsin Kırgız!" Dersini verip kökünü kurutacağım, göğe baktırıp inleteceğim! Son sözünü söyleyiver, Tulus'un kahramanlığını anlat halkına" diye bağırdı.

"Başa bela Tulus'un mızrak kullanmada usta olduğunu duymuştum. Ona Manas'tan başkası mukavemet edemez" dedi Bakay, Akbalta'ya danışarak.

"Bahadır, ona kendin git" dedi Akbalta. Kız Saykal ile yapılan karşılaşmadan sonra Manas'ı dövüşlerde pişsin, Han oldum diye bahadırlığı unutmasın" diye düşünüyordu Akbalta. Tulus gök demirden zırh giyinmişti, değişik bir kalkanı vardı, eline gök mızrağını, öküzün beli gibi yayını aldı. Kaplan gibi heybetle atını mahmuzladı.

Manas, Akkula atını binip, butuna ayakkabısını geçirdi, belinde kılıcı sallanıp, baltası parlıyordu. O ak sungur kuşu gibi bağırarak alana girdi.

"Manas denen sen misin? Başını koparacağım! Ecelini ben getireceğim! Ezerim seni!" diye haykırarak Tulus gürzü Manas'a vurdu.

Çevik er Manas Tulus'un vurduğu gürze, kalkanıyla karşı koydu. Öfkelenen Manas yaygaracı bahadır Tulus'un, Açalbars ile sağ elini kesti, kaçmak isterken de baltasıyla vurdu.

Kalmuk ve Çinlilerin on iki pehlivanı sinirlenip haykırarak Manas'ı kuşattılar.

Her iki tarafın askerleri alana girdiler.

Kıyasıya dövüş ve öldürüş iki gün iki gece sürdü. Kırgızlar Akun Han'ın askerlerini toz dumana katarak sonunda yok ettiler.

Yenildiğin anlayan Akun Han, askerlerini, kararg'hına bırakıp kaçtı. Manas, Akkula atına kamçı vurup Akun Han'ın peşinden gitti. Beyaz alınlı, sivri kulaklı, kasırga gibi hızlı koşan Akkula, Akun Han'ın atına yetişti. Bahadır Manas, yetişir yetişmez mızrak savurdu. Arkasından yetişen kırk yiğidin biri olan Aynakul, Akun Han'ın başını kılıçla uçurup sırlı mızrağının ucuna geçirdi ve han'ın merakla bekleyen ordusunun karşısına gelip fırlattı.

"Kırgızlarla dövüşmek isteyen düşmanın sonu işte budur" diye haykırdı Aynakul. Askerler tamamen teslim oldu.

"Bizim düşmanımız Akun Han idi! Zafer ve şeref bizimdir! Yeter! İhtiyarlara dokunmayınız. Manas askerlerini Akun Han'ın şehrine sokmadı, malına mülküne dokundurmadı"

Bahadır Manas'ın hedefi Alevke idi.

"Elinin körü, Alevke! Bir an gelir, Tanrım ele verir. Atalarımın intikamını alırım. Andıcan'ı kurtarırım. Dünyayı başına yıkarım" diye kin besliyordu.

Altay'a, mavi bayraklı kalabalık ordu girdi. Çalınan zurna dağları sarsıyordu. Bu bahadır Manas'ın avuluna zaferle döndüğünün ihtişamı, işareti idi.

Er Manas Altay'da güneş ışıldarken, beyaz çadırın arkasındaki tepeye oturup danışmanı Akbalta'ya danıştı.

"Gözbebeğim, üstadım Akbalta amca, Ala-Dağ'a göç edelim deyip duruyorsun. Sen görmüşsün, ama ben görmedim babalarımın topraklarını. Ala Dağ'da Kalmuk var, durumu bilmeden nasıl göç ederiz? Bunca halkın sorumluluğunu kim taşıyacak..."

"Oğlum, Manas! " Söylediğin doğru, haklısın. Altay'a geldikten beri Ala-Dağ'daki Kırgızların yaşayıp yaşamadığı hakkında bir haber alamadık, ya da gidip aramadık" dedi. Akbalta, beyaz sakalının sıvazlayıp kaz yavrusu gibi öterek "Bana müsaade et, ben Ala-dağ'a gidip dolaşıp yolun sağını solunu öğrenip geleyim."

"Yol uzak, aşılması zor, amca, yorulacaksınız. Genç olsaydınız, diyeceğim bir şey yoktu. Oraya ben varayım. Yerin durumunu göreyim. Göç edeceğimiz yolu bileyim. Kalabalık halkımı aramadan hep Kalmuklarla savaşarak mı yaşayacağım? Atalarımın topraklarını göreyim, diğer Kırgızları bulayım. Görmesem de Ala-Dağ'a hasretim var."

Akbalta Manas'ın söylediklerini doğru buldu. "Ala-Dağ'a gidersen, alimlerden öğrendik, bilgiçlere sorduk; Katagan'ın hanı amcan danışmend Koşoy'a git. Kırgızların aziz aslanı budur. Alevkeye başını vermeyen Ala-Dağ'daki Kırgızları birleştiren, kimseye bağımlı kalmayan, sur yapıp yiğitleriyle birlikte düşmanın canına okuyan Er Koşoy'a git, ona akıl danış! Tek güvenebilecek insan odur, sana yoldaş olacak erkek odur! Biz Altay'dan gidelim. Bu Altay bize uygun değil, Çinliler bize düşmandır."

"Yanıma fazla yiğit alırsam Kalmuklar bunu farkeder ve ben yokken halk arasından kargaşa yaratırlar. Ava çıkmış gibi gözükeyim. Kutubiy komutan olarak kalsın!" diye belini bağladı Manas, "Oralar sakin ise, yer varsa, ben döndükten sonra Ala Dağ'a göç edelim."
Altay'da şafak henüz sökmüşken uçan kuşlarla birlikte ak bulutlar da sanki Manas'ı yolcu ediyordu. Er Manas, Ala-Dağ yolunu tutup gökteki yıldızları seyrederek düz yol ile gidiyordu. Gök yeleli bozkurt Manas yanına erzak almıştı, iyi yerlere dikkat ediyordu, kabileleri, ormanları, küçük tepeleri dolaşıp, sıra halinde uzanan dağları, geçitleri aştı, taşlara bastı, yorulan Argımak atının üzerinde oturup çeşit çeşit otlar arasından geçerek ince yapraklı, bilek kadar otlu, maralı koyun kadar olan bereketli Karkıra'ya rastladı. Karkıra'yı geçtikten sonra, yüksek dağların ortasındaki gözyaşı gibi temiz, bin pınar akan Isık-Köl'ü gördü.

Bahadır Manas attan inip mağrur duran Ala-dağ'a, mübarek Isık-Köl'e doya doya baktı, dizlenip toprağı öptü, toprağa ağzını değdirerek Tanrıya sığındı.

"Kutsal Tanrı, vatanı görmeyi nasibettiğin için sana şükürler olsun! Ala Dağım bana güç ver! Isık-Kölüm hasiyetli güç ve temizlik ver. Atalarımın kusurunu gidereyim, düşmanları kovup çıkarayım, halkımı kendi topraklarına toplayayım. Huzurunda yemin ederim..."

Bahadır Manas gölde yüzünü yıkadı, oynayıp yüzen balıkları seyretti, sevincinden gözleri doldu:

"Ah, canım Isık-Köl aradığım yer sen değil misin! Buraya insan yerleşmez mi böyle hoş yer, böyle hoş göl nerede bulunur ki?" Manas'ın vücudu gevşeyip, kendini gökte uçan kuşlar gibi, süzülen beyaz bulutlar gibi özgür ve keyifli hissetti.

Eyvah, eğer buralar dar olmasaydı, tam Kırgızların kısmetine yazılan yer imiş diye, bu yerlere sahiplenen atalarına şükretti. Ama bu toprakların şimdiye kadar Kalmukların elinde kaldığına eseflendi. Akbalta'nın gösterdiği akılı hatırlayıp, onun tarif ettiği yol ile aziz Koşoy amcamla görüşeyim diye tepeleri çukurları aşıp, rüzgarlar yarışarak gidiyordu.

Akıllı Koşoy yaşlılığa boyun eğmedi. O kadar dayanıklı idi ki, hal' delikanlı gibi gözüküyordu. Önceki karakterinden, yiğitliğinden, dürüstlüğünden hiçbir şey kaybetmemişti. Gayretinden taviz vermemişti. Onunla yarı yaştaki dostları ise gözlerinde çapak oluşup, kuvvetten düşmüş, yerinden kalkamaz, ata binemez hale gelmişlerdi. Evlerinin dibinde oturup havlayan köpeklere, böğüren öküzlere, dolaşan atlara bakıyorlardı, hiç konuşmadan! Akşama kadar bükülüp otururlardı. Akşamleyin gelinlerinin yemeğini beklerlerdi, bunamışlardı.

O Koşoş Han'ın, sallanan beyaz sakalı altın kemerine ulaşmıştı, gözleri keskin, karakuş gibi uyanıktı, hikmetli sözleri kaideye uygun şekilde söylerdi, yemeğini nezaketli yerdi, zihni açıktı. Onun adını duyanlar ona "Koşoy Han", "Koşay Ata", "Han Ata" diye diz çöküp saygı gösterirdi.

Han Koşoy epeydir ocaktaki ateşe bakıyordu. Bir anda yan cebindeki kurt aşığını eline alıp ayı derisine attı. Aşığın pozisyonu iyiliğini gösteriyordu.

Bahadır Koşoy, Manas'ın geleceğini evliya gibi bildi.

At-Başını, Geç-Töbösünü yerli yerine yerleştiren büyük kalesini taştan yaptıran, şehir kuran, yedi bölgedeki Kırgızları düzeltip halk yapan, eşsiz yiğit, akıllı, kulağı delik, keskin bakışlı Er Koşoy, hanımına gece gördüğü rüyayı yorumlattı. Koşoy han'ın hanımı beyinin kiminle karşılaşacağını önceden söyleyebilen kadın idi.

Han Koşoy'un söylediği böyle idi:

"Gece bir rüya gördüm. Rüyamda hançer kılıcımı doğuya doğru sallamıştım, o taraftaki kara dağ ikiye ayrıldı. Bu nasıl rüyadır? Elinde altın bağı var bir kara kuş almışım. Onu dünyanın dört bucağına bırakmışım. Ona yardım eden kimse yoktu. O bir arslanı avladı. Bütün canlı varlıkları öldürüyordu. Pekçok Kırgız onun gölgesine sığınmıştı. Bu nedir? Bu rüyamı yor, hanım!"

Hanımı rüyayı şöyle yordu:

"Bayım, kınından çektiğin kılıcın Doğuyu yakması, Altay'a sürülen Cakıp'ın yalnız oğlu Manas'ın gelmekte olduğun işarettir. Cesaretine cesaret katacak, sana el, yaka olacak, Bahadır Koşoy amcam diye aleme han olacakmış! Bıraktığın karakuş kahraman Manas değil mi? Açılan eteğin kapanacak, kopan bağların ulanacak, sönen ateşin yanacak, ölen ruhun dirilecekmiş!"

Hanımın sözü bitmek üzereyken, dışarıdan Kutunay denen nöbetçi telaş içinde Koşoy'a haber getirdi.

"Sevgili Han Koşoy, insandan daha değişik alp gördüm, böyle insan olur mu, karşısına çıkan yaşar mı? Benzeri görülmemiş bir adam geliyor. Boyu dağ kadar var! Böyle bir yiğit görmedim. Kara benekli kaplan gibi atılıyor. Kuyruksuz gök yeleli arslan gibi saldırıyor."

Bu haberi duyan han Koşoy, sanki hanımı oğlan doğurmuş gibi sevindi.

"Tanrım gönderdi! Hızırın yardım ettiği halk imişiz. Atalarımızın nesli Ala Dağ'a geliyor, onu görecek günler de varmış!" kahraman Koşoy, acele atına binip misafiri karşılamaya çıktı.

Koşoy amca el ayasını alnına yaklaştırıp aşağıdaki yola baktı, ki doru benekli tulpar (at) a binen, ok geçirmeyen elbise giyen, dağın yarısı kadar kocaman bir arslan geliyordu. O, arslan Manas'ın ta kendisiydi.

"Tanrım kaybettiklerimiz bulundu, bir avuç kadar Kırgızın şerefi böylece korunmuş oldu!" diye ağladı Koşoy, gözlerinden yaş akıtarak.

Arslan Manas, görünen askerlere doğru hiç sallanmadan hızlı bir halde geldi.

Er Koşoy ok geçirmeyen elbise giyip koyu doru atına binmişti. Uzun bıyığı sarkmış, patlak gözü çoban yıldızı gibi parlıyordu. Kulakları kalkan gibiydi. Savaş silahlarını kuşanıp bileğine altın çerçeveli baltasını takarak Opal dağı gibi kurulmuş duruyordu. O Manas'ın karşısına çıkıp selam verdi.

"Cakıp Bay'ın biriciği, oğlum Manas sağ mısın? Çınardan kalan ufak dalım, atadan kalan evladım Manas var mısın?"

Er Koşoy kucağını açarak yavrusuna sarılan kuş gibi Manas'ı bağrına bastı. Ağlayan Koşoy'un gözyaşları kara yağmur gibi akıyordu.

Bahadır Manas, şöyle dedi:

"Aksakallım Koşoy amca, tedbirli üstad, evliya, yukarı çekersen desteğimsin aşağı çekersen dayangacımsın, yürürsem aydın yolumsun arkamda şanlı ordumsun! Er amcam Koşoy, sağ mısın?"

Er Manas, Koşoy'un karargahına geldiğinde koşa koşa halk ona selam vererek bağırdılar, sevindiler: "Manas" diye çığlıklar attılar.

Bahadır Koşoy, dua ederek kurban olarak kısrak, ay boynuzlu inek kesti. Koşoy'un kalesinde büyük şölen oldu.

Er Koşoy ile Bahadır Manas gece boyunca uyumadılar, birbirlerine başlarından geçenleri anlattılar. Hiçbir şey saklamadan yüreklerindeki sıkıntıları çıkarıp boşaldılar.

Han Koşoy, Altay'a giden Kırgızların haberini aldıktan sonra, ne yapacağını şaşırdı. Gülse mi, ağlasa mı, bunu bilemedi, zavallı Koşoy!
Sayfalar: 1 2 3 4 5 6 7 8 9